Kuzey Amerika’ya gelmemin üzerinden birkaç ay geçti. Farklı bir kültür içerisinde hayata dahil olmanın zorlukları yadsınamayacak kadar çok ancak kazandıklarınız yanında kabul edilebilir. Tüm alanlarda derinlemesine bir anlayış kazanmak için kıyas yapabilmek en önemli yeteneklerden bir tanesi olup bu özelliği kazanabilmek çok zor. Ancak farklı bir ülkede yaşamak size karşılaştırma yapabilme ve farklı bakabilme kabiliyeti sunuyor.
Amerika Birleşik Devletleri (ABD), sahip olduğu her üç veya dört eyaleti topladığınızda yüz ölçümü olarak bir Türkiye kadar büyük ve aynı zamanda farklı özelliklere sahip ayrı bir dünya gibi tanımlanabilir. Bu sebeple ABD’yi gerçekten yorumlayabilmek çok güç. Ancak bazı temel noktalarda genel yorumlar yapılabilir. Bu yazıda geçirdiğim birkaç ay içerisinde görebildiğim ve yalnızca genelleyebileceğim konular üzerinde konuşmaya özen gösterdim.
İçindekiler
“Amerika Bitmiş”
Sosyal medya ve Youtube ile hayatımızda yer edinen sokak röportajları dilimize yeni kavramlar kazandırdı. Bunların en meşhuru yeni bir deyim olan “Silivri soğuktur” olmuştu. Ancak her yaz döneminde, özellikle Türkiye’ye tatile dönen gurbetçilerin verdikleri röportajlarda kullandıkları “Avrupa bitmiş” tabiri dillere pelesenk olmuş ve hızla yeni bir deyim olmaya doğru yol alıyor. Türk Dil Kurumu’nu bu konuda göreve davet ettiğimi belirterek başlamak istiyorum.
Benzer söylemleri her gün televizyona çıkan, ekseriyetle asker emeklisi olan ve stratejiden dolmalık biber fiyatlarına kadar her konuda engin bilgiye sahip insanlardan da sürekli duydukça bir şüpheye düştüğümü itiraf etmeliyim. Acaba ben mi okuduklarımdan ve bildiklerimden doğru sonuçlar çıkaramıyordum? Durum gerçekten de düşündüğüm gibi değilmiş.
Değilmiş, çünkü burada sandığımdan daha da fazla bir refah bulunuyor. Hatta bu durum büyük bir üzüntü yaşamama sebep oldu. Kendi ülkemin insanı niye bu refahı yaşayamıyor ve başka ülkelerin sefalet içerisinde olduğuna dair masallar dinlemek zorunda kalıyor?
Ülkemizde yıllardır doyarak kırmızı et yiyememiş yüz binlerce insan olduğunu azıcık halka karışan insanlar çok iyi bilir. Bunun bilimsel bir göstergesi de var. Türkiye’deki IQ ortalamasının Batı Avrupa ile farklı olmasını genetikle açıklamıyorum. Bunun birçok değiştirilebilir sebebi bulunmakla birlikte bunlardan en önemlisi ekonomik yetersizlik olmalı. Bizim milletimiz bunu hak ediyor mu?
ABD’de bir insana aylardır (doya doya) kırmızı et yemediğinizi söylerseniz ya ne dediğinizi anlamayacak ya da vejetaryen olup olmadığınızı soracaktır. Alım gücünün yüksek olmasından dolayı, gözlemlerime göre insanlar aylık maaşlarının sekizde biri ila onda biriyle bir aylık market alışverişlerini rahatça yapabiliyorlar. Şuanda çalıştığım iş kolu için Türkiye’de benzer bir hesap yapar isek, bir aylık market alışverişi yapabilmek için maaşınızın ortalama üçte biri ila beste biri kadarını harcamanız gerekebilir. Ancak şunu unutmayın, Türkiye’de birçok insan bu oranları harcayıp et veya alkol reyonunun yanından bile geçemiyor.
Bu hesaplama ABD’de ortalama bir eyaletin ortalama bir şehrinde sokakta ve marketlerde görebildiğim halk için geçerli. Yani bu refaha sahip insanlar kesinlikle zengin insanlar değil. Bahsettiğim insanlar bir zamanlar Türkiye’nin çoğunluğunu oluşturan orta sınıftan başkası değil. Tabi market alışverişi veya alım gücü bir toplumun refahını gösteren tek ölçüt olamaz. Ancak ABD ve Avrupa’nın bir “sefalet” içerisinde olduğunu söyleyen insanlar genelde hep açlık ve tokluk üzerinden konuya yaklaştıkları için ben de bu konudan bahsettim. Özetle, ABD pek bitmiş gibi gözükmüyor.
Başka açılardan ele alırsak, Quacquarelli Symonds şirketi tarafından yapılan meşhur araştırmaya göre 2022 yılında 477. Sırada olan Koç Üniversitesi dışında ilk 500’de herhangi bir üniversitemiz yok. Diğer yandan “bitmiş” bir diğer ülke Almanya’nın ilk 500’de 29, ve ABD’nin yalnızca Kaliforniya eyaletinde ilk 500’te 10 tane üniversitesi var. Hazır bahsetmişken, Kaliforniya eyaletindeki gayrisafi yurtiçi hasıla yaklaşık 3.4 trilyon dolar iken Türkiye’de 800 milyar dolar. Ya da New York Polis Departmanı’nın senelik harcaması 11 milyar dolar iken Türkiye’nin eğitime ayrılan bütçesi bugünkü dolar kuru baz alınırsa 10.5 milyar dolar ediyor. Bu istatistikleri tartışmak Türkiye’yi kötülemek anlamına gelmiyor, aksine nerede olduğumuzu ve neler yapmamız gerektiğini bize söylüyor. Türkiye’yi müreffeh ve özgür bir ülke, bir hukuk devleti yapabilmek istiyorsak önce nerede bulunduğumuzu tespit ederek gerçekçi olmak zorundayız. Yoksa kendimizi kandırdığımız masallar ile yaşadığımız küçük dünyanın sınırlarını aşamayacağız.
Demokrasi gibi daha da acı konulara gelelim. FreedomHouse isimli ABD merkezli bir araştırma kuruluşuna göre Türkiye 2021 yılında özgürlük açısından 100 üzerinden 32 puan alıyor ve “özgür olmayan bir ülke” olarak tanımlanıyor. Türkiye’nin önünde ve arkasında Haiti ile Mali var. Buna mı layık görüyoruz kendimizi? The Economist Dergisi’ni de yayımlayan Birleşik Krallık merkezli bir kuruluşa göre Türkiye, demokrasi endeksinde 103. sırada olup “hibrid rejim” olarak tanımlanmış. Dış mihrakların üzerimize oyunu olma ihtimaline karşı şunu not düşelim, aynı sıralamada ABD 26. sırada olup “kusurlu demokrasi” olarak tanımlanmış. ABD’de son yıllarda yaşanan olaylar ile demokrasinin ciddi yaralar aldığını da belirtmeliyiz ancak bunun Türkiye ile kıyaslanabilmesi mümkün gözükmüyor. Wurzburg Üniversitesi tarafından yapılan bir başka çalışmaya göre 2020 yılında demokrasi kalitesi endeksinde Türkiye 137. sırada ve “ılımlı otokrasi” olarak tanımlanıyor. Aynı çalışmada ABD 36. sırada ve “kusurlu demokrasi”, Almanya ise 5. sırada “işleyen demokrasi” olarak tanımlanmış. Son olarak, dünyada demokrasinin çok önemli bir göstergesi olan basın özgürlüğüne yönelik Fransa tabanlı Sınır Tanımayan Gazeteciler kuruluşunun yaptığı çalışmaya göre Türkiye, basın özgürlüğü endeksinde 2022 yılında 180 ülkeden 149. sırada bulunuyor. Bu endekslerin metodolojileri ve bazılarının verileri herkese açık. Bu sıralamaları görüp ABD ve Avrupa bitmiş diyerek televizyona çıkan insanlar hiç utanmıyorlar mı?
Bilim konusuna gelir isek Nature endeksinden bahsetmeyi yeterli görüyorum. Dünyada on binden fazla enstitüyü değerlendirerek kaliteli bilim çıktılarını takip eden Nature endeksine göre Türkiye 37. sırada. Kurumlar sıralamasında ise ilk 500’de herhangi bir kurumumuz bulunmuyor. En başarılı ülkelerin ABD, Çin, Almanya, Birleşik Krallık ve Japonya olduğunu belirtmeliyim. Farklı metodolojik çalışmalar farklı sonuçlar doğurabilir. İstatistiksel veriler her zaman manipüle edilmeye açıktır. Ancak tüm bu verilerin ışığında şu sonucu çıkarabiliriz: Türkiye’nin yapması gereken çok şey var.
Pozitiflik Kültürü ve Konuşkanlık
Çalıştığım yerde gözlemlediğim en büyük fark insanların sürekli pozitif ve güler yüzlü olması. Türkiye ise Birleşmiş Milletler Dünya Mutluluk Endeksine göre 149 ülke içerisinde 112. sırada bir ülke olarak hem üretkenliğini hem de zihin sağlığını bozuyor olmalı. Bu durum tabi ki herkes için geçerli değil. Ancak bazı insanlar gerçekten pozitiflik kültürüne sahipler. Bu ‘sürekli olumlu olayım da her şey olumlu olsun’ düşüncesi değil, bir kültür.
Yapılan laboratuvar deneylerinde kötü giden bir şey olduğunda bile üzüntüsünü pozitiflikle karşılayan bu insanlara alışmam gerçekten çok zor. Sürekli söylenen iltifat ve geri dönüşler ile gururların okşandığını da söylemeliyim. Bu yalnızca kişisel bir şey değil. Geri dönüş, tavsiye ve eleştiri gibi kavramlar buradaki akademik çevrelerde bir kültüre dönüşmüş. Bana kalırsa bu gerçekten ise yarıyor.
Bir başka ilginç kültür ise konuşkanlık. ABD’de insanlar genelde konuşarak düşünüyor ve bir konu hakkında uzun uzadıya konuşmayı seviyor. Bu Avrupa’da veya Türkiye’de böyle değil. Örneğin tek cümle ile açıklayabileceğiniz bir şeyi 5-6 cümle ile konuşmayı tercih ediyorlar. Bunu zaten buraya gelmeden önce internette izlediğim videolar aracılığı ile keşfetmiştim. (Youtube’da bir şeyin nasıl yapılacağı ile ilgili video hazırlayan bir Amerikalının 10 dakikalık videonun 7 dakikasında olayı uzata uzata konuşuyor olmasını hatırlayın). Bir başka mesele ise herkesin kendi işiyle uğraşıyor olması. En azından kimse kendini üzecek işlere kafa yormuyor.
Tarih ve Coğrafyaya Olan İlgisizlik
ABD’nin Alaska’yı Rusya’dan satın aldığını konuştuğumuzu duyan birkaç Amerikalı meslektaşım şaşırmış ve bunu ilk defa öğrendiğini söylemişti. Düşünün, kendi ülkeniz bir toprak parçasını satın alıp sınırlarına ekliyor ve bunu bilmiyorsunuz. Türkiye’de de tarih ve coğrafya eğitimi oldukça zayıf ama Türkiye’nin sınırlarına kattığı toprak parçalarını bilmeyen insan sayısı, özellikle üniversite seviyesinde, oldukça az olsa gerek. Örneğin bizde bir orta okul öğrencisi bile Hatay’ın sonradan Türkiye’ye katıldığını bilir -en azından benim zamanımda öyleydi. Aynı şekilde Soğuk Savaş, Dehşet Dengesi ve Küba Füze Krizi ile ilgili konuşurken Amerikalı meslektaşlarımın hiçbir şeyden haberi olmadığını fark ettiğimi söylemeliyim. Oysa Soğuk Savaş ABD ile Sovyetler arasında geçmişti.
Gittiğim bir resim müzesindeki görevli ile konuşurken konu yine nereden geldiğimden açıldı. Türkiye’nin nerede bulunduğunu anlatınca “Ah evet, işte bildiğin coğrafya bilmeyen aptal bir Amerikalıyım” diyerek gülmeye başladı. Bu cümle Amerikalılarda böyle bir bilinçaltı oluştuğunu gösteriyor. Bana kalırsa ABD’de ilkokul ve lise seviyesinde ciddi bir eğitim problemi bulunuyor. Bunu OECD’nin verilerinde de görebilmek mümkün. Ama sonra ne oluyor da üniversite ve sonrasında uzaya çıkabiliyorlar (mecazi değildir…) onu hala anlayabilmiş değilim.
Bu arada şunu not düşmeliyim, Türkiye deyince birçok insan Türkiye’nin iki kıtanın birleşim yerinde olduğunu biliyor. Ve Turkey’in Türkiye’ye çevrilmek istendiğini de. İkincisini gülerek karşılayan insanlar olduğunu söylemeliyim. Tabi tüm Amerikalıları böyle zannetmeyin. Örneğin laboratuvarda bulunan bir Amerikalı Türkiye’nin dış politikadaki tüm güncel hareketlerine hakim ve sürekli bu konularda zor sorular soruyor. Burası bir uluslararası ilişkiler veya siyaset çalışılan bir yer değil, tıbbi bilimler laboratuvarı.
Üretilen Bilimin Kalitesi ve İmkanlar
Çalıştığım laboratuvarda üretilen bilimin kalitesini Türkiye ile kıyaslamak olanaksız. İddia ediyorum, sadece bu laboratuvarda üretilen bilimin kalitesi benim bitirdiğim üniversitede üretilen tüm bilimlerin kalitesinden daha fazla.
Bilimin kaliteli olmasının birkaç sebebi var. Örneğin burada gerçek bir literatür takibi yapılıyor. X üniversitesindeki Y ekibinin iki gün önce yayımladığı makale ekip olarak tartışılıyor. Alanda yapılan ilgili çalışmalar gerçek anlamda takip ediliyor. Herkesin fikri soruluyor ve fikirlere değer veriliyor. Değerli bir fikriniz var ise hemen karşılığı veriliyor. Ben Türkiye’de okuduğum üniversitede yıllarca bilimsel çalışmalara dahil olabilmek için çok çabalamış birisiyim. Birçok kez reddedildim ve ciddiye alınmadım. Bazı çalışmalara dahil olup her şeyiyle uğraştıktan sonra habersizce atıldım. Kendi yazdığım makale taslağının habersizce bir asistana verildiğini ve onun da beceremediğini duydum. Bir başka örnekte, hafta sonları hastaneye giderek veri topladığım, literatür taradığım ve bir taslak yazdığım çalışmaya dair bir daha geri dönüş alamadım. Bir başka çalışmada intörn rotasyonlarından arta kalan vakitlerde, akşamları ve hafta sonları giderek çalıştığım bir araştırmadan bir daha ses gelmedi. Yaşadığım başka saçma sapan şeyleri beni yakından tanıyan insanlar anımsayacaklardır. Tüm bunlar Türkiye’deki güvensizlik, kutuplaşma, bıkmışlık ve bilimsizlik ortamının birer tezahürüydü.
ABD’de çalıştığım laboratuvara ilk geldiğimde fikirlerimden bahsettim. Sonrasında çok güzel geri dönüşler aldım. Ancak bu durum bana özgü değil. Ben fakültede okurken benden çok daha çalışkan ve bilimsel fikirlere sahip arkadaşlarım oldu. Hangisini buraya koyarsak tam destek alacağına hiç şüphem yok. İş hayatımın en rahat dönemini yaşıyorken birçok insan çok çalışkan olduğumu söylüyor. Oysa Türkiye’deki dönemi ve fakültedeki arkadaşlarımı hatırladıkça aslında bizlerin buradaki bazı insanlara göre ne kadar çalışkan olduğumuzu daha iyi anlayabiliyorum. Burada vurguladığım şey bireylerden bağımsız. Türkiye kendi yetiştirdiği insanları kullanmasını bilmiyor ve kaybediyor. Her zaman söylüyorum, Türkiye bir verimsizlik cennetidir…
Aynı zamanda buradaki bilimsel tartışmalar gerçekten üst düzeyde. Türkiye’de hayal edemeyeceğiniz konuları gün içinde konuşabiliyorsunuz çünkü bu konuları çalışabileceğiniz kaynaklara sahipsiniz. Türkiye’de iyi bir fikire sahip olsanız bile deney yapabileceğiniz ekipmanı almanız çoğu zaman mümkün olmuyor ve kendinizi kısıtlıyorsunuz. Çalıştığım laboratuvarda eski ekipmanların bulunduğu, kullanılmayan bir oda bulunuyor ve bana kalırsa bu odadaki eşyalar ile Türkiye’de birkaç laboratuvar kurabilirsiniz. Bunun temelinde üniversitelerin sahip olduğu ekonomik güç yatıyor. Ancak Türkiye’de bu çoğu zaman mümkün değil.
Laboratuvarda benimle çalışan bir İranlı dostum gerekli ekipmana sahip olmadığı için bir Amerikalı meslektaşından aletleri ödünç almaya gittiğinde yaşadıklarını bana büyük bir şaşkınlıkla anlatmıştı. Amerikalı ona neden ekipmanları üniversiteye bildirerek almadığını sorunca İranlı arkadaş bu aletlerin çok pahalı olmasını sebep göstermiş. Amerikalı da biraz kulağını yaklaştırarak pahalı derken ne demek istediğine anlam verememiş. Ne kadar çabalarsa çabalasın ne demek istediğini de anlatamamış. Sonra pes edip sipariş ederek iki gün sonra ekipmanlarına kavuşmuş. Tabi bu olayı bana anlattığında ikimiz de güldük çünkü onun mantığını çok iyi anladığımı biliyordu. Bilim üretebilmek için mantıklı sebepleriniz veya parlak bir fikriniz var ise para burada çok da önemli olmuyor.
Ek olarak, ciddi bir şekilde yetişmiş eleman havuzu bulunuyor. Laboratuvar teknisyenlerinin kabiliyetleri gerçekten etkileyici seviyede çünkü öğrenebilecekleri insan sayısı çok fazla. Bana kalırsa Türkiye bu konuda da sıkıntı çekiyor. Deney metotlarını bilen, olması gerektiği gibi uygulayabilen ve bunları sonraki nesillere aktarabilen insan sayımız yeterli değil. Son olarak, ilginç bir çalışma kültürü de bulunuyor. Eğer işinizi yapıyorsanız günde kaç saat mesai yaptığınız ile kimse ilgilenmiyor.
Amerikalılar Çok Mu Memnun?
Amerikalı birçok insanın ABD’nin problemleriyle pek de barışık olmadığı ve şikayetçi olduğunu da unutmamak gerekiyor. Örneğin Amerikalı bir meslektaşım ülkesinin iyi bir durumda olmadığını defaatle belirtiyor. Ancak bazı eleştirileri hiç de mantıklı değil. Örneğin bu kişi bana ABD’deki doktora sonrası seviyesinde eğitim almış insan sayısı ve üniversiteye giden insan sayısının azlığından dem vuruyor. Türkiye de bu konudan dem vurup her yeri üniversite ve kadrolar ile doldurdu. Fakat ortaya bir nitelik çıkabildi mi? Bugün Türkiye’de herkes diplomalı ama aynı ölçüde bir şey üretiyor muyuz? İntihal konusunda Avrupa’da felaket bir durumda olduğumuza dair ciddi veriler olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Bunu bildiğim için “niceliği boşver nitelik daha önemli” diyerek konuyu geçiştirmiştim -kendi ülkenize örnek vermeye gönül el vermiyor…- ama anladı mı bilmiyorum. Bu örnekleri uzatabilmek mümkün.
Son Olarak: ABD Cennet ve Türkiye Cehennem mi yani?
Dünyada her şeyin mükemmel olduğu bir ülke bulunmuyor. ABD’nin de başka ülkeler gibi ciddi problemleri var. Örneğin sokakta yaşayan insanlar, uyuşturucu problemi, toplu katliamlar ve silahlanma problemi, üniversite öncesi eğitimdeki eksiklikler, sağlık sisteminin pahalılığı gibi… Burada geçtiğiniz yanlış bir sokakta görebilecekleriniz sonucunda dehşet içerisine düşebilmeniz de mümkün. ABD’de bir sosyal devlet sorunu olduğu kesin. Ancak onların sosyal devlet olmak gibi bir amaca sahip oldukları da söylenemez.
Örneğin bir gün laboratuvarda çalışırken telefonuma bir mesaj geldi. Hemen bitişikteki binada bir bomba ihbarı sebebiyle herkesin üniversiteyi terk etmesi gerektiğini söylüyordu. İşin komiği bomba ihbarı yapılan yere en yakın departman bizimkisi olduğu için tüm üniversitede bir tek bizim katın dışarı çıkması yasaklandı ve içeride sığınmamız söylendi. En son, büyük bir polis ordusu ve bomba imha uzmanları ile film tadında bir gün yaşadık. Dolayısıyla ütopik beklentiler içerisindeki insanlar için yurtdışına gitmek bazen bir hayal kırıklığı oluyor. Bu konulara ilerleyen yazılarda değinmeyi düşünüyorum. Ancak ABD’nin bir şeyleri doğru yaptığı ve Türkiye’nin bir şeyleri yanlış yaptığını, her iki ülkenin -yalnızca siyaset ve savaş değil- bilim, teknoloji, refah, demokrasi, basın özgürlüğü, fikir hürriyeti gibi birçok konuda nerede olduğunu kıyaslayarak görebilmek mümkün. Türkiye, sorunlarımızı dile getiren vatandaşlarını baskılayıp yok ederek her konuda mükemmel olduğu masalına inanmaya devam mı etmeli yoksa masallardaki hayalleri için mi çabalamalı? Hayaller amaç değil araç olduğu için doğru cevabı belli olan bu soruya yanlış cevabı vermekte hala ısrarcıyız.
Amerika’da yaşayan birisi olarak söyleyebilirim ki çok güzel noktalara değinmişsin ve sanki bir rehber tadında olmuş, ellerine sağlık. Ayrıca insanların Türkiye’ye kıyasla daha mutlu olduğunu görmek mümkün fakat burada yaratılmak istenen toplum bireysel düşünmeye itilen bir toplum ve bunun sonucu olarak da saydığın çoğu toplumsal sorun ortaya çıkıyor, bu da benim 2 yıl içerisinde farkettiğim bir şey. Ama aksine her gün düşündüğüm şey ise; iyi ki Türkiye’de doğmuşum ve sonra Amerika’ya gelmişim. Fakat genel olarak buradaki imkanları ve mentalite gibi kavramları kıyaslayacak olursak kesinlikle Amerika fırsatlar ülkesi tabii bunu nasıl değerlendiriyor olmak da pek önemli…
Ben burada gördüğüm sorunları bireyciliğe bağlamıyorum hatta bence ABD ve Avrupa’nın başarısı bireycilikten geçiyor. Diğer taraftan Türkiye’de bireysellik, bilinçaltında hep baskıya maruz kalan bir mefhumdur. Bana kalırsa ABD’nin felsefesi bu ve sahip olduğu sorunları bir “sorun” olarak görmüyor. Yani sağlığın pahalılığı veya bireysel silahlanmanın bir sorun olduğunu söyleyen insanlara baktığımda aslında pek de umurlarında olmadığını görebiliyorum. Ancak enflasyon biraz artınca tepki çok daha farklı oluyor. Her eyalet farklı bir ülke gibi değişik özelliklere sahip olduğu için genel bir yorum yapabilmek de bir hayli zor. Yorumun ve katkın için teşekkür ederim Yiğit.
Çok güzel bir yazı olmuş hocam. Elinize sağlık. Malesef ki ortada kıyaslanacak çok bir şey yokken bile yine de kıyaslayıp yazmışsınız elinize sağlık.
Bazı insanlar hayallerde yaşıyor ve gerçekleri görmek istemiyor. Gerçekleri görebilmenin güzel bir yolunun kıyaslamak olduğunu düşünüyorum.Teşekkür ederim Onur.
“ Bana kalırsa ABD’de ilkokul ve lise seviyesinde ciddi bir eğitim problemi bulunuyor. Bunu OECD’nin verilerinde de görebilmek mümkün. Ama sonra ne oluyor da üniversite ve sonrasında uzaya çıkabiliyorlar (mecazi değildir…) onu hala anlayabilmiş değilim.”
Bunu dışarıdan gelen beşeri sermayeye bağlıyorum ben. Amerika açık bir toplum; göçmenler, özellikle nitelikli olanlar, takdir ve değer görüyor, kendilerini geliştirip üretmeleri için bolca imkan ve fırsatlar sunuluyor. Teknoloji, biyoteknoloji ve kimya alanında çalışan şirketlerin çoğu Amerika doğumlu olmayan kişiler tarafından kuruluyor. Neticede, anladığım kadarıyla siz de orada benzer şekilde bilim üretiminin bir parçası olarak bulunuyorsunuz.
Ancak her başarısının dışarıdan gelen insanlara bağlandığı ABD’nin insanları dışarıdan nasıl toplayabildiği sorusu oldukça zor bir konu. Ayrıca burada göçmen ailelerin ikinci, üçüncü veya daha fazla jenerasyona ait Amerikalı çocukları çok iyi işler başarıyor. Demek ki sistemin içerisinde de ciddi bir başarı var. Bu sebeple yorumunuza katılmakla birlikte tüm konuyu bu şekilde açıklayamayacağımızı düşünüyorum. Örneğin sahip oldukları üniversite içi sistemin çok kaliteli olduğunu görebiliyorum ancak bunu neden üniversite öncesinde yapamadıklarını anlayamıyorum. Çünkü tüm iyi işlerin göçmenlere ve kötü işlerin Amerikalılara bağlandığı genel bir kanı var ve bunun kesin bir gerçeklik olmadığını gözlerimle görebiliyorum. Özetle, dışarıdan gözlemleyerek yorumlayabilmesi oldukça zor bir konu. Gelecekte bu konuda kafamdaki soruları netleştirebilirsem burada kaleme almayı çok isterim. Katkınız için çok için teşekkür ederim.
Bu et yeme olayını senelerdir ben de ilginç bulmuşumdur. Filmlerde görürdüm, bu ABD liselerindeki çocuklar bizimkilere göre uzun boylu ve kalıplı duruyorlar diye. Sanki üniversitede okuyorlarmış gibi. O yüzden geçmişte “high school” kavramını üniversite zannettiğim zamanlar olmuştur. Bu “et yeme” olayına bakarak dediğiniz gibi gerçekten olayı ekonomimizle ve gelişmiklik düzeyimizle ilişkilendirebiliyoruz.
Bu toplu taşıma olayı da buna benzer.
Ayni zamanda ABD’de spora cok ciddi bir ilgi ve tesvik var. Sabahin 7’sinde disari ciktiginizda gencten yasliya herkesin caddeler boyunca kostugunu goruyorsunuz. Kolejde veya lisede spor takiminda yer alabilmek buyuk bir prestij onlarin gozunde. Yahut aksam 22.00 sularinda bir universitenin spor salonunun yanindan gectigimde agzina kadar tika basa oldugunu gordugumde cok sasirmistim. Bu insanlar yarin sabah kalkip derse gidecek olan insanlar. Ben Turkiye’de hic boyle bir sey gormedim. Yani burada spora bu kadar deger verilmesinin de vucut gelisimine buyuk bir katkisi oldugunu dusundugumu eklemek istedim.
Yorumun icin tesekkur ederim.
Rica ederim. Peki acaba bu spora teşvik yeni mi başladı, yoksa süregelen bir durum muydu? Çünkü ABD’de ciddi bir obezite problemi de var (büyük ihtimalle diğer ülkelerde de var ama gösterilmiyor). Eski Amerikan filmlerine ve reklamlarına baktığımızda kaslı ve güzel vücutlu insanlar oynuyor. O zamandan beri özendirilmeye çalışılıyordur büyük ihtimalle. Çünkü sağlıklı ve güçlü insanlara sahip olmanın da önemli bir devlet politikası olduğuna inanıyorum.
Ama aklıma şu da takılıyor. Sporun bu kadar özendirildiği bir devlette nasıl oluyor da bu kadar obezite problemi oluyor. Elbet kendini tutamayan ve fazla yiyen insanlar olacaktır. Lakin bunun filmlere ve dizilere konu olacak kadar çok olması dikkate değer.
Ayrıca şunu da belirtmeliyim: Sağlıklı bir vücuda sahip olmanın dışında kilolu vücuda sahip olma da normal bir durummuş gibi alıştırılmaya çalışılıyor, tabi sadece ABD’de değil. Sanki insanlar kilolu olmanın sağlıklı birşey olmadığını unutmuş gibiler.
Bana kalirsa ABD’deki obezite probleminin sebebi tamamen yemek kulturu. Sahip olduklari yemek kulturunun tamami yuksek kalorili ve sindirmesi zor yiyeceklerden olusuyor. Herhangi bir “ev yemegi” kulturleri yok. Ben buradaki obeziteyi temelde buna bagliyorum. Zira bizim ulkemizde de iyi bir hamur kulturu vardir o yuzden Avrupa’da obezite siralamasinda birinci oldugumuzu dusunuyorum. Hatta ABD’de oran %36.1 iken Turkiye’de %32.1 yani pek bir farkimiz yok.
Ancak Turkiye’de ben hicbir yerde bu kadar spor yapip vucuduna dikkat eden bir topluluk gordugumu hatirlamiyorum. ABD’de dunyanin en obezini de en fit kisisini de bulabilmek mumkun. Bu ulkenin mantigi bu, her seyin her turlusu var.