Popülizmi gözden düşürebilmek için ortaya atılan argümanlardan birisi ‘popülizm demokrasiyle uyumlu değildir’ cümlesini sıkça tekrar etmektir. Bu yazıda sizlere bunun gerçeklerden oldukça uzak olduğunu kanıtlamayı amaçlıyorum. Demokrasi kelimesinin etimolojisini, Yunanca iki sözcüğe yani demos ve kratia olarak basitçe bölersek bu konuyu aydınlatmış oluruz. Antik Yunan için demos kelimesi bir halk tabakasından -şehir devletlerinde yaşayan sıradan insan topluğu- fazlasını ifade etmiyordu ve demokraside gücün dizginlerini ele geçirmiş olanlar esasen bu insanlardı. Atina demokrasisinin bu konsepti Batı’daki sistemden, yani liberal hükümet sisteminden oldukça farklıydı. Doğal olarak dışlayıcı bir siyasi sistem, yönetimin kendisini, uygun olduğu düşünülen Atina toplumunun alt tabakasıyla, yani şehir devletine borcunu ödeyen yetişkin erkeklerle sınırlandırdı. Bu siyasi sistem toplumun büyük bir çoğunluğunu: kadınları, çocukları, köleleri ve Atina’nın yabancı sakinlerini dışlamış oldu (Cartledge, 2011). Fakat yine de bu -günümüzün standartlarına göre- adaletsiz siyasi sistem, dönemin çok önemli figürleri olan Thukididis ve sıklıkla atıf yapılan iki filozof Plato ve Aristoteles tarafından çok kapsayıcı olarak nitelendirilmişti. Bu konuda zenginler tarafından fakirlerin tiranlığına ve sıradan insanların siyasi konularda doğru kararlar vermesinin mümkün olmadığına dair birkaç ithamda bulunmuşlardı. Modern demokrasi konsepti; eşitlik ilkeleri üzerine kurulmasıyla, temsiliyet ve sosyal kapsayışıyla birlikte orijinal demokrasi projesinin karşındadır.
Fakat, popülizm demokrasinin bu orijinal yorumuna açıkça benzerlik göstermektedir. Popülist liderlerin sıradan insanları birleştirme ve yüceltmelerinin siyaseti yönetme ve kendilerini temsil edebilmelerine olan kesin inançla birleşmesi, “demos” tabirinin modern bir yorumundan fazlası değildir. Bu homojenize sistemde, siyasi öngörüsü olmayacağı düşünülen ‘uygunsuz’ kesime, yani göçmenler ve diğer azınlık gruplara karşı sözlü saldırılar, onların Atina siyasetine katılmalarını engellemiştir. Dolayısıyla, siyasi sistemi değiştirmeye yönelik popülist hırsların demokratik olmadığını söyleyemeyiz. Daha doğrusu popülizm, radikal bir şekilde Batı dünyasının değişen toplumsal yapısını yansıtan ve ona adapte edilen demokrasinin liberal yorumunun karşısındadır (Müller, 2016). Popülistler, siyasi elit olarak tabir edilen kesimi şeytanlaştırarak demokrasinin Atina konseptini geri getirmeyi amaçlıyorlar. Bu ise hükümetin yasama ve yürütme organlarını da kapsayan ‘yetersiz’ aracıları kaldırmayı ve gücü tekrardan insanlara transfer etmeyi amaçlıyor (Urbinati, 2014). Bu, Brexit referandumu ve İtalyan anayasa referandumu gibi doğrudan demokrasi süreçlerinin neden popülist siyasi figürler tarafından kutlandığının apaçık bir göstergesidir.
Eğer birisi orijinal Atina demokrasisi ve onun modern bir yorumu olan popülizm arasındaki devamlılığına ikna olmuyorsa, popülistlerin yalnızca sağ cenahtan olduğu ve güçlerini modern ve liberal demokrasileri baltalamak amacıyla yine siyasi sistemin kendisinden aldıklarını hatırlatmak gerekir. Batı demokrasisinin son formu olan şeffaflık ve kapsayıcılık, apaçık bir şekilde bu seslerin duyulmasını, oy istenmesini ve iktidar için seçilmenin önünü açmıştır. İfade özgürlüğü ve siyasi yönetime eşit ulaşım gibi liberal prensiplerin çizgisinde popülist söylem ve muhtemel güç kazanımları engellenemez. Güvenilir ve tutarlı olmaya devam edebilmek için demokratik sistemler bu tip parti ve popülist söylemlere sahip insanlara erişilebilir bir iktidar yolu sunmuştur.
Bu, bütün dünyada popülist olarak tanımlanan parti ve siyasilerin seçim zaferlerinin giderek artmasıyla apaçık bir şekilde ortadadır. Bu konuda unutulmayacak örnek ise ABD başkanlığına Donald Trump’ın seçilmesidir. Lakin bunlar demokrasimizin kendi kendine başını derde soktuğu ‘Gordion düğümü’ gibi bir durumdur. Artık ana akım politikacıların da kabul ettiği gibi azınlık gruplarının korunmasına yönelik çabalar, popülistlerin varlığıyla bağdaşmıyor. Post-Auschwitz bir dünyada, birtakım grupların ve partilerin açık ve tavizsiz bir şekilde nefret, ırkçılık, yabancı karşıtlığı ve tahammülsüzlük gibi fikirleri savunmalarına izin verilmesi akıl almaz bir sırdır. Bir kişi toplumda korkusuzca, önyargılı bir şekilde ve insanları günah keçisi ilan ederek ifade ve fikir özgürlüğü gibi liberal değerleri çiğneyemez. Bu tip kişisel düşünceleri tamamen ortadan kaldırmak mümkün değildir. Fakat bunlar kesinlikle olması gerektiği şekilde, yani kişisel alanda ifade edilmelidir. Demokrasinin nefrete ve paranoyaya -bir kez daha- yenik düşmesine izin vermenin fiyatı ödenemeyecek kadar çoktur. Sonuçta, Nürnberg’deki mitingler çok uzun süre önce gerçekleşmedi.
Yazar: George Pipiou
Orijinal Metin: London School of Economics Undergraduate Political Review (05/03/2019)