Eline aldığı tükenmez kalem bitiyordu. Sanki ona engel olmaya çalışan bir işaretti bu durum. Ya da onun kendince büyük isyanına bir başkaldırıydı. Kendisi hayatı boyunca onca engele boyun eğmişti. Ama kaleme karşı gurur yapmış olacak ki kalemi tek hamlede iki eliyle kırdıktan sonra gelişi güzel çöp kutusuna doğru fırlatmıştı. Hayatın ona yaptığını o da kendince kaleme yapmıştı.
Kalem kutusunda eski bir kurşun kalem kalmıştı. Onla yazmak istemedi mektubun son satırlarını. Çünkü kurşun kaleme baktıkça kendini görüyordu. Kimse işi düşmedikçe eline almamış bir köşede onca güzel kalem arasında yok olmuştu. Böyle önemsiz ve eski bir kaleminde kendince büyük bu isyanın son satırları olamazdı asla. Bu gurur daha güzel kalemlerin olmalıydı. Hayatı hep kötü yazılarla dolu olsa da bu son satırları güzel olacaktı.
Ayağa kalkıp odanın girişinde yer alan komodinin çekmecelerini karıştırmaya başladı. Burada bulduğu tek şey beyninde yanan isyanın ilk kıvılcımına sebebiyet veren o eski fotoğraftı. Kendini odadan dışarı attı. Salonda yer alan dolabın üst rafında babasının eski eşyalarının yer aldığı kutu geldi aklına. Kutuya erişmesi kısa boyu nedeniyle zordu. İlk önce mutfağa uğrayıp bir sandalye aldı. Daha sonra sandalyenin üstüne çıkarak dolabın en üstünde yer alan eski kutuyu aşağı indirdi. Zihnindeki dağınıklık onu da etkilemiş olacak ki sandalyeyi salonun ortasında bırakıp hızlı adımlarla odasına geldi.
Kutuyu yavaşça masanın sol tarafına bıraktı. Hızlı ve hırçın davranması gerektiğini düşünse de yavaş ve nazikçe davranıyordu. Çünkü bu kutu babasının anılarıyla doluydu ve bu anılara saygı duyuyordu. Kutuyu ilk açtığında karşısına birkaç fotoğraf çıkmıştı. Fotoğraflar arasından en beğendiği anne ve babasının düğün fotoğrafıydı. Beynindeki ateşi daha da alevlendirecek göz yaşları fotoğrafa damlamıştı. Her şeyi bir kenara bırakıp hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordu ama bu sefer başarısız olamazdı. Ağlamanın zamanı değildi şimdi. Fotoğrafları kutunun dışına bir kenara bıraktıktan sonra kutu içinde tekrardan kalem aramaya başladı. Birkaç saniye geçmedi ki kırdığı tükenmez kaleme benzer bir kalem bulmuştu. Daha demin kırdığı kalemle beraber çöp kutusuna attığı heyecanını şimdi yeniden bedeninde hissetmeye başladı. Tekrar yazısına dönmek istedi. Ama önce masanın üstünü toplamalıydı. Kutunun içene fotoğrafları ve çıkardığı diğer eşyaları koyarken bir yandan da beynini korku kemiriyordu. Kalemin burada işi neydi? Ya yazmaz ise onca harcadığı vakit ne olacaktı? Beynini kemiren bu sorular korkuya da neden oluyordu kendinde. Yine isyanına hiçbir şeyin engel olmasını istemiyordu. Bu kaderin isyanına engel olmak için yaptığı bir oyun olabilirdi. Korku bu sefer sinire, sinir ise yine kaba kuvvete dönüşmüştü. Kaderin ona hayatı boyunca uyguladığı kaba kuvveti o şimdi kaleme uygulayarak kendince kadere bir ders verecekti. İlk hamlede kalemi ortasında kırmak için zorlasa da başaramamıştı Derin bir nefes alıp ikinci defa kalemi kırmayı denediğinde artık isyanına engel olacak bir şey kalmamış ortada. Kırık kalem parçalarını diğer kalemin yanına, çöp kutusuna fırlattıktan sonra aklına o muhteşem Yeşilçam repliği gelmişti; “Bu da mı gol değil hâkim bey?”
Kendi kalemini kendisi seçmeliydi. Kalemi onun bu isyanındaki en büyük askeriydi. Bu büyük askeri kendi seçerek kendince o kalemi kutsamış olacaktı. Ayağa kalktı yatağın üstünde duran paltosunu giydi. Paltonun içindeki bozuklukları masanın üstüne döktü. Bozuklukların kalem almaya yeteceğini düşünmüyordu. Yine odanın girişindeki komodinin yanına gitti. Daha birkaç dakika önce kalem ararken sert davrandığı komodine bu sefer nazikçe davranıyordu. Komodinin orta çekmecesinde aradığı cüzdanını bulmuştu. İçinde sadece bir onluk banknot vardı. Banknotu hemen paltosunun cebine bozuklukların yanına koyduktan sonra evin kapısına doğru yöneldi. Peki ya isyanı ne olacaktı? Evde onu yalnız başına bırakamazdı. Tekrar odaya geri gelip saman kağıdını katlayıp paltosunun boş cebine koydu. Artık isyanı güvendeydi, kader onun bu isyanını engelleyemeyecekti. Şimdi ilk yapması gereken ona bu isyanında zaferi getirecek o kalemi sokağın başındaki kırtasiyeden almasıydı.
Sokağa ilk adımını attığında hala başarısızlıktan korkuyordu. İsyanının paltosunun cebinde güvende olduğunu düşünse de kaderin yine onu engelleyeceğini düşünüyordu. Aklını korku haricinde başka şeylerle meşgul etmesinin daha doğru olacağını düşündü. Bunun için en çok eğlendiği şeyi yapmak istedi; sevdiği müzikleri ıslık çalarak çalmaya çalışmak. Elini paltosunun cebine soktu ve ilk olarak ıslıkla Barış Manço’nun Gülpembe şarkısını çalmaya çalıştı. Aklını bu sayede korku gibi düşüncelerden uzak tutup eğlenceli şeylerle meşgul ediyor ve aklına yaşadığı eski güzel anılar geliyordu. Üçüncü şarkıyı bitirdiğinde sokağın başına varmıştı.
Kırtasiye yolun karşısında yer alıyordu. Yaya geçidinden yolun karşısına geçtikten sonra hayranlıkla kırtasiyenin önünde durdu ve kırtasiyeyi izlemeye başladı. Tahta döşemeleri, dışarıda yer alan kartpostalları, kırmızı kapısı ve kapısına yapıştırılmış kitap afişleri ile kırtasiye hep onun ilgisini çekmişti. Bedeninin yorulduğunu ve güçsüz kaldığını hissetmişti kırtasiyenin kapısını açarken. Kırtasiyenin içine adımını attığında isyanı için önemli bir yere geldiğini düşündü ve heyecanı daha da katlandı. Tükenmez kalemlerin yer aldığı rafın önüne doğru yöneldi.
İsyanının ilk satırlarını mavi bir tükenmez kalemle yazdığı için alacağı kaleminde mavi olması gerektiğini düşündü. Eğer böyle bir gereklilik olmasaydı rafın önüne gelir gelmez ilgisini çeken en üst sıradaki kırmızı kalemden başka kalemi almayacağına emindi. Alt sırada yer alan mavi tükenmez kalemler arasında kararsız kalmıştı. Mavi renk onun için bir şey ifade etmiyordu.
Kırtasiyede bir gözü ile saati aramaya başladı. Saat kasiyerin arakasındaki duvarda yer alıyordu. Saatin akrebinin ikinin üstünde olduğunu görünce artık aceleci davranması gerektiğini düşündü. Çünkü saat altı olmadan isyanını tamamlayıp postalamalıydı. Mavi kalemler arasından gözünü kapatıp rastgele birini seçti. Eline aldığı ilk kalemi beğenmediği için ikinci kere şansı denemek istedi. İkici seferde biraz daha seçici davranmıştı. Bu sefer seçiminden memnundu. Hızlı adımlarla kasaya doğru yöneldi. Onluk banknotu kasiyere doğru uzatıp fiş ve para üstünü beklemeden kendini dışarı attı. Artık bundan sonra yaşayacağı her zaman kaybını kaderin bir oyunu olarak görmeye başlamıştı. Yaya geçidinin önüne geldikten sonra kırmızı ışığın yandığını görünce tekrardan sinirlendiğini hisseti. Zihninin içinde bir yerde sanki kaderi onunla dalga geçiyor, onu izleyip kahkahalara boğuluyordu. Buna izin veremezdi. Hemen eve gitmeliydi. Hızlı adımlarla kendini yola atmasıyla acı bir fren sesini duyması bir oldu. Son bir tebessüm etti kaderine ve “yine sen kazandın” demekten başka bir şey gelmedi elinden.
30’lu yaşlarında bir erkek cesedi vardı trafik polisinin karşısında. Cesedin üzerinde herhangi bir kimlik bilgisi yer almıyordu. Sokak üzerinde yer alan esnafa sorulduysa da kendisini tanıyan kimse çıkmamıştı. Bu yüzden merkeze kimsesiz ölü olarak bildirilmiş ve kimsesizler mezarlığına defnedilmişti.
Cesedin üzerinden ise birkaç bozukluk, kırılmış bir mavi kalem ve bir saman kağıdı çıkmıştı. Saman kağıdının üzerinde yer alan mektupta ise sadece son kısımda yer alan bir şiir okunabilmekteydi. Mektubun geri kalanı kan lekeleri ve tekerlek izleri nedeniyle mahvolmuştu. Polis şiire göz gezdirmiş ve şiir polisin çok hoşuna gitmişti. Bu yüzden olsa gerek ki rapor kağıdına kimlik bilgileri kısmını Kimsesiz Şair olarak doldurmuştu. Rapor işlerini hallettikten sonra şiiri temiz bir kağıda geçirip büronun girişinde yer alan panonun sol üst köşesine asmak istedi.
Kim yalnız?
Duygularım var benim,
Issız gecede ay olup karanlığımı aydınlatan.
Göz yaşlarım var benim,
Kara kışın soğuğunda sırdaş olup gönlümü ısıtan.
Hüzünlerim var benim,
Ansız vakitte söylediğim türkülere arkadaş olan.
Kim yalnız?
Yalanlarım yok hayatıma kattığım,
Sahte mutluluklarım yok göz yaşlarımı sakladığım,
Keşkelerim yok geçmişe pişmanlıkla baktığım.
Kim yalnız?
Ben varım sessizlik var,
Bazen sessizliği parçalar gözyaşları,
Ya da derin bir serzenişim böler sessizliği,
Sessizliğim bozar yalnızlığımı.
Ben varım benim yalnızlığım var.
Bedenlere gizlenmiş sahtelikler,
Sahtelikle yoğrulmuş ruhlar,
Ruhlara işlenmiş pişmanlıklar,
Yok benim yalnızlığımda.
Ben varım benim yalnızlığım var.