1520’nin eylülünde Koca Sultan Selim, halk arasında yanıkara denen “şirpençe” hastalığı dolayısıyla dünyaya veda etmişti. Bir yiğit devrilmişti ama arkasında en az onun kadar yiğit olan oğlu Kanuni Sultan Süleyman vardı.
İçindekiler
Kanuni’nin Dünyaya Gelişi
1495’in 27 Nisan’ında Trabzon’da Yavuz Sultan Selim’in biricik eşi Hafsa Hatun nur topu gibi bir erkek evlat dünyaya getirmişti. Sıra bu yavruya isim vermeye geldi. Yüzlerce ismin arasından ona Süleyman ismi verildi.
‘’İsmi Süleyman olsun Hazreti Süleyman gibi taht ve baht sahibi olsun.’’
Kanuni’nin Eğitimi
Her şehzade bir gün Osmanlı’nın başına geçecekmiş gibi yetiştirilir. Birçok şey anlatılabilir bu konuda ancak saltanatı süresince yaptıkları göz önünde bulundurulursa nasıl bir eğitim ve terbiyeden geçtiğini anlayabiliriz.
Aslında bu başlık altında söylemek istediğim şey okuduğum bir kitapta gözüme çarpan İngiliz yazar Thorton’un bir sözü;
‘’Türklerin ahlâki, çocuklukta iyilik telkini alarak değil, toplumda kötü örnek görmeyerek gelişir.’’
Tek erkek evlat Süleyman
Süleyman, Selim’in tek erkek evladıydı. Selim daha önce gördüğü taht mücadelelerini, kardeş kavgalarını ve sonucunda devletin kayıplarını göz önünde bulundurarak Süleyman doğunca ‘’ başka erkek evladım olmasın’’ diye ettiği dua kabul olmuştur kim bilir.
Şehzade Süleyman
Şehzadelerin devlet yönetiminde tecrübe kazanması ve bulunduğu yerlerde otoriteyi sağlamak için sancağa çıkarılırlardı. Şehzade Süleyman da bunun gereği olarak Manisa sancak beyiydi.
Muhibbi
Kanuni Sultan Süleyman aynı zamanda iyi bir şairdi. Şiirlerinde Muhibbi mahlasını kullanırdı. Hepimizin de bir yerlerden duyduğu şu iki dize Kanuni’ye aittir.
”Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi…”
Osmanlı’nın yeni sultanı
Babası Yavuz Sultan Selim’in vefatıyla tahtın tek varisi olan Şehzade Süleyman artık Osmanlı’nın yeni efendisiydi.
Saltanatı süresince Batı ve dünya onu Muhteşem, kendi milletiyse Kanuni olarak selamladı. Adaletiyle nam salmıştı çünkü. Herkesin hakkını gözetir, haksızlık yapmamaya son derece dikkat eder ve devlet adamlarına sürekli bunu söylerdi; ‘’Haksızlık yapmayınız’’
Hadi o halde Kanuni Sultan Süleyman’ın adaleti, hak ve hukuka bağlılığıyla ilgili birkaç hadiseye göz atalım.
Henüz hükümdarlığının çiçeği burnundayken babasının nedimi olan Hasan Can’ı huzuruna çağırmış ve 3 soru sormuştu:
Elçiye zeval olmadığı halde babam Selim Han, İran elçilerini hangi hakla hapsettirmiştir?
Şah İsmail’in Çaldıran’da esir edilen nikâhlı karısını ne hakla bir başkasına nikâhlamıştır?
İpek tüccarlarının malları hangi hak ve kanuna istinaden müsadere edilmiştir?
Gelen cevaplar Kanuni Sultan Süleyman’ın vicdanını rahatlatmamıştı. Bunun sonucunda Kanunname-i Âl-i Osman’ı hazırlamıştır. Bu kanunlar öylesine ince düşünülmüştür ki birisinin tarlasına girip zarar veren kişinin, hayvanın sahibine vereceği cezaya kadar düşünülmüştür.
Bu düşünceler size de masumiyet karinesi tabirini hatırlatmıyor mu?
Misallerden bir diğeri;
Kanuni Sultan Süleyman Kâğıthane’de ava çıkmıştır. Bu sırada Bizans devrinden kalma su yollarına ait kalıntılara tesadüf eder. Bunların tamir edilmesi halinde sayısı gitgide artan payitahtın su ihtiyacını karşılayabileceğini düşünür. Su işlerinde tecrübeli bir mühendis buldurur. Bu mühendis Nikola adında bir Rum’dur. Planını anlatır ve işe başlamasını emreder. Fakat bu iş Vezir-i Âzam Rüstem Paşa’nın kulağına gitmiştir. Padişahın kendisine haber vermeden bu işe kalkışmasını hükümete müdahale sayan Rüstem Paşa Nikola’yı nezarete attırır. Mühendisin işin başında olmayışı Kanuni Sultan Süleyman’ın dikkatini çeker ve bu konuyu araştırır. Rüstem Paşa’nın mühendisi nezarete attırdığını öğrenir ve derhal bir ayak divanı(halk divanı ki bu toplantılar halkın önünde yapılırdı.) tertipleyip Rüstem Paşa’ya sorar;
Su mühendisi gayrimüslimi niye hapsettin?
Rüstem Paşa, dünya tarihine bir hukuk dersi olarak geçen cevabını hiç tereddütsüzce verir:
‘’Hünkârım! Benim haberim olmadan sen böyle işlere karışamazsın ve devletin başına keyfi kararlarınla bir masraf kapısı açamazsın. Bu işi hükümet tetkik edecek ve eğer icap ederse suyu hükümet getirecektir. Seninle temasına mani olmak için mühendisi ben nezarete aldırdım. Çünkü benim salahiyetime sen müdahale edemezsin”
Bu ağır cevap karşısında Muhteşem Süleyman ne yaptı dersiniz?
Padişahın hükmüne karşı gelinmez, padişahın hükmüne karşı gelmenin cezası ölümdür, tez vezir-i âzamın boynunu vurun mu dedi ya da seni azlettim bütün malını mülkünü hazineye aktardım. Var belanı Allah’tan bul! diyerek sürgüne mi gönderdi, tabii ki hayır. Sadece boynunu büktü, vezir-i âzamına hak verdi, salahiyetini aştığını kabul edip özür diledi:
Vezirim, bildiğin gibi yapasın!
Gerçekten de birçok örnek var ve arasından seçim yapmak zor ama bu olayı anlatmasam içimde ukde kalır.
Kanuni Belgrad fethinden dönmektedir. Birden yaşlı bir kadın önüne fırlar ve bağıra bağıra konuşmaya başlar:
‘’Padişahım! Askerlerin dün gece evimi yağmaladı. Her şeyimi aldılar, şimdi nereye gideyim? Çocuklarımı nasıl geçindireyim?’’
Kanuni, dudaklarında bir tebessümle konuşur:
‘’Evinin basılması seni uyandırmamış da ancak bu sabah olanların farkına varmışsın. Çok derin uykuya dalmışsın…’’
Kadının cevabı serttir:
‘’Evet, padişahım buyurduğunuz gibi çok derin bir uykuya dalmışım. Çünkü sizin, emniyet ve selametimiz için uyanık bulunduğunuzu zannediyordum!”
Köylü kadının öfkeli ama zarif ve hakikati ifade eden cevabı, Kanuni’nin o kadar hoşuna gider ki, kadının eşyalarıyla birlikte baskıncılarının da bulunup cezalandırılmasını, köyün yıllarca vergiden muaf tutulmasını ve kadına 20 altın verilmesini emreder.
Kanuni’nin göreve gelir gelmez babasının adil olmadığını düşündüğü hükümlerini sorgulaması, su olayı hadisesinde halk divanında vezirinden özür dilemesi ve köylü bir kadının kendisine adeta ders verircesine konuşmasından hiç öfkelenmeyip meseleyi çözmesi adalete, hukuka, hakka ne kadar bağlı olduğunun bir göstergesi değil midir?