Tarih denildiği zaman akla ilk gelen imge harp tarihidir. Tarihi, savaşlardan ibaret görmek çok büyük bir hata olsa da savaşın tarih akışında çok büyük bir rol oynadığını söylemek zorundayız. İşte bu açıdan düşündüğümüz zaman; Ok, Balta ve Mancınık Ortaçağda Savaş Sanatı (378-1515) isimli kitap çok önemli bir yer teşkil ediyor.
Çok ilgilisi olmasanız bile bilirsiniz ki lisans düzeyinin altında öğretilen tarih genellikle savaş tarihinden ibarettir. Halbuki tarih çok yönlüdür ve insan çok yönlüdür. Tarihin akışı savaş-ateşkes-savaş-ateşkes şeklinde olması mümkün müdür? Aslına bakılırsa ticaret, topluluk, hukuk, kültür gibi kavramlar savaşlar kadar değerlidir. Fakat bu alanlar araştırması ve incelemesi daha zor, daha zahmetli kısımlardır. Tahminimce bundan dolayıdır ki bu alanlar es geçilmektedir.
Bütün bu klasik girişten sonra, savaş tarihini de hiç bilmediğimizi söylemek istiyorum. Çünkü günlük okur harp tarihini şöyle zannediyor: “Sultan Alparslan 1071 yılında Bizans İmparatoru IV. Romen Diyojen ile Malazgirt Savaşı’nda karşı karşıya geldi ve muharebeyi kazandı. Böylelikle Anadolu topraklarının kapısı Türklere açıldı.”
Harp tarihi bu mudur? O saldırdı, şuna saldırdı ve sonuç şu oldu gibi bir sırayla çok yüzeysel noktalar gösterilebilir. Peki bu asker yüzlerce çeşit tür silah içerisinden hangisini kullandı, çeşitlerce zırh içinden hangisini giydi, at kullandı mı, nasıl mevzilendi, binlerce kişi nasıl ikmal edildi, erzaklar nasıl taşındı, insanlar nasıl kilometrelerce yürüdü, kar-kışın ortasında kalkanları etlerine nasıl yapışmadı, çölde kum fırtınasında nasıl kör olmadılar, salgın hastalıklardan nasıl korundular gibi bir çok soru sorulabilir ve bunlar çok önemli konulardır. Savaşı kimin kazanacağını ve sonucu belirleyen şey, orduların sayısal üstünlüğünden daha ziyade kimin suyu olduğuyla ya da kimin yorgun olmadığıyla daha çok ilişkilidir.
“…İsviçreliler düzlüğe doğru ilerlemeye başladılar. […] Charles bu ilerlemeyi karşılamak için merkezini geri çekmeye ve düşman merkezinin üstüne doğru gelirken her iki kanadını düşman kanatlarına doğru çark ettirmeye karar verdi. […] Yaklaşmakta olan kolun tam karşısında yer alan piyadenin geriye çekilmesi emredildi ve aynı anda sol kanadı yani Dük’ün ezici darbeyi indirmek için kullanmayı düşündüğü grubu takviye etmek için yedekler gönderildi. Burgonya orudusu asılnda Cannae’de Hannibal’a zafer kazandıran hareketi tekrarlamaya çalışıyordu…”
Bu yüzden harp tarihine bu açıdan bakmak gerekiyor. Gerçek anlamda savaş tarihine ilgi duyuyorsanız, bu alanda okuyabileceğiniz ilk kitaplardan birisi bu yazının konusu olan Charles Oman’ın Ok, Balta ve Mancınık isimli kitabıdır. Kitapta günlük okur için savaş tarihiyle ilgili ilginç ve hiç değinilmemiş bilgiler bulacaksınız. Bu ünlü yapıt, tarihin farklı zaman ve bölgelerinden farklı örneklerle savaşın nasıl yapıldığını size temel olarak anlatacak.
Kitapta birçok dönemden savaşlara değinilmiş. Türklerden de kısaca bahsedilen bir bölüm:
…Bu nedenle taktik bakış açısından Osmanlı savaşlarının en ilginci İkinci Kosova Savaşı’ydı (1499). Bu, Türk hattını pervasız bir saldırıyla yarmak için yapılan –Varna (1444) ya da Mohaç (1526) – gibi akılsızca bir girişim değildi…
378 yılından 1515 yılına kadar farklı milletlerden farklı savaşlara atlayarak harp tarihine getirilmiş yeniliklere değinilen bu kitapta sadece kılıçlardan da bahsedilmiyor. Askerlerin zırhları nasıldı ve ağır ya da hafif olmasının ne gibi etkileri oldu gibi soruları değerlendirirken aynı zamanda bir kale nasıl daha kolay ele geçirilebilir ve kaledekiler bunu nasıl engelleyebilir gibi konulara da değinmiş. Orduların nasıl konumlandıkları, askerlerin komutanlarına hangi anlamda bağlı olabildikleri de önemli oluyor tabi.
Aslında 1884 yılında ele alınan bir makale olarak Ortaçağda Savaş Sanatı (Ok, Balta ve Mancınık) eserinin üzerinden çokça zaman geçti. Fakat, günümüze yaklaştıkça toplamda 3 kez revize edilmiş ve mevcut bilgiler yenilenmiş. Bu yüzden bilgilerin zaman aşımına uğradığını düşünmeyin. İsmail Yavuz Alogan Türkçeye oldukça güzel çevirmiş. Ok, Balta ve Mancınık isimli kitabı, Kitap Yayınevi, 2013 – 4. Baskıdan okudum. Kitap Yayınevi oldukça güzel işler çıkarıyor. Savaş tarihine ilgi duyan duymayan herkese bu kısa, hafif fakat bir o kadar da değerli kitabı tavsiye ediyorum. İyi okumalar…
Vince sed ne nimis vincas: muzaffer ol, ama fazla değil; aşırı derecede sıkıştırılan düşman tehlikeli olur anlamında.