İnsanlar etraflarına algılarının süzgeciyle bakarlar. Algılarımız bazı olayları büyük bazı olayları küçük görmemize yol açar. Eğer algılarımız bozuksa veya yanlış yönlendiriliyorsa küçük olayları büyük olaylar gibi görebilir ve hayatımızdaki tüm problemlere eşit büyüklükte sorunlar gibi yaklaşabiliriz. Bu durumda tüm sorunlar aynı düzeye indirgeneceği için çözümlerimiz vasatlaşacak ve odağımız şaşacaktır. Günümüzde birçok gündem maddesine maruz kalmakla birlikte gerçekte temel problemlerimiz 4-5 konu çevresinde dönüyor. Doğru bir algıyla bakacak olursak, ülkemizin büyük ve ciddi meselelerinden bir tanesi eğitim problemidir. Cumhuriyet öncesi Osmanlı’dan günümüze kadar her kesimden münevverin amentüsüne dönüşmüş eğitim sorunu günümüzde pek ciddiye alınmıyor. Oysa eğitim doğumdan ölüme kadar insanları değiştiren ve gelişmelerini sağlayan vazgeçilemez bir gerçeklik olarak karşımıza çıkıyor.
Ne yazık ki eğitim konusundaki uzmanlar kendi çevrelerinden dışarıya çıkamıyor ve kamuoyunda marjinalize olarak eğitim sorunlarını topluma duyuramıyor. Aynı zamanda günümüzdeki algı manipülasyonları başat sorunlarımızdan birisi olan eğitim sorununu törpülediğinden dolayı, bu konuya değinerek gerçek gündemimizi hatırlatmak gerekiyor.
Küreselleşme sürecinin Soğuk Savaş sonrası ve özellikle 21. yüzyılın başlamasıyla birlikte giderek hızlanmış olması tüm ülkelerin uluslararası oluşumlara daha da ilgi göstermesini sağladı. İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı’nın (OECD) kurucu üyelerinden birisi olan Türkiye de küreselleşmenin 21. yüzyıldaki boyutundan hızlıca etkilenen ülkelerden birisidir. Özellikle OECD’nin Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) tüm dünyada olduğu gibi Türk kamuoyunu da ciddi şekilde etkileyen uluslararası çalışmalardan birisi olmuştur.
İçindekiler
Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı’nın Sonuçları Neler Gösteriyor?
PISA, 2000 yılından beri her 3 yılda bir ülkelerdeki eğitim sistemlerini değerlendirebilmek amacıyla 15 yaşındaki öğrencilerin okuma becerileri, fen bilimleri ve matematik dallarında değerlendirildiği uluslararası bir çalışmadır. Öğrencilerin okulda öğrendikleri bilgileri günlük hayatta uygulama becerisini ölçen PISA çalışması, tüm dünyada saygıyla karşılanan ve ülkelerin ciddiye aldığı bir araştırma programı olmuştur. Artık günümüzde PISA ölçütlerini göze almadan ülkelerin eğitim sistemlerini değerlendirmek mümkün değildir. Sonuçların açıklanmasıyla ülkelerin kamuoylarını ciddi şekilde değiştiren bir araştırma olmasına karşın ülkemizde son PISA sonuçları hiç ses getirmemiş ve birkaç günlük haber olmaktan öteye gidememiştir.
Bilimsel analizin temel noktalarından biri “karşılaştırmak” olduğu için PISA sonuçları ülkemizin eğitim sistemini değerlendirmek için çok kıymetlidir. Türkiye son gerçekleştirilen 2018 PISA sonuçlarında toplamda 79 ülke içerisinde okuma becerilerinde 40, fen bilimlerinde 39 ve matematikte 42’nci sırada yer aldı. Bir önceki yıla göre puan arttırdığımız için bu sonuçlar kamuoyunda pek gündem olmadı. Fakat ne yazık ki sonuçlarımızı OECD ülkeleriyle karşılaştırdığımızda vahim bir tablo ortaya çıkıyor. Bu tablonun gündem olmaması ve eğitim sorunun merkeze alınmaması çok üzücü. Televizyonu açtığınızda kaç eğitim tartışması görüyorsunuz? Artık günümüzde sorunları işaret edebilmek ve çözüme yönelik bir talep oluşturabilmek için meseleleri popülarize etmek gerekiyor. Kaç popüler dergide eğitim ile ilgili bir yazı okudunuz? Eğitimin kutsal bir iş olduğunu söylemek ne yazık ki hiçbir şeyi çözmüyor.
Ezberci Eğitim Sistemi ve Erken Yaşta Eğitim
PISA değerlendirmesinin öğrencilerin öğrendiği bilgileri günlük hayata yorumlama becerilerini ölçüyor olması bu sonuçlarla ilişkili olmalı. Türkiye’deki ezbere dayalı eğitim, bilgileri yorumlayarak günlük hayata uygulamamıza ne yazık ki engel oluyor. Ezber, eğitimin önemli bir parçasıdır fakat ezbere dayalı eğitim ile ezberlemek arasında bir fark vardır. Bu farkın anlaşılmasıyla birlikte eğitim sistemimizde çeşitli değişiklikler yapıldı. Ezbere dayalı eğitim sisteminin çözümünü müfredatı değiştirmekte bulduk. Bana kalırsa bu ikisi arasındaki bağlantı göründüğü kadar fazla değil. Çünkü ezberci eğitim sistemi bir nedenden çok bir sonuçtur.
Mantığını kavrayamadan öğrenmek zorunda olunan bilgiler sebebiyle ortaya çıkan bu durumun temel suçlusu sınav sistemlerimizde aranmalıdır. Müfredat ne kadar değişirse değişsin sınavlardaki soruların mantığı değişmediği sürece ezberci eğitim sistemi değiştirilemez. Bu da öğrencilerin meşhur tabirle yarış atına dönüşmesine yol açmaktadır. Ülkemizde birçok farklı sınav sistemi denenmiş olsa da henüz başarılı olduğu konusunda uzlaşılan bir sınav sistemi yoktur. Ne yazık ki sınav sistemlerimizin farklılıkları ve öğrenciler üzerindeki etkileri konusunda öyle çok çalışma da bulunmamaktadır.
Bunun yanı sıra öğrencilerimizin kendisi de yeterli değil. Eğitimin bir hayat süreci olduğunu son yirmi yılda anlayabilen Türk eğitim sistemi ne yazık ki bunu eksik anlamıştır. Hayat boyu öğrenme, sanki ileri yaşa sahip nüfusun bir konusuymuş gibi algılanmış ve bu amaçla çeşitli değişiklikler yapılarak yaşı ileri vatandaşlarımızın, üniversite okumamış fakat farklı eğitimler almak isteyen vatandaşlarımızın çeşitli eğitim programlarına aktarılması sağlanmıştır. Bu tabii ki olumlu bir gelişme fakat bu şekilde olayın kritik noktasını atlamış oluyoruz.
Hayat boyu öğrenme, ileri yaş eğitiminden ziyade erken yaşta eğitimi vurgulamak için ortaya atılmış bir slogan olmalıydı. OECD’nin verilerine göre Türkiye’de öğrencilerin %90’ının okulda olduğu yaş 6-15 yaş olarak karşımıza çıkıyor. OECD ortalamasında ise %90 öğrencinin 4-17 yaş arasında okulda olduğu göze çarpıyor [1]. Türkiye’de zorunlu eğitimin bu yıl itibariyle 5 yaştan başlayacağına yönelik açıklamalar yapılmışsa da bu konuda kamuoyu doğru düzgün bilgilendirilmemiştir. OECD ülkelerinde 3-5 yaş arası net okullaşma ortalaması %87 olmakla birlikte Türkiye’de bu oran %39,7 olup OECD ülkeleri içerisinde ülkemiz son sırada yer almaktadır [1]. Ayrıca eğitim doğduktan itibaren başlar ve okul öncesi eğitim öğrenimin en önemli aşamasını oluşturur. Bu sebeple birçok ülke 3 yaş öncesi eğitime ciddi şekilde odaklanıyor. Türkiye’de üç yaş altı her 1000 çocuktan yalnızca 3 tanesi (%0,3) okul öncesi eğitim hizmeti alıyorken bu oran OECD ülkesi olan Danimarka, Güney Kore ve Hollanda gibi ülkelerde %50 ve üzerine çıkıyor [2]. Kısacası Türkiye’de okul öncesi eğitime katılım süreleri ortalama 1 yıl iken OECD ülkelerinde ortalama 3 yıldır [3]. Bu durum yalnızca ortalama öğrenci başarımızı olumsuz etkilemekten öteye aynı zamanda Türkiye’deki eğitim eşitsizliğinin de en önemli sebeplerinden bir tanesidir. Günümüzde Batı Anadolu Bölgesi ile Ortadoğu Anadolu Bölgesi’nin PISA ortalamaları arasında yaklaşık 100 puan fark bulunuyor ve bu puan farkı yaklaşık 3 yıllık eğitim farkına tekabül ediyor [4]. Araştırmalar okul öncesi eğitim almış olan öğrencilerin almamışlara göre daha iyi PISA sonuçları elde etmekte olduğunu ve okul öncesi eğitime giden öğrenci sayısını %1 oranında arttırmakla PISA’da yaklaşık 5 puan fark sağlandığını göstermektedir [5].
Eğitimde kritik noktanın erken çocukluk dönemi olduğunun anlaşılmasıyla birlikte son dönemlerde ülkemizde çeşitli yenilikler yapılmaya başlanmıştır. Fakat bu konudaki çalışmalara yönelik kamuoyu yeterince bilgilendirilmemiş olup belki de bu durum çalışmaların yeterli olmamasından kaynaklanmaktadır. Bilişsel yetenek düzeyinin 10 yaşından itibaren sabit düzeyde ilerlediğine yönelik çeşitli çalışmalar bulunmakta [4] ve bu durum eğitimde hayatın erken dönemlerinin en önemli evre olduğunu göstermektedir. Okul öncesi eğitimin öğrencilere gelecekteki okul başarısında ve daha birçok pratik konuda kazanç sağladığını gösteren çalışmalar vardır [7, 8]. Bu konuda eğitim kurumlarının yanı sıra ailelere de iş düşüyor. Örneğin OECD’nin verilerine göre, ebeveynler çocuklarına erken okul yıllarında kitap okurlarsa sosyoekonomik seviyeden bağımsız olarak çocukların okulda daha iyi performans gösterdiği ortaya çıkmıştır [9].
Okul Özerkliğinin Önemi
Ayrıca eğitim çok yönlü katkılarla kişiye göre gelişebilecek bir alan olduğundan dolayı bu konuda tek düzenleyicinin Milli Eğitim Bakanlığı olması da hatalı bir yaklaşımdır. Birçok ülkede okullar daha özerk olup eğitim programlarını öğrencilerine ve okul şartlarına göre değiştirerek eğitimin kalitesini arttırmaya çalışıyor. Özellikle 5 yaş öncesi eğitim için çok yönlü çalışmalar gerekiyor. Burada belediye yönetimleri ve sivil toplum kuruluşlarının muhatap alınarak aktif çalışmaları çok daha çözümsel sonuçlar doğurabilir. Okullar tamamen özerk olsun dememekle birlikte bazı hiyerarşik yapıların eğitim konusunda esnetilmesi ve öğrencilerin faydasının gözetilmesi gerekiyor. Zaten okul özerkliği konusunda Türkiye OECD ortalamasının çok altında olup sondan ikinci olarak karşımıza çıkıyor [4]. Bunun bir sonucu olarak ülkemizdeki okul müdürleri de birer pedagojik öğretmen-liderlerden ziyade idari yetkili gibi davranıyor. Oysa okul müdürü bir eğitim figürü olarak öğrencilerin örnek alması gereken ve öğrencilerin eğitim kalitesini arttırmaya yönelik çalışmalar yapan bir kişi olmalıdır.
Milli Eğitim Bakanlığı Bütçesi ve Öğretmen Maaşlarıyla İlgili Problemler
Eğitim bütçeleri de önemli bir konu olmakla birlikte bu yazıda bütçe karşılaştırması yapmaya gerek görmüyorum. Çünkü bu konudaki istatistikler kafa karıştırıcı olabiliyor ve yanlış yorumlara yol açabiliyor. Öğrenci başına yapılan toplam harcamalarımız OECD ortalamasının yaklaşık yarısı olsa da burada esas tartışılması gereken nokta Milli Eğitim Bakanlığının bütçe harcamaları olduğunu düşünüyorum. 2018 yılı Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinin %79’u personel giderleri ve Sosyal Güvenlik Kurumu devlet primi gibi yerlere harcanıyor [2].
Bu meselenin bir de öğretmen boyutu bulunuyor ve bu konu ülkemizdeki liyakat problemleriyle yakından ilişkili. Çünkü insanlara emekleri ölçüsünde karşılık verilmediği her durumda vasatlaşmanın artması doğal bir şeydir. Ne yazık ki ülkemizdeki öğretmenlerin maaşları konusunda ciddi sıkıntılar bulunuyor ve Türkiye’deki öğretmenlerin maaşları OECD ortalamasının altında. Fakat burada esas problem çok daha farklı. Türkiye’de 10 yıl çalışan bir öğretmen maaşını yalnızca %3,9 arttırırken OECD ülkelerindeki öğretmenler ortalama %30,8 arttırıyorlar. Ülkemizde 15 yıl çalışan öğretmenler ise maaşlarını %10 arttırırken OECD ülkelerinde bu oran ortalama %39,3’ü buluyor [1]. Bu tam olarak ülkemizdeki liyakat probleminin bir başka boyutunu yansıtıyor. Eğitim sistemi ne kadar mükemmel olursa olsun onu öğrencilere aktaran kişilerin öğretmenler olduğu göz önüne alınırsa öğretmenlerin eğitim sistemi kadar ve hatta daha da önemli oldukları anlaşılacaktır.
PISA’da Soru Seviyeleri ve En Başarılı Öğrencilerimizin Oranı
PISA’nın okuma becerileri, fen bilimleri ve matematik sonuçlarına geri dönecek olursak; öncelikle bu değerlendirmedeki sorulardan bahsetmemiz gerekiyor. Tüm değerlendirme başlıklarındaki sorular seviye 1 ila 6 arasındaki düzeylere ayırılıyor. Seviye 1 en düşük düzeydeki değerlendirme sorusunu temsil ediyorken seviye 6 en ileri düzeydeki soruyu temsil ediyor. Bu bağlamda ders kitaplarımızdaki öğrencileri düşünmeye sevk eden sorularla ilgili yapılan bir çalışmadan bahsetmeliyim. Yapılan bir çalışmaya göre [10] ortaokuldaki Türkçe ders kitaplarımızda seviye 1 düzeyinde %55,9, seviye 2 düzeyinde %28, seviye 3 düzeyinde %10, seviye 4 düzeyinde %4,9 ve seviye 5 düzeyinde %1 oranında soru bulunuyor. 6. sınıf Türkçe kitabındaki bir soru dışında Türkçe kitaplarımızda hiçbir soru 6. seviyeyi ölçmüyor. Kitaplarımızdaki soruların çoğu öğrencilerin yorum, sentez ve bilgileri günlük hayatta uygulama yeteneğini geliştirmeyi hedeflemiyor. Bu anlamda eğitim amacına ulaşamamış oluyor. Bunun da bir ezberci eğitim sisteminin ürünü olduğunu not düşmeliyiz.
Bu araştırmanın sonuçları PISA sonuçlarımızla da örtüşüyor. PISA’da yalnızca ortalama sonuçlarımız değil aynı zamanda en başarılı öğrencilerimizin ortalamasının düşük olması da genel eğitimimizdeki bir problemi açığa vuruyor. Ne yazık ki her üç beceride de en üst düzey performans gösteren öğrencilerimizin (seviye 5-6) ortalaması OECD ortalamasının altında kalmıştır (Grafik 2).
Giderek artan PISA verileri ve bu konuda yapılan uluslararası çalışmalar, eğitimin çok boyutlu olduğu ve sadece müfredat değiştirmek gibi yöntemlerle düzeltilemeyeceğini göstermiştir. Eğitim, yalnızca okulun fiziksel yapısından öteye sosyokültürel etkiler, erken eğitim, okul gelenekleri, cinsiyet eşitliği, öğrenci başına yapılan harcamalar, öğretim saati, okulların özerkliği, öğretmenlerin yeterliliği ve hatta ülkelerin ekonomik durumları gibi okul içi-dışı birçok faktörden etkilenen kompleks bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Hem ülkemizin bireylerini geliştirip onlara daha ferah bir gelecek sunabilmek hem de insanlarımızı mutlu edebilmemiz gerekiyor. İlginç bir şekilde OECD verilerine göre hayatlarından mutlu olan öğrencilerimizin oranı %44 iken OECD ortalamasında bu oran %67’dir. Bunun yanı sıra her zaman üzgün hisseden öğrencilerimizin oranı %13 iken bu oran OECD ortalamasında %6’dır [11]. Bu verileri, Eurofund eğitimden memnuniyet indeksinde Avrupa Birliği’nde sonuncu olmamızla birlikte yorumlamak gerekiyor [12]. Mutlu bir gençlik olmadığı taktirde eğitimin amacına ulaşmasını bekleyebilir miyiz?
Ülkemizde gündemin yarılanma ömrünün 1-2 gün olması sebebiyle esas problemlerimizi atlıyoruz. Eğitim meselesi Türkiye’deki temel problemlerden bir tanesidir ve yalnızca akademik camiada değil aynı zamanda popüler mecralarda da konuşulması gereken bir konudur. Gelecek nesillerimizin daha iyi bir dünyada yaşayabilmeleri ve ülkemizin refahının artabilmesi için eğitim meselesini göz ardı etme lüksümüz bulunmamaktadır.
Kaynakça:
[1] = Özgenur Korlu (31 Ekim 2019). Bir Bakışta Eğitim 2019’a Göre Türkiye’de Eğitimin Durumu, Eğitim Reformu Girişimi.
[2] = Bir Bakışta Eğitim 2019, TEDMEM.
[3] = Aydin A., Selvitopu A., Kaya M. (2018). Resources invested in education and pisa 2015 results: A comparative study, Elementary Education Online, 17 (3) , pp. 1283-1301.
[4] = Eğitim Sisteminde Kalitenin Artırılması Özel İhtisas Komisyonu Raporu (2018), Yayın No: KB: 3032-ÖİK: 814, T.C. Kalkınma Bakanlığı.
[5] = (2011), “Does Participation in Pre-Primary Education Translate into Better Learning Outcomes at School?”, PISA in Focus, No. 1, OECD Publishing, Paris.
[6] = Nelson, C A, in Neurons to Neighborhoods (200), Shonkoff, J and Phillips, D. (Eds.)
[7] = Ramey, C. T., & Ramey, S. L. (2004). Early Learning and School Readiness: Can Early Intervention Make a Difference? Merrill-Palmer Quarterly, 50(4), 471–491. doi:10.1353/mpq.2004.0034
[8] = Linda Bakken, Nola Brown & Barry Downing (2017) Early Childhood Education:The Long-Term Benefits, Journal of Research in Childhood Education, 31:2, 255-269.
[9] = OECD (2011), “What Can Parents Do to Help Their Children Succeed in School?”, PISA in Focus, No. 10, OECD Publishing, Paris.
[10] = Benzer, A . (2019). Türkçe ders kitaplarının PISA okuma yeterlik düzeyleri ile imtihanı . Okuma Yazma Eğitimi Araştırmaları , 7 (2) , 96-109.
[11] = Programme For International Student Assessment (PISA) Results From PISA 2018 Country Note Turkey, OECD.
[12] = EQLS2017. Satisfaction with education (Subjective well-being), European Quality of Life Survey 2016 – Eurofund.