opera

Opera Nasıl Doğdu?

Opera, çoğunlukla ismini duyduğumuz ama detayları hakkında bilgi sahibi olmadığımız bir sanat dalı. Hatta bazılarımız bu sanata nüfuz etme noktasında oldukça zorlanıyor. Çünkü kültürümüze biraz yabancı olduğunu düşünüyoruz. Ama opera, birçok sanatın bir araya geldiği bir sanat dalı olduğu için hem çok önemli hem de çok değerli.

Opera tiyatro ve müziğin bir arada bulunduğu bir sanat dalıdır ve özellikle bu yönü ile ilgilerin odağı haline gelmiştir. Konusunu güncel olaylardan alabildiği gibi tarihten, mitolojiden ya da efsanelerden de alabilir. Peki opera nasıl doğdu, Türkiye’de operanın durumu nedir?

Sanatların Birleşimi: Opera

Birçok farklı sanatın bir arada yer aldığı operanın nasıl doğduğu ve kaynağından dünyaya doğru nasıl yayıldığı oldukça merak edilen bir konudur. Türkiye’de genele yayılma konusunda sorun yaşadığı için operanın diğer sanat dallarının bir adım gerisinde kaldığını söyleyebiliriz. Fakat yine de Türkiye’de operanın izleyicisi oldukça fazladır.

Tarih, mitoloji, efsane ya da güncel olayların yer aldığı; sözlerinin çoğunluğu genellikle bestelenmiş olan opera temelde teatral formda bir sanat dalıdır. Müzik, edebiyat ve tiyatro ile harmanlandığı için birçok sanat dalının bir arada bulunduğunu söylemek mümkündür. Operada eser müzik topluluğu ya da bir orkestra eşliğinde sunulmaktadır.

Operanın doğuşu İtalya’da olmuştur. Müzikli sahne sanatlarının merkezi olarak düşünülen Floransa’da müzisyen ve şairlerin birleştiği ve eski Yunan oyunlarına benzeyen eserler yazmak için çalışmalarda bulunduğu düşünülüyor. Renucci tarafından yazılan ve 1594 yılında Peri tarafından bestelenen “Dafne” adlı eserin ilk opera olduğunu söyleyebiliriz.

İlk operanın yazılması, sonraki operaların da yazılması için bir kıvılcım oldu. 1600 yılında Peri, yeni bir operanın doğuşunu sağladı. Bu operanın ismi ise “Euridice”dir. Opera müziğinde temsil stilinin de yaratıcısı olmayı başaran Peri, bu sanatın farklı şekilde ilerlemesine olanak tanıdı. Opera sanatı farklı durak noktalarından geçmeye devam etti.

İtalya’dan Dünyaya Yayılan Sanat

Operanın ismini andığımızda, İtalya’dan da bahsetmeden olmaz. Çünkü operanın ana yurdu İtalya’dır. Floransa, Rönesans’ın başlıca merkezlerinden biri olmanın yanı sıra müzikli eğlencelerin de merkezi konumundadır. Yapılan araştırmalara göre çeşitli şair ve müzisyenler bir araya gelerek operavari eserler oluşturmuştur.

İlk operaya imza atan kişi her ne kadar Peri olsa da operanın ilk büyük gelişimini Claudio Monteverdi ile yaşadığını söyleyebiliriz. 17. yüzyılda yaşayan Monteverdi, müzikli sahne eserleri besteliyordu. Daha öncekilerden farklı olarak duygunun çok daha etkili bir şekilde verilebilmesi için orkestrayı ön planda tutmuştur. Bunun yanı sıra ses türlerini zenginleştirerek yine derinlikli eserlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Her ne kadar uzun bir süre Floransa operanın önemli merkezlerinden biri olsa da zaman içinde Napoli bu görevi üstlenmiştir. Kısa bir süre içinde İtalyan operasının farklı bölgelere yayıldığını ve ilgilerin odağı haline gelmeyi başladığını söyleyebiliriz. 19. yüzyıl, operanın altın çağı olarak değerlendirilmiştir.

Operanın Nadide İsimlerinden Biri: Luciano Pavorotti

Luciano Pavorotti, 12 Ekim 1935 ile 6 Eylül 2007 tarihleri arasında yaşamış İtalyan tenordur. Opera denildiğinde akıllara gelen ilk isimlerden biri olduğunu söyleyebiliriz elbette. Uluslararası şarkı yarışmasına katılan Pavorotti, birincilik elde etti. Bu durum, Pavorotti’nin tenor olma konusunda büyük bir istek duymasını sağladı. Arrigo Pola ve Ettore Campogalliani’den dersler aldı. 1961 yılında operaya dair bir başlangıç yaptı. Bu yıldan sonra ise kendisini opera konusunda daha fazla geliştirecekti.

Doğuştan gelen çok özel bir ses yapısına sahip olan Pavorotti, bu sesini kullanmasını bildi. Muhteşem bir sese sahipti, hatta 1966 yılında “Gaetano Donizetti”nin “La Fille du Regiment” adlı eserinde yüksek perdeden dokuz C’yi seslendirdi. Bunu yapan ilk tenor oldu. Bu başarısı sayesinde “Yüksek C’nin Kralı” olarak bile anıldı.

Başarılarıyla popülaritesi artan Pavorotti, şüphesiz ki operanın gelmiş geçmiş en iyi seslerinden biriydi. Muhteşem sesiyle insanları büyüleyen ünlü tenor, kuşkusuz ki pek çok kişiye örnek olmuştur.

Türkiye’de Bir Opera Sanatçısı: Murat Karahan

Opera, özellikle son zamanlarda Türkiye’de de değer gören sanatlar arasında yer alıyor. Oldukça geniş bir izleyici kitlesine sahip olan operanın Türkiye’nin farklı bölgelerinde yaygınlık gösterdiğini söyleyebiliriz. Bu konuda bazı sanatçıların operanın gelişimine doğrudan etkide bulunduğu da bilinmektedir. Bu isimler arasında Murat Karahan da yer alıyor.

Bu yazımızı da tavsiye ederiz:  Sosyal Bilimlerde Yüksek Lisans ve Doktora Tez Yazımına Yönelik Nadide Tavsiyeler

Bir TV programında kendisine rastladığım Murat Karahan, oldukça etkileyici sese sahip bir sanatçı. Halihazırda Devlet Operası ve Balesi Genel Müdürü olarak çalışmalarda bulunan Karahan, dünyaca ünlü bir tenor olduğu için de dikkatleri üzerine çeken bir isim. Başarılı bir kariyer hayatı bulunan Karahan, Berlin Devlet Operası’nda İtalyan besteci Giacomo Puccini’nin Turandot isimli eserinde başrol de oynamıştır.

Karahan’ın kariyer hayatının oluşmasında doğrudan aldığı eğitimin etkisi olduğunu söylesek abartmış olmayız sanırım. Çünkü 1996 yılında Bilkent Müzik ve Sanatlar Fakültesi’ne girdi. Eğitim hayatını bitirdikten sonra, 2003 yılında Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde çalışmalara başladı. Kariyer hayatında çok önemli adımlar atmaya devam eden Karahan, 2009 yılında Roma’ya gitti.

Roma’da tam 2 yıl boyunca Soprano Renata Scotto’dan dersler aldı. Muhakkak ki aldığı bu dersler, opera hayatında kendisine destek olmuştur. Oldukça etkileyici bir sese sahip olan ve her dinlediğimde tekrar tekrar dinlemem gerektiğini düşündüren Murat Karahan; Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği olmak üzere farklı müzik türlerinde benzersiz eserleri seslendirmiştir.

Operanın uzun serüveninde dünyanın farklı ülkelerinden operaya dair çok önemli atımlar atılıyor olması, sanatın sürekliliğinin sağlanması adına gerçekten çok değerli. Bu nedenle sanatın farklı dalların sıkı sıkı tutunmamız gerekiyor. Kendimizi sanatın özgürleştirici kollarına bıraktığımızda, kendimizi çok daha huzurlu hissedeceğimize inanıyorum. Sanatla kalın!

Yorum bırakın

Your email address will not be published.

Genel Kategorisinde Son Yazılar