Her imparatorluğun bir ömrü vardır ve bu ömrü dolduğunda yıkılmaya mahkum olur. Osmanlı da bu kaderi yaşamıştır. Son demlerinde Balkan Savaşları’nın üstüne bir de I. Dünya Harbi‘yle birlikte tamamen çökme noktasına gelen Osmanlı’nın yapısı yıkılmaya başlamıştır. İşgal devletleri Mondros Ateşkes Antlaşması’na dayanarak Osmanlı’yı işgal etmeye başlamaştır. İşgalden rahatsız olan bu millet, kurtuluş ve istiklal uğrunda mücadele etmiş ve bu mücadeleyi kazanmıştır. Peki bizim İstiklal ve Kurtuluş mücadelemiz nasıl kazanıldı? Bu soruya Gazi Mustafa Kemal Paşa şöyle diyor: “Telgraf telleriyle” [1]
Atatürk’ün Nutuk’unu okuduğumuzda göze bir şey çarpar. Atatürk ve silah arkadaşları bu mücadeleyi yürütürken bütün bilgi akışını telgraflarla yapmışlardır. İtilaf Devletleri’nin veya İstanbul Hükümeti’nin yazılarla göndeirlen bilgileri anlayamaması için telgraflar her zaman şifrelenmiş ve öyle yollanmıştır.
Emir ve istihbaratın sağlandığı telgraf mesajlarını iletmek ve almak için telgrafhanelerde memurlar bulunurdu. Bu görevliler Kurtuluş Savaşında çok önemli görevler üstlenmiştir. Örneğin İngilizlerin İstanbul’u işgal edişini ve bölgedeki gelişmeleri her an Atatürk’e aktaran Manastırlı Hamdi Bey’e (Ahmet Hamdi Martonaltı) Atatürk şöyle teşekkür eder :
Bu hamiyetli ve cesur Manastırlı Hamdi Efendi olmasaydı İstanbul’da geçen bu acı olayları öğrenmek için, kim bilir ne zamana kadar bekleyip duracaktık. İstanbul’da bulunan nazır, milletvekili, komutan ve teşkilatımız adamları içinden, bir kişinin çıkıp da, zamanında bize haber vermeyi düşünememiş olduğu anlaşılıyor.
Demek ki hepsini heyecan ve çarpıntı kaplamıştı. Bir ucu Ankara’da bulunan telin İstanbul’da bulunan ucuna yanaşamayacak kadar şaşkın bir duruma gelmiş oldukları yargısına varmak, bilmem ki doğru olur mu? Telgraf memuru Hamdi Efendi sonradan Ankara’ya gelerek karargâhımız telgraf memurluğu yapmıştır. Kendisine borçlu olduğum teşekkürü, burada açıkça söylemeyi millî ve vatan görevlerinden sayarım. [2]
Bir başkası ise Samsun’da telgraf memur yardımcısı olan Ahmet Remzi (Coşkuner) Bey’dir. Bu memurun Atatürk ile olan anısı çok etkileyicidir :
Samsun telgrafhanesinde nöbetçi olduğum bir gece hava yağmurlu ve elektrik yüklü idi. O zamanlar paratoner sistemi olmadığı için telleri toprağa vermiştim.
Kapı nöbetçisi koşarak geldi ve Paşa geliyor dedi. Mustafa Kemal Paşa ciddi ve güven veren bakışları ile çalışma odamıza girdi.
Ayağa kalktım. ‘Buyurun Paşam!’ dedim.
‘Derhal Havza ve Amasya ile görüşmem gerekiyor!’ dedi.
‘Hava elektrikli. Telleri toprağa verdik. Sizi görüştüremem’ cevabını verdim.
Sonra şu konuşma geçti aramızda.
‘Bu konu vatanın kurtuluşu ile ilgilidir. Muhakkak görüşeceğim. Bir elini makineye koy, diğerini ben tutacağım, yıldırım çarparsa seni de çarpar beni de!’
‘Ama Paşam!’
‘Ya ölürüz ya vatan kurtulur!’
Ceketinin cebindeki ipek mendili çıkartıp maniplenin üstüne koydu. Benim için telleri devreye sokmaktan başka çare kalmamıştı.
Elimi bırakması için yaptığım ısrarlara aldırmadı ve elimi bırakmadı. Önce Havza’yı aradım. Derhal cevap geldi. Nöbetçi memur Kemal Paşa’nın adamlarının emir beklediklerini söyledi.
Paşa şifreli bir not verdi. Yazdım.
Gelen şifreli cevaba elimi bırakmadan baktı, alelacele bir şeyler yazdı. Onu da Havza’ya ilettim.
Sonra Amasya ile de şifreli bir görüşme yaptı.
Sonra elini sırtıma koydu ve ‘Oh, çok şükür vatan kurtuldu!’ dedi ve maiyeti ile birlikte gitti.
Birden aptallaşmıştım, ter içinde kalmıştım. Oturduğum yerden uzun süre kalkamadım.
Mustafa Kemal Paşa hayatını ortaya koyuyordu. Fes kapmaya gelmiş birisi olamazdı. O bir vatanperverdi.
Atatürk’e olan hayranlığım böyle yağmurlu bir gecede başlamıştır. [3]
Görüldüğü üzere Kurtuluş Savaşı cephedeki askerinden tutunda Telgrafhanedeki memuruna kadar bütün bir vatanın fertleriyle kazanılmış bir zaferdir. Bu zafer, Atatürk’ün de dediği gibi “Telgraf telleri” büyük rol oynamıştır.
Yani Kurtuluş Savaşı’na bir anlamda “telgraf savaşı” da diyebiliriz.
[1] = İstiklal Harbimizde PTT, PTT Genel Müdürlüğü Ankara 2009
[3] = Zülfi Livaneli / 19-03-2010 Vatan gazetesi – Livaneli’ye bu anıyı Ahmet Remzi Bey’in oğlu Dr. Şakir Coşkuner iletti.