TİKA’nın 3.’sünü düzenlediği Tecrübe Paylaşım Programına elhamdülillah ben de seçildim. Her Şey Bir Tebessüm İçin diyerek nasibimizde olan Bangladeş’e bir ekiple gittik. Bangladeş’in Cox’s Bazar yani Arakanlı Müslüman kardeşlerimizin bulunduğu iline gittik. Cox’s Bazar’a inip otele varıncaya kadar yolda giderken gördüklerim o andan itibaren ne kadar da çok şükredilecek şeylere sahip olduğumuzu düşünmeme neden olmuştu. Yağan yağmurla yolların kenarlarında büyük miktarsa sular birikiyordu. Kimi yerler kaldırım vs. olmadığı için çamurdu. Terlikle hatta yalın ayak gezen birçok insan gördüm. Tomtom dedikleri 3 tekerlekli yolcu taşınan araçları vardı. Kimisi motorluydu kimisinde ise kas gücü kullanarak (bisikletin arkasında yolcu koltuğu var ve o bisikletin sürüldüğünü düşünün) ekmek parasını kazananlar vardı. Yol kenarlarında büyükbaş, küçükbaş hayvan(lar), atın olduğunu ve başlarında sahiplerinin bulunmadığını gördüm. Tabi ki güzel olan yerleri daha da fazlaydı. Kampa doğru 2 saatlik yolda giderken bir tarafta dünyanın en uzun kumsalını seyretmek ve diğer yanında pirinç tarlaları ile orman manzarasını izlemek de huzur vericiydi.
3 gün Türk Sahra Hastanesi’ni, 2 gün kampları ziyaret ettik.
Hastanedeki gözlemlerim:
Başhekimimiz çadırlardan oluşan hastaneyi gezdirirken bilgiler de veriyordu. Daha hastaneye girerken onlarca kişinin sırada olduğunu görünce ve 2,5 saatte 85 hastaya bakan dâhiliye uzmanımızı dinleyince kalabalık olduğunu anladım. Hastanede MR, tomografi cihazı yok. Röntgen çekilebiliyor ve kan tahlili, idrar tetkiki yapılabiliyor. Siroz, hepatit hastaları imkânların yokluğundan dolayı tedavisiz kalıyorlar. İnsülin kullanan diyabet hastaları hastaneye günde iki defa, dört defa gelmek mecburiyetinde kalıyor. Çünkü insülinin buzdolabında saklanması gerekiyor lakin bu imkân da onlarda yok. Nice hastalıkların son evresine kadar ilerlemiş olduğunu da görebiliyorsunuz. Gönüllü olarak oralara giden Türk hekimleri ve diğer sağlık personelleri yokluklar içerisinde var ettikleri sağlık yardımıyla kardeşlerimizin gözlerinde birer ümit, dillerine düşen birer dua olabiliyorlar. Dikkatimi çeken bir çocuk hastayı şöyle tarif etmeye çalışayım: Yanağında oluşan apsenin boşaltılması gereken 5-6 yaşlarında bir çocuk vardı. İğne ile girildi, tüpe gelen bir sıvı olmadı. Küçük bir kesi atılıp sıkılarak boşaltılmaya çalışılsa da hiçbir şey gelmiyordu. Bu süreç içerisinde çocuktan tek bir ah sesi, acıdığına dair bir ifade çıkmıyordu. Bizim çocuklarımız olsa ağlamaktan, çığlıktan, acısından neler yapardı Allah bilir. Sadece çocuklar değil erişkin olan bizler için dahi acı verici bu olay karşısında çocuktan tek bir çıt çıkmaması şaşırtıcıydı. Allah’ın o mazlum çocuğa o an rahmetiyle, merhametiyle muamele ettiğini ve o acıyı hissettirmediğini açık ve net bir şekilde idrak ettim. Sonrasında o mazlum çocuk cerrahisine sevk edildi.
Kamplardan gözlemlerim ve faaliyetimiz:
Kampa gidip iki gün boyunca kardeşlerimize gıda dağıtımında görev aldık. Karışıklığı önlemek için her aileye bir kart verilmiş ve o karttaki yerine göre geliyor ve görevlilerin işlemleri sonrasında gıda çuvalını alabiliyorlardı. İhtiyaç sahibi yaklaşık 5.000 Arakanlı Müslüman aileye gıda çuvalları dağıtıldı. Nice çocuklar gördüm, dedim bu çocuk bunu nasıl taşır; nice amcalar teyzeler vardı takati kalmamış ama gözlerinde ümit olan (hiç şüphesiz o ümit Türkiye’ydi). Çocuklara şeker, çikolata, balon verdiğimizdeki o sevinçlerinin tasvirini yapmak çok zor. O kadar içten ve samimi gülüyorlar ki onların o mutluluğu insana huzur veriyordu. Üzerinde kıyafet olmayan çocuklar; ayakkabısız, terliksiz, yalın ayak dolaşan çocuklar ebeveynler… TİKA’nın yaptırmış olduğu parka gittiğimizde eğlenen çocukların neşesine ortak olduğumuzda kısa süreliğine de olsa uzaklaşıyordunuz bu hüzün verici durumlardan. Çocuklar o kadar sevimli, mazlum, günahsız varlıklar ki vicdan sahibi her kimse onları anlayabilirdi.
Keşke her insana, her çocuğa ayrı ayrı dokunabilsek. Bizim sahip olduklarımızın yüzde biri bile olsa da onların olsa. Namaz kılmak için mescide gittiğimizde orada ders alan öğrencileri gördük. Hafızlık okuyanlar vardı. Kuran-ı Kerim, Hadis, Siyer, Kelam öğrenen çocuklar vardı. Daha 9-10 yaşlarındaki çocuk birçok sureyi biliyordu ve bizlere de okudu. Tüm bu zulümlere rağmen, koşulların yokluğu imkansıza bir tokat vurup sız’ı ortadan kaldırıyor ve mevcut koşullar ebedi saadete giden yolda onlar için bir imkan oluşturuyordu. Ve bu bize bir kez daha hatırlatmıştı ki “Cennet Ucuz Değil Cehennem Dahi Lüzumsuz Değil”. Bu mazlum kardeşlerimize bu zulmü yapanlara gelince “Zalimler İçin Yaşasın Cehennem”.
1 milyona yakın belki daha da fazla Arakanlı mülteci. Sahip olmadıkları şey sahip olduklarından o kadar çok fazla ki. Kadınından erkeğine, çocuğundan gencine yaşlısına varıncaya kadar. Yokluk ve varlık arasında tarifi yapılamaz bir büyük dağ var sanki. O dağı nasıl aşabiliriz bilemiyorum. Ama elimizden gelenin fazlasını yapmaktan da çekinmeyeceğiz İnşaAllah.
Her çocuğa dokunmak istiyorsunuz. Hepsinin hayatında bir şeylerin eksik kaldığını gördüğünüzde yüreğinize bir sızı iniyor. Çoğunun ayağında ayakkabı, terlik, çorap yok (hatta çorap giyen hiç görmedim, terlik giyense çok nadir diyebilirim). Kimisi üzerinde tişört gömlek hiçbir şey olmadan öylesine dolanıyor etrafta. Üzerinde kıyafet olanlarınsa ne kadar uzun süredir giyilmiş olduğunu yırtıklarından anlayabiliyorsunuz. Kimisi yetim kalmış kimisi öksüz. Yollar kum, çamur altında. Çöpler tam anlamıyla toplanmamış. Nice yüzler görüyorsunuz ama halinden şikâyetçi olmayan, asık surat bulunmayan. Gözlerde bir ümit var, dillerde dualarla anıyorlar Türkiye’yi. TİKA’nın yaptırdığı parka gittiğimizde etrafta gülen çocukları görmek bizleri de sevindirmişti. Salıncakta sallanmak, kaydıraktan kaymak en büyük neşeleriydi, en büyük mutluluklarıydı. Bizim verdiklerimizin dışındakiler büyük ihtimalle oyuncak nedir bilmiyorlardı. Yediğimiz önümüzde yemediğimiz arkamızda kalan yemeklerin birçoğundan habersizdiler belki ama bize eş değer hatta daha da fazla bir mutlulukları vardı. Gözlerinden okuyabiliyordunuz bunu. Oynarken öylesine gülüyorlardı ki en son ne zaman böyle güldüğümü hatırlamıyorum. Yolda yürürken yanımızdan Türkiye Türkiye diye haykıran, parka girdiğimizde ve ayrılırken de Türkiye nidaları beni öylesine gururlandırmıştı ki tarifini yapamayacağım.
Elhamdülillah Türkiye var, Elhamdülillah Ahiret var.
İbrahim Suresi 42. ve 43. Ayetler “Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! O sadece, onların işini bir güne erteliyor ki, o gün gözler dehşetten dışarı fırlamış; Başları yukarıya kalkık, bakışları bir noktaya sabitlenmiş, zihinleri bomboş kalmış olarak toplanma yerine koşarlar.”
“Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle, ona da gücünüz yetmezse kalben buğz ediniz.” (Müslim, İman 78; Tirmizi, Fiten 11)
Daha o kadar çok şey var ki tarifi zor, kelimelerin yetmediği, gözlerin şaşırdığı, yaşların boşandığı, yüreklerin taşıyamadığı, akılların eremediği gerçekler var, yaşanmışlıklar var kapkara bir geçmişte…
https://www.tika.gov.tr/tr/haber/tika_gonulluleri_banglades_te-53082
Kamptan Kareler:
Konuk Yazar: Tebessüm
Elinize sağlık sayın yazar.