İçindekiler
1. Kadercilik Anlayışı ve Özgür irade
Kader, alın yazısı, yazgı, mukadderat, felek… Günlük diyaloglarımızda sıkça kullandığımız, atasözlerinde, şarkılarda yer edinmiş bu kelimeler ne anlama geliyor hiç düşündük mü? Çoğu insan bu sözcüklerin eş anlamlı olduğunu zannedebilir. Hatta TDK sözlüğüne göre bu kelimelerin hepsi aynı anlama gelmektedir. Ancak Kur’andaki kullanımına ve etimolojik kökenine indiğimiz zaman ‘kader’ kelimesinin anlamının zamanla nasıl değiştiğini ve yanlış anlaşıldığını görmemek mümkün değildir.
Bugün anladığımız şekilde Kadercilik “Yaratıcı veya Evren tarafından tayin edilmiş, artık değiştirilmesi mümkün olmayan, başımıza gelecek kaçınılmaz olaylar ve durumlar silsilesi” olarak tanımlanmaktadır. Bu anlayış esasen felsefede Thales’ten beri bilinen ve Spinoza’nın da temsilcilerinden biri olduğu “ilahi bir kudret dahilinde belirlenen kaçınılamaz sonun mevcut olduğu” öğretisi olarak tanımlanan Determinizm isimli bir görüşün eseridir. Bu görüş İslam dünyasında da hâkim olmuş ve Müslümanlar zamanla kader kelimesinin ne anlama geldiğini unutmuşlardır.
Örneğin ünlü tasavvufçu Cemalnur Sargut ‘Kader değişir mi?’ sorusuna şöyle bir yanıt veriyor:
-Kader asla ve asla değişmez ama kaderi yaşama biçimimizi değiştirebiliriz; örneğin evlat kaybetmek kaderdir ama eğer manevi aşkla dolu iseniz o zaman kaderi çok acılı karşılamıyorsunuz. Bilakis Allah’ın bana selamı diyerek karşılıyorsunuz. Yerleri gökleri inletip insanları da üzmüyorsunuz.
Cemalnur Sargut’un yorumu başta sorunsuzmuş gibi görünebilir. Ancak ‘asla değişmeyecek kaderi kabullenme ve sonuçlarını Allah’ın selamı olarak algılayıp önemsememe‘ anlayışı farkına varmasak da sorumluluk bilincini ve vicdani yükü ortadan kaldırıyor. Aslında bizim hayr sandığımız olaylarda şer, şer sandığımız olaylarda hayr olabilir. Fakat zaten olacakları değiştiremezdik dersek ne lösemi hastası çocuklar için kemik iliği bağışlamamıza ne de masum bir vatandaşa çarpan trafik magandasını cezalandırmamıza gerek kalmaz. Hatta magandanın vicdan azabı çekmesini bile engeller. Evet olan çoktan olmuştur, geçmişi değiştirmek mümkün değildir fakat bu olacak her şeyin bireylerin tercihlerinden bağımsız gerçekleşeceğini göstermez. Kararlar ve bu kararların ardında sorumluluklar her zaman olacaktır, olmalıdır.
Yine Cübbeli Ahmet olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü bu konuda şöyle bir beyan veriyor:
-Kader alın yazısıdır. Kaçırdığına üzülme çünkü o zaten ezelden sana yazılmamıştır. Sen ister çalış ister çalışma mevlam sana bunu yazmış mıydı? O zaman senin bunda çok bir tesirin yok. İmtihana girdin kazanamadın, şöyle olsaydı (çalışsaydım) kazanacaktım diyor halbuki madem ki olmadı o zaten hiç olmayacaktı. Zaten ezelde yazılmıştı.
İşte buradaki kader yorumu günümüzde birçok insanın da sahip olduğu, kaderci bakış açısıdır. Bu düşünceye göre eylemlerimiz; Allah tarafından yazılmış bir metinde yer alır ve ne yaparsak yapalım değiştirmemiz mümkün değildir.
Örneğin etrafımızda başlayan salgına karşı uzmanların “İmkânınız varsa evinizden çıkmayınız” uyarılarına rağmen, “Biz Allah’tan gelene teslim olmuşuz, kaderimizde varsa nasıl olsa öleceğiz. küçücük bir virüsten mi korkacağız?” diyen vatandaşların bu şekilde tepki vermesinin nedeni de kendilerine öğretilen çarpık kader anlayışlarıdır.
Kaderci anlayış özgür iradeyi reddederek sorumluluk düşüncesini de ortadan kaldırmaktadır. Eğer bu olay benim kaderimde yazılmış ise o zaman kendimi yahut çevremi değiştirmek için bir şey yapmama, geçmişten ders alıp geleceğe yön vermeme ne gerek var?
Spinoza özgür irade hakkında şunu söylemiştir:
Eğer aşağı doğru akan su düşünebilen bir varlık olsaydı, kendi özgür istenci ve iradesiyle aşağı doğru akmakta olduğunu düşünürdü.
Belli ki Spinoza da pek çok felsefeci gibi özgür iradenin bir illüzyon olduğunu düşünmektedir. Benzer düşünce İslam dünyasında “İnsan davranışları Allah’ın zorlayıcı (cebri) tesiriyle meydana gelmektedir” öğretisini savunan Cebriyye adıyla anılan akımda da mevcuttur.
Kaderci anlayışa yakın tarihten bir örnek de Osmanlı Devleti’nde yanlış kararlarından dolayı peş peşe yenilgilerden sorumlu tutulan Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin hemen ‘Kaderin Sarsılmaz Otoritesi Altında İnsanın Konumu’ isimli kitabı kaleme almasıdır. Benzer şekilde ABD Başkanı Richard Nixon da dünyayı tehdit ederken: “Tanrı Amerika ile beraberdir ve Tanrı Amerika’nın yönettiği bir dünya istiyor” diyerek cinayetlerini kader (Tanrı yazgısı) üzerinden meşrulaştırmaya çalışmış hatta bununla da yetinmeyip bizim ülkemizde de pek çok şeyhin, hocanın, alimin, siyasinin, önderin yaptığı gibi ‘Allah böyle buyurdu‘ diyerek yani Tanrı adına konuşarak ortak koşma gafletinde bulunmuştur.
2. Kader Risalesi
Aslında İslam dünyasında Kaderci anlayış, Emeviler döneminde hükümranlığını Allah’ın yasası gereği halka diktayla kabul ettirmek isteyen ve karşı çıkanları Allah’a karşı çıkıyormuş gibi sunarak infaz eden bir anlayışın neticesinde günümüze dek ulaşmıştır. En çarpıcı örnek 5. Emevi Halifesi Abdulmelik bin Mervan (646-705) döneminde yaşanmıştı. Kendisi muhaliflerine karşı acımasızlığıyla ün yapmış bir liderdi. İktidarını Allah’ın kaderi olarak sunup kararlarına ve hükümranlığına karşı geleni kadere karşı gelmekle suçluyor hatta cezalandırıyordu. Kaderci anlayışın o günkü temsilcisi Abdulmelik bin Mervan 695 yılındaki haccında; “Ben Osman gibi biçare, Muaviye gibi yumuşak, Yezid gibi fikri kıt bir halife değilim. Bana karşı davranışınız düzelinceye dek sizi kılıcımla tedavi ederim. Kim bana Allah’tan kork derse kafasını oracıkta uçururum” demiştir. Rivayet olunduğuna göre Abdulmelik bin Mervan, Amr bin Saîd’i katlettiği zaman halka şöyle ilan edilmesini emretmiştir: “Müminlerin emiri, dostunuz Amr bin Said’i Allah’ın ezeli kazası ve yürürlükte olan kaderi gereği öldürtmüştür.”
İşin ilginç yanı bu anlayış aynı dönemde yaşayan, Mutezile görüşünün kurucusu Vasıl bin Ata’nın hocası Hasan El Basri (642-728) isimli düşünürü de rahatsız etmiş ve konu hakkındaki tutarsızlıkları dile getirmeye başlamıştır. Hasan El Basri’nin kader konusunda kendisine muhalif görüşleri nam salmaya başlayınca Halife, Hasan el Basri’ye mektup yazarak aba altından sopa göstermek ister;
“Müminlerin emiri senden gelen kaderin niteliğine dair bu görüşü reddediyor. Derhal bu konudaki görüşünü ve bu işte neye dayandığını yaz. Bu görüşü Allah resulü’nün ashabından gelen bir rivayetten mi aldın yoksa kendi reyince mi bu görüşe vardın? İyi bil ki biz senden önce bu konuda tartışmış ve bunları konuşmuş birini duymadık. Selam olsun.”
Bunun üzerine Hasan el Basri halifeye yanıt olarak bir risale kaleme almıştır ve bu risale İslam dünyasında kader hakkında yazılmış ilk metin olarak kabul edilmektedir. Kader Risalesinde gördüğüm çarpıcı örnekleri sizlerle de paylaşmak istiyorum:
“Ey Müminlerin Emiri, Bilmiş ol ki Allah’ın emrine, kitabına, adaletine muhalefet edenler, dini işlerinde aşırı giderler ve işi kadere yüklerler. Oysa dünya işlerinde bu anlayışı benimsemezler. Dünyevi haklarını alıncaya kadar çabalarlar. Eğer ona ‘Malını mülkünü muhafaza için dükkanının kapısını kapama. Zira Allah’ın sana bahşetmiş olduğu nimetler hususunda kapıyı kapaman sana hiçbir yarar sağlamaz’ desen, bunu yadırgar fakat aynı kişi dini işlerini kadere havale eder.”
“Ey Müminlerin Emiri, kendisine uyulacak kimselerin başında gelen atamız Adem (as) Rabbine isyan ettiği zaman ‘Biz kendimize zulmettik, bizi bağışlamaz ve bize rahmet etmezsen elbette hüsrana uğrayanlardan oluruz’ [7:23] demiştir. O ‘Allah’ım bu senin kaza ve kaderindir’ dememiştir. Yine Musa (as) da bir cana kıydığı zaman ‘Bu Şeytan’ın amelidir, şüphe yok ki o kişiyi yoldan çıkaran açık bir düşmandır. Rabbim ben kendime zulmettim, Benim günahımı bağışla’ [28:15]. Musa bile bu şeytandandır diyor, cahiller kalkmış bu fiil Rahman’dandır diyor!”
“Ey Müminlerin Emiri, Allah kullarını yaptıkları işlere mecbur ve mahkum etmemiştir. Fakat O ‘Eğer siz şöyle yaparsanız, ben de şöyle yaparım’ demiş. Onlara kendine kulluk etmeyi, dua etmeyi ve kendinden yardım istemeyi emretmiş olduğu halde onlara yaptıklarının karşılığını da vermiştir. (İnsan için çabasından başkasının karşılığı yoktur [53:39]).”
“Bir de diyorlar ki: ‘Allah insanlardan bir kısmının kafir olacağını elbette bilmektedir. Artık onların iman etmeye güçleri yetmez. Çünkü Allah’ın bilmesi buna manidir’. Bu durumda onların sözü şu manaya geliyor; Allah kullarına yapamayacaklarını yapma sorumluluğunu, terk edemeyecekleri şeyleri terk etme sorumluluğunu yüklemiştir. Halbuki Allah hiç kimseye gücünün üstünde yük vurmaz [2:286]. Zira Allah küfrün onların seçimiyle olacağını bilir. Fakat onlar bu durumu iradelerinin dışında kalan uzunluk, kısalık, suret ve renkler gibi asla dışına çıkamayacakları hususları Allah’ın bilmesine benzettiler. Bu ikisi farklı şeylerdir. Onlar Allah’ın kendilerini iman ve adalet konularında sınamak için sunmuş olduğu seçme hakkını kullanabilme kudretine sahiptiler.”
“Ey Müminlerin Emiri, Yüce Allah’ın kullarına bir şeyi görünürde yasaklayıp da, cahillerin iddia ettiği gibi, sonra o şeyi gizlice takdir etmesi olacak iş değildir. Eğer durum böyle olsaydı ‘Dilediğinizi yapın [41:40]’ demez, ‘Benim sizin için takdir ettiklerimi yapın’ derdi. Yine ‘Dileyen iman etsin, dileyen inkar [18:29]’ demez, bilakis ‘Kimi diledimse o iman etsin, kimi diledimse o inkar etsin’ derdi.”
“Ey Müminlerin Emiri, asla şöyle deme ‘kullarına yasakladığı şeyleri onlara yine o takdir etmiştir, önce emretmiş sonra emrini yerine getirmelerine mani olmuştur, onlara kaza ve kader kıldığı şeylere rağmen peygamberler göndermiş ve aşmaları mümkün olmayan engeli aşıp da davete icabet edemediler diye sonsuza dek onlara azap edecektir’ Allah bu tür isnatlardan beridir, mutlak yüce ve eşsiz büyüktür.”
Neticede Allah insanın dilemesini dilemiştir ve bu dileme insanın ahlaki sorumluluğunun temelini oluşturur. O temel yıkılırsa insandan sonuçlarını düşünerek davranmasını kimse bekleyemez. İnsana seçme yeteneği yani iradeyi vermesi de Allah’ın takdiridir.
3. Kader Nedir?
“Kadermiş!” öyle mi? Hâşâ bu söz değil doğru:
Belânı istedin Allah da verdi… Doğrusu bu!
Talep nasılsa, tabîî, netîce öyle çıkar,
İradenin sana zulmetmek ihtimali mi var?
“Çalış!” dedikçe Şeriat, çalışmadın, durdun,
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun!
Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya,
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!
Mehmet Akif Ersoy
Kur’an’da kader “Ölçülü ve planlı iş yapmak, bir varlığı ölçülü, oranlı, planlı olarak oluşturmak” anlamlarına gelir. Kader ayrıca “yaratılış yasaları, varlık yasaları, fiziksel ve biyolojik yasalar, doğadaki ilahi mühendislik, varlıkların yapısal özellikleri” olarak da ifade edilebilir. Müdahale edilemeyecek, tedbir alınsa da değiştirilemeyecek, önlenemeyecek konular ve evrendeki yasalar kader kapsamına girmekteyken, tedbir alındığı zaman değiştirilebilir, önlenebilir konular kader kapsamına değil; sorumluluk, özgür irade kapsamına girmektedir.
Ülke gündemine oturan bir örnek, iki eşini öldürüp izdivaç programına katılan Sefer Çalınak’ın eşlerini ‘kader(in kaçınılmaz neticesi) olarak‘ öldürdüğünü ifade etmesi olmuştu. İki insanı öldürüp hala elini kolunu sallayarak dolaşması mı yoksa onları kader kurbanı olarak öldürdüğünü söylemesi mi daha tuhaf, yorumu size bırakıyorum. Ancak kader sorumluluklarınızdan ve vicdanınızın sesinden kaçmak için sığınabileceğiniz bir liman değildir. Kader ölçüdür, tasarımdır, bilimdir, fendir. Kader evrendeki yasalardır. Yer çekimi kanunu kaderdir, suyun 100 derecede kaynaması kaderdir, yağmurun yağması kaderdir. Ancak yağan yağmurun altında saatlerce ıslanıp hasta olmak kader değil cahilliktir. Bunun sorumlusu da yağmur değil yağmurun altında saatlerce kendini korumaya almadan bekleyen kişi veya bu duruma yol açan kişilerdir.
Bir başka örnek de; yan yana duran iki binadan, deprem halinde biri yerle bir olurken diğerinin sapasağlam ayakta kalabilmesidir. Binalardan hangisinin yıkılıp hangisini ayakta kalacağı kaderin kaçınılmaz neticesi midir? Yoksa esas suçlu süreci doğru yönetemeyen insanlar mıdır? Halbuki;
➡Mühendisler, mimarlar, müteahhitler işlerine maksimum özeni göstererek, depreme dayanıklı yapılar yaparak
➡Denetim kurumları işlerini eksiksiz yapıp usulsüz hiçbir işe göz yummayarak, uygunsuz imar vermeyerek, maddi menfaatler uğruna imar planlarının dışına çıkılmasına müsaade etmeyerek
➡Yasa koyucular ihmalkarlara, tedbirsizlere, sorumsuzlara caydırıcı yaptırımlar uygulanmasını sağlayarak
➡Halk, depremde hasar göreceği aşikâr olan dayanıksız, eski binalarda oturmayı tercih etmeyerek
kaçınılmaz bir yasa olan depreme karşı önlemlerini almış ve kendilerini korumuş olurlar.
Kısacası halk arasında yaygın olan ‘Tedbirini terk eyle, takdir Hüdanındır‘ ya da ‘Tedbir takdiri bozmaz‘ gibi sözler yerine ‘Takdire tedbir insanın özgür irade ve sorumluluğunun kaçınılmaz yaptırımı olmalıdır‘ görüşünü Kur’an’a daha uygun buluyorum.
✍️Kaderci anlayış özgür iradeyi reddederek sorumluluk düşüncesini de ortadan kaldırmaktadır.
Eğer bu olay benim kaderimde yazılmış ise o zaman benim kendimi yahut çevremi değiştirmek için bir şey yapmama, geçmişten ders alıp geleceğe yön vermeme ne gerek var?
— M. Zahid Özdaş (@mzahidozdas) June 6, 2020
Ayrıca ‘bilinçli olarak yanlışı tercih edip sonra da olacakla öleceğe çare yok demek; olmayınca kader, bulamayınca kısmet, yapamayınca nasip diye adlandırmak‘ eleştirisini yerinde bir mizansenle aktaran Güldür Güldür Show isimli dizinin Nasip Değilmiş skecini de izlemenizi tavsiye ederim:
Güldür Güldür Show 219.Bölüm – Nasip Değilmiş
Kaynakça:
1. Hasan el Basri’nin Kader Risalesi ve Şerhi (Mustafa İslamoğlu)
2. Safahat – Dördüncü Kitap – S.267-8 (Mehmet Akif Ersoy)
3. Cemalnur Sargut’un bahsi geçen cümleleri
4. Cübbeli Ahmet olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü’nün bahsi geçen cümleleri
5. https://okudusunsorgula.blogspot.com/2020/01/gecmis-olsun-elazg.html
Birçok bakış açısından ,kişilerden yararlanarak bakmış olmanız güzel her kesime hitap edecek cinsten bir yazı olmuş.Kaleminize sağlık.
Bu güzel yorumunuz için teşekkür ederim 🙂
Zahid hocam eline saglık güzel bir yazı olmuş umarım bir çok kişiye ulaşır…
Teşekkür ediyorum, paylaşmayı unutmayalım 🙂
kalemine, emeğine,güzel düşüncelerine sağlık
Teşekkür ediyorum 🙂
Mahlûkat içinde hayvanat bile doğanın kuralını bilir,vakti geldiğinde yaşamını idâme edebilmek için farklı yerlere göç eder.Nitekim bu mahlûkat içerisinde beşer kaideleri bilmez de kafasını taşlara vurup,”Kaderimdir!” deyip boyun büker,güyâ sabreder.
Aslında yazınız yayınladığı gün okumuştum lâkin yorum yapmak için daha uygun bir vakit bekledim.Söz konusu kavrama her noktasıyla anlaşılır bir şekilde değinmişsiniz.Toplumda kanıksanmış durumları ele almanız fevkalâde iş doğrusu.Bunun için çok teşekkür ederim.
Müzikte nasıl istek parça isteniyor da müzisyen onu dile getiriyor ve dinleyici memnûn oluyorsa emin olun siz de bu yazıyla nice okuyucuyu memnûn ettiniz.Eğer sizden bir “istek yazı” dileyecek olsaydım,kaleminizden sabır mefhumunu da okumayı dilerdim.
Selâmlar.
Naime Hanım bu güzel yorumunuz için çok teşekkür ediyorum. Dilim döndüğü, gücüm yettiğince naçizane bir şeyler karalamaya çalışıyorum. İnşallah ‘sabır’ konusunda da bir şeyler yazmak isterim. Tavsiyenizi dikkate alacağım.
Sevgilerimle.