Psikolojik yardım hizmetleri alanında uzman bir akademisyen olan Prof. Dr. Binnur Yeşilyaprak tarafından yazılan ve Nobel Kültür Yayınlarından Ağustos 2021’de yayınlanan 606 sayfalık kitapta yazar, kültürümüzdeki ‘sosyal yazılımın’ insanı nasıl etkileyebileceği ve yaşamına getirebileceği sınırlamaları kendi yaşam öyküsü üzerinden somut değerlendirmeler ile inceliyor. Bu açıdan kitap; yazarın yetiştiği yıllara ilişkin kültürümüz yaşam değerlerini ortaya koyan bir dönem anlatısı, insanın çocukluktan yetişkinliğe dek geçen dönemleri ve etkilenmeleri inceleyen bir gelişim süreci öyküsü, bireyin ruhsal sorunlarını ele alıp açıklamaya ve iyileştirmeye çalışan yönleriyle de psikolojik bir anlatı olarak tanımlanabilir.
Toplumsal cinsiyet rollerinin, kuşaktan kuşağa aktarılan değer yargıları ile yaratılan engel ve sınırlamalardan özgürleşebilmek amacıyla yazarın “psikoterapist” ve “danışan” kimliği ile gerçekleştirdiği denemesel bir terapi sürecini anlatan yönleri ile kitap, çok boyutlu ve çok katmanlı bir kurguya sahip.
Öz terapi nedir?
Son yıllarda duymaya başladığımız, psikoloji alanındaki literatürde karşılaştığımız bir kavram olan ‘Öz terapi’; genel olarak bir terapist olmadan kendimize gerçekleştirdiğimiz bir terapi modeli olarak düşünülebilir. Serbest düşünme ve çağrışım yöntemleri veya yapılandırılmış bazı tekniklere dayalı olarak uygulanabilir. Bir bakıma, kendimizle iyileştirici, geliştirici ve dönüştürücü bir diyalog başlatmak ve bu yolda ilerlemektir. Temel sayıltısı; insanların kendi kendini iyileştirme yeteneğine sahip olduğu ve eğer bu yeteneği işlevsel hale getirebilirlerse, iyileşme ve gelişme kaynağının kendisi olduğu inancıdır. Her ne kadar bu sayıltı, klasik anlamdaki terapi modellerinin tümünde kabul edilse de buradaki fark danışman ve danışanın aynı kişi olmasıdır.
Bu kitap, bir bakıma yazarın içsel bir keşif öyküsüdür. Kendini keşfetmek, anlamak, zihin-beden ve çevre bütünlüğü içinde kendi özüne ulaşmak amacıyla, spontane bir temas ilişkisi oluşturarak, bilinç-bilinçaltı çağrışımlar ile kendi içine yaptığı ‘psikolojik bir kazı’ çalışması olarak ifade edilebilir.
İçsel bir kazı çalışması
Kitap, bu açıdan ele alındığında; kendini araştırıp içsel gerçekliği ile yeniden tanımlamayı isteyen kişiler için son derece değerli bir ‘örnek’ olma özelliğindedir. Özellikle Gestald Yaklaşım kuramının temelindeki ‘temas’ kavramından yola çıkarak “kendi ile temas” yöntemini ustaca kullanarak, nasıl kendimizle diyalog başlatacağımızı, kendimizi ‘bilincin kontrolünden kurtarıp’ duygularımıza nasıl ulaşabileceğimizi, kendimizi daha iyi anlayabilmek için ‘neden’ sorusu yerine ‘nasıl’ sorusu ile içsel yolculuğumuzda yaşadığımız deneyimlerimize netlik kavuşturabileceğimizi incelikle detaylandırıyor. Kişinin kendi gelişiminin kontrolünü ele alabileceğini, kendi yaşamının altını oyan, yıkıcı düşünce ve duygu kalıplarını fark edip, bunları olumlu ve yapıcı eylemlere dönüştürmenin mümkün olduğunu gösteriyor yazar, bir arkeolog titizliğiyle.
Kitap, çocukluktan kalma, duygusal yaralar taşıyan anılarda sıkışıp kalan psikolojik baskıları, çevrenin beklentilerinin yarattığı prangaları, acımasızca yargılayan ve öz değerimizi baltalayan içsel eleştirmenleri nasıl tanıyacağımızı anlatırken; geçmişte sıkışıp kalarak istemeden bizde acıya neden olan yaşantıları ‘şimdi’ye taşıyarak onları şefkatle ele alıp olumsuzdan olumluya nasıl dönüştürebileceğimizi gösteriyor.
Kitabın en yenilikçi özeliklerinden birisi; kendimizin farkındalığının zihinsel ve bedensel farkındalığımızdan oluştuğunu açıkça kanıtlamasıdır. Kendi iyileşmemiz üzerinde çalışırken, hem bedensel hem de zihinsel ihtiyaçlarımızı ele alıp zihin ve beden arasındaki güçlü bağlantıyı keşfetmemizin önemini somut örneklerle gösteriyor… Kitap bize, “sadece zihnin inandıklarını değil, bedenin söyleyeceklerini dinleyin” diyor. Öz terapiyi, bedenin bilgeliği ile sürdürüyor yazar. Beden farkındalığının, bireyin kendini daha derin ve daha doğrudan anlaması ile ilgili olduğunu ve bedenden gelen bilgileri algılayıp kendi deneyimlerimizle bütünleştirebildiğimiz ölçüde ‘sağaltım’ın gerçekleşebildiğini gösteriyor.
…
Orada bir merdiven var
Her zaman orada o merdiven
Masumca asılı
Geminin kenarına yakın
Aşağıya iniyorum.
Batığı incelemeye geldim.
Verilen hasarı görmeye
Ve ortalığa saçılmış hazineleri..
Adrienne Rich (1984)
‘Batık Gemiye Dalmak’ şiirinden
Toplumsal cinsiyet rolleri
Kitabın ana temalarında biri de ‘Toplumsal Cinsiyet’ rollerinin, kuşaktan kuşağa aktarılarak, kadınların kendi bedenleri ile karmaşık, çelişkili ve yıkıcı bir ilişki yarattığını somut durumlar üzerinden incelemesi. Özellikle toplumumuzda kadınlarda yaygınlıkla görülen “cinsel soğukluk” ve “vajinismus” sorunlarının oluşumuna bu açıdan bakan yazar, ‘sosyal yazılım’ın kadın bedeni üzerinde yarattığı prangaları anlamamıza yardım ediyor.
Bu kitap, derinlemesine öz farkındalık geliştirmek için, bireyin kendini ancak içinde yetiştiği sosyo-kültürel çevre öğeleri ile birlikte inceleyerek anlaşılabileceğini kendi yaşadığı dönem örnekleriyle gösteriyor. Bu bağlamda Yeşilyaprak, bize toplum tarafından üst kuşaklardan aktarılan erkeklik ve kadınlık rolleri ve kurallarının benliklerimizin yapılanması sürecinde nasıl bir işlev oynadığını açıkça ve yaşanmış deneyimlerle gözler önüne seriyor.
Kitabın en can alıcı noktası da aile ilişkileri yoluyla nesilden nesille aktarılan inançlar, beklentiler, sorumluluklar ve duygular… Öyle ki doğumdan itibaren bireye yüklenmeye başlanan bu “sosyal yazılım”; sanki görünen nehrin altında gizli ama kuvvetli bir akıntı ile akan bir nehir kadar yönlendirici. Farkında olmadan içselleştirilen, sürdürülen, hiç sorgulanmayan değerler, kalıp yargılar, giderek “doğal yazılım”ı siliyor. Kitap, aile ilişkilerinde duygu ve yaşantıların nasıl birbirine karıştığı, zaman zaman kördüğüm olduğu halleri analitik bir şekilde anlatıyor. Yalnızca anlatmakla kalmayıp, onları titizlikle ayıklıyor, yerli yerine koyup, açıklık getiriyor. Kız çocuk ve anne arasındaki ilişki dinamiklerinin derin bir şeklide analiz edildiği bu kitap birçok kadın için son derece aydınlatıcı olma ve kendi durumlarını sorgulama sürecini teşvik etme potansiyeli taşıyor.
Yüzleşme
Bir psikoterapi denemesi olarak ele alınabilecek bu ilginç kaynak, kişinin kendi kendini keşfetmesi, kendi içsel gerçeği ile yüzleşmesi, şeffaf olması, doğal ritmini bulması açısından son derece yol gösterici bir işleve sahip. En önemlisi, kitap kendi yaşamımızı ve gelişimimizi düşünmemizi, kendi acı ve yaralarımızla yüzleşmemizi teşvik ederken, böyle bir sürecin ne denli güç olsa da ayrıştırıcı ve bütünleştirici özelliği ile iyileştirici bir süreç olduğunu ve ‘öz’e ulaşmanın kendini kabulü kolaylaştırıp ‘şimdi’de var olmayı sağladığını açıkça gösteriyor.
Kitap çok boyutlu ve çok katmanlı olarak irdelenebilecek özelliklere sahip. Bu yazıda hepsini ele almak mümkün değil. Yine de bir dönem kitabı olarak, bir gelişim psikolojisi kitabı olarak, davranışı açıklayan danışma kuramları ve bir terapi modelinin uygulaması olarak vb. açılardan ‘insan’ı anlamanın gerçekçi bir anlatısı olarak okunması gerekir. Öyle ki kitap, içinde pek çok hayat barındırıyor ve onlardan hiç değilse biri sizin hayatınızla temas edebilir. O temas parçasına tutunarak kendi hayatınızın izini sürebilirsiniz. Anlatılanlar belki sizin ya da tanıdığınız kişilerin öykülerine benzeyebilir. Belki bir yerlerde yazarın gördükleri ile sizin gördükleriniz çakışabilir, belki teğet geçebilir. Neler göreceğiniz; bu kitabı okurken sizin elinizdeki feneri nereye ve nasıl tuttuğunuza bağlı olarak değişebilir kuşkusuz.
Yazar kitabını takdim ederken yaşadığı süreci üç kelime ile özetlemiş:
“Yaşadım. Yazdım. Özgürleştim.”
İlgi duyanlar ve böyle bir sürece niyet edenlere; şimdiden “iyi okumalar, iyileştirici okumalar” derken son bir bilgi paylaşalım:
Yazar, kitabının telif ve satış gelirlerinin tümüyle ‘Kadın Haklarını’ savunan Sivil Toplum Kuruluşlarına bağışlanacağı notunu “Özel Söz” olarak paylaşıyor.