Sağlık sistemindeki problemler son dönemlerde sıkça konuşulup tartışılmaya ve sosyal medyada ses getirmeye başladı. Doktor ve sağlık çalışanları geçtiğimiz 3-4 aylık dönem içerisinde problemlerini artık kitlesel olarak duyurma kararı aldı ve bu sayede gerçekten bir etki de oluşmuş oldu. Sonuncusu 17-18 Şubat’ta gerçekleştirilmiş olan doktorların iş bırakma eylemleri ile birlikte 14-15-16 Mart tarihlerinde yeniden grev olacağı konuşuluyor. Doktorlar yaşadıkları problemlere somut çözümler oluşturulmadığı taktirde sendikalar ve sosyal medya aracılığıyla her ay daha da giderek artan şekilde somut eylemler yapmaya kararlı görünüyorlar.
Benim serüvenim ise birçok hekimden daha kısa sürdü. Mezuniyet sonrası yaklaşık 3 ay pratisyen hekimlik yaptıktan sonra istifa ettim. İstifa edişimin tek bir ana sebebi olmakla birlikte aslında bu ana sebep onlarca farklı problemin doğurduğu bir sonuç idi. Bu yazımda, beni istifaya götüren onlarca farklı problemden bahsederek hem sağlık çalışanlarının hem de sağlık sistemimizin yaşadığı problemleri birincil ağızdan bahsetmeye çabalayacağım.
İçindekiler
Maaş ve sorumluluk arasındaki orantısızlık
Birincil olarak hasta bakıp onun sorumluluğunu üzerine almanın nasıl bir hissiyat olduğu yalnızca doktorlar anlayabilir. Nasıl bazen bir doktor bir hemşirenin çalışma temposunu algılayamayıp yeterli empati kurmayı beceremez ise bu durum aynen doktorların sorumluluk külfeti için de geçerlidir. Doktorluk demek benim açımdan sorumluluk demektir. Hastaneye gelen bir bireyin kendi beden ve ruh sağlığına karşı duyduğu keyfi sorumluluk artık muayene olduğu doktora geçmiş zorunlu bir sorumluluğa dönüşmektedir. Doktor ise tüm bilgi, beceri ve mevcut imkanları kullanıp bu sorumluluğu yerine getirmeye çabalayarak doğru tanı ve tedavi uygulamak zorundadır. Bu her ne kadar yazması kolay bir önerme olsa da aslında pratikte çok zordur. Doğru tanı koyma ve tedavi uygulama sorumluluğu doktorlar dışında hiçbir sağlık personelinin sırtında değildir. Sırta binmiş bu yük çoğu zaman bir acil pratisyeninin uykularının kaçmasına ve anksiyete yaşamasına sebep olmaktadır. Çünkü Türkiye’deki doktorların zor çalışma şartları, onların optimum bir sağlık hizmeti üretmesini engellemektedir.
Her ne kadar tıpta saygın rehberler göz önüne alınarak sağlık hizmeti veriliyor olsa da aslında hasta ve hastalıkların hepsi benzer bulgularla karşımıza çıkmamaktadır. Bu sebeple birçok kere yeterli bilgiye sahip olsanız bile yeterli pratiğe sahip olmadığınız için problemler yaşanabilmektedir. Hekimlik her ne kadar kutsallık atfedilen bir meslek olsa da 21. yüzyılda profesyonel bir meslek olup doktorlar da her sağlık çalışanı gibi bu işi para karşılığında yapmaktadır. Bu girilen sorumluluğun modern bir karşılığı olmak zorunda olup bu bütün dünyada paradır. Ancak Türkiye’de doktorların maaşı bu sorumluluğu karşılayabilecek düzeye ne yazık ki hiçbir şekilde yaklaşmamaktadır. Bu durum aynı zamanda sağlık harcamalarına da büyük bir yük olup defansif tıbbın Türkiye’de çok yaygın olmasına sebep olmuştur.
Örneğin, günde 200 hasta bakan bir acil pratisyeni bir hasta muayenesine 2-3 dakika ayırırken çoğu zaman stetoskopu hastanın akciğerine koymaya fırsat bile bulamaz. Kalp sesi dinlemek ise görülmüş şey değildir. Tüm bu stres ve yoğunluğun içerisinde yeterli fizik muayene yapamamış ve hikaye alamamış pratisyen hekim, tam bir endikasyon olmasa bile bir beyin tomografisi çektirmeyi uygun bulabilir. Çünkü hem yeterli muayeneyi yapabilecek vakit bulamamıştır hem de bir patolojiyi atladığı vakit asgari ücretin iki katı kadar aldığı maaşın yaklaşık 100 katı kadar bir tazminat davasıyla muamele edilebileceğini bilmektedir. Bu sorumluluğu taşımasına rağmen sorumluluğun altına girebilecek yeterli vakti, enerjisi ve imkanı olmayan pratisyen hekim artık bir beyin tomografisi istemiştir. Hekim rahatlamıştır çünkü çektirmiş olduğu tomografi sayesinde hassasiyeti (sensitivite) en yüksek olan acil görüntüleme yöntemini kullanmış ve yeterli fizik muayene yapamıyor olmasını bu şekilde dengelemiştir. Hastanın kendisi ve hasta yakınları da memnundur çünkü tomografi çekilmiştir (gözlemlerim çoğu zaman hasta ve hasta yakınlarının tomografi görüntülemesinden mutluluk duyduğu yönünde olmuştur). Ancak hiç kimse bir beyin tomografisinin sağlık sistemine ne kadar yük olduğunu veya maruz kalınan radyasyonu umursamamaktadır. Türkiye her alanda bir verimlilik cehennemidir. Türkiye’de gerçekleşen işlerdeki verimlilik birçok alanda göz ardı etmektedir. Bu durum sağlık sisteminde de aynen geçerlidir. Endikasyon dışı çekilen tomografilerin, endikasyon dışı reçetelendirilen antibiyotiklerin (Türkiye OECD ülkeleri arasında antibiyotik direnci sıralamasında birincidir), endikasyon dışı herkese yazılan vitamin iğnelerinin acaba sağlık sistemini düzeltilmekle harcanacak olan paraları uzun vadede geçebileceğini hesaplayabiliyor muyuz?
Yüksek çalışma saatleri ve nöbetler
Benim pratisyenliğim süresince maruz kaldığım çalışma saatlerinden çok daha kötüsüne maruz kalan meslektaşlarım olduğunu biliyorum. Ancak ben kendi yaşadığımı anlatmayı tercih edeceğim. Pratsiyenliğim boyunca 24 saatlik nöbetler halinde çalıştım. Genelde bu nöbetler 7 saat çalışma, 1 saat dinlenme, 5 saat çalışma, 3 saat dinlenme, 2-3 saat çalışma, 3-5 saat uyuma şeklinde geçti. Günde toplamda 10 saat çalıştığım rahat günler de 20 saat çalıştığım çok daha zor günler de oldu. Bunların huzurlu çalışma saatleri olmadığını açıkça söylemeliyim. Bu çalışma saatleri içerisinde bir hasta yakını sizi öldürmekle tehdit ederse veya üstünüze yürürse çalıştığınız bu 10 dakikalık süreç 24 saate bedel olabiliyor. Tüm bunlardan öteye esas problem benim için üst üste tutulan nöbetlerdi. İnsan bir şekilde nöbetlere alışabiliyor ama üst üste nöbetlere alışmak benim için mümkün olmadı. Üst üste günaşırı 24 saatlik nöbetler doktoru yalnızca fiziksel olarak değil zihinsel olarak da yoruyor ve verilen sağlık hizmetini büyük oranda bozuyor. Bu yorgunluk yalnızca hekimi etkileyen bir şey değil aynı zamanda hastaların sağlığını da etkiliyor. Artık 6. günaşırı 24 saatlik nöbetinizi tutarken bir hastaya bazı soruları sormayı unutabiliyor veya ekstra bir muayene yapmayı unutabiliyorsunuz. Sahip olduğunuz yorgunluk ve iş yükü sebebiyle yapamadığınız bir muayene mesleğinize ve kendinize duyduğunuz öz saygıyı azaltıyor.
Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet
Pratisyen hekimliğim boyunca hiçbir fiziksel şiddete maruz kalmadım. Ancak şiddeti yalnızca fiziksel şiddete sınırlamamak gerekiyor. Çünkü şiddetin birçok farklı türü bulunuyor. Sözsel şiddet birkaç nöbette bir karşılaştığım bir durumdu. Birlikte çalıştığım doktor arkadaşlarım içerisinde görebildiğim kadarıyla yine en az sözsel şiddete maruz kalmış doktorlardan biri olduğumu düşünüyorum. Tüm hastalarıma olabildiğince kibarca konuşmaya gayret gösterdim. Birçok hasta ve hasta yakınından çok güzel şeyler duydum. Hatta istifa etmiş olmaktan duyduğum tek pişmanlık bana hasta ve hasta yakınları tarafından söylenen güzel sözleri bir daha duyamayacak olmak olabilir.
Tüm bunların yanı sıra, daha pratisyenliğe başlamadan evvel mesleğimi yaparken başıma bir şey geleceği korkusunu birçok kez hissettim. Yapılan bir çalışmaya göre Türkiye’de her 10 doktordan 9’u şiddete maruz kalıyor. Aslında daha çok ailemin bu konuda yaşadığı stres beni üzmüştü. Çalışırken duyduğum birkaç kalp kırıcı sözden öteye; yalnızca çocuğunun ateşi çıktığını düşündüğü ve beklediği için üzerime yürüyen bir hasta yakını -ki ne çocuğunun ateşi çıkmıştı ne de bir şikayeti vardı- ve elektrokardiyografisi çekilip troponin değeri beklenen bir hastanın yakını beklediği için beni silahla vurup öldürmekle tehdit etmesi, bir hastanın kötüleşmesi sonucunda hasta yakının birlikte çalıştığım hemşire hanıma yumruk sallayarak tutturamaması dışında bir vukuat yaşamadım. Açıkçası insan bir yerden sonra bunu kafaya takmayı bırakabiliyor. Çünkü bu durumla bireysel olarak baş edebilmenin mümkün olmadığını anlıyorsunuz. Her gün yaşanan sözsel şiddetin kötü yanı, motivasyonunuzun düşmesi ve hastalarınıza sunduğunuz sağlık hizmetinin kalitesini azaltıyor olması. Ancak doktora şiddetin boyutu artar ise bu durumun çeşitli stres bozukluklarına, sakatlıklara ve hatta ölüme kadar gidebildiğini hepimiz biliyoruz (Doktora şiddetin çözümüne yönelik yapılabilecek 10 maddeyi listelemiştim). Bahsettiğim örneğe geri dönecek olursak, hasta yakını beni öldürmekle tehdit ederek bağırıyorken içeride muayene ettiğim teyze ve onun yakını diğer teyze de aynı anda bana dua edip, güzel şeyler söylüyordu. İkisini aynı anda duyduğunuzda doktorluğun Türkiye’de gerçekten ilginç bir meslek olduğunu daha iyi anlıyorsunuz. Bu meslek bu ülkede yalnızca mesleki tatmin ve güzel söz duymak uğruna yapılabilir. Ancak mesleki tatmin ne karın doyuruyor ne de sizi şiddetten koruyor…
Meslektaşlarınız tarafından maruz kalabileceğiniz mobbing vakaları
Sosyal medyayı takip ediyorsanız doktorların problemleriyle ilgili tartışılan birçok platformda doktorların birbirlerine olan kötü tutumundan dem vurulduğunu okumuşsunuzdur. Pratisyenliğim boyunca hiçbir meslektaşımdan kötü bir muameleye maruz kalmadığımı söylemeliyim. Ta ki istifa etmeden önceki son iki haftaya kadar…
Benim gibi pratisyen olan arkadaşlarımla bir problemim olmadığı gibi uzman hekimler ile de genelde bir sorunum olmamıştı. Aslında görevlerini yapıyorlarsa da hasta danıştığımda yardımcı olan uzmana teşekkürlerimi ve minnettarlığımı hiç eksik etmedim. Birçok uzman doktor da ben hasta danıştığımda bana yardımcı oldu. Bulunduğum hastanenin başhekimi de oldukça kibar ve yardımcı olmaya hevesli bir insan idi. Tüm bu sebeplerden ötürü, her ne kadar istifa edecek olsam da istifamı öncesinden haber vermeyi ve mevcut acil pratisyenlerinin nöbet düzenini olabildiğince az bozarak ayrılış gerçekleştirmeyi kendime bir görev bildim. 2 hafa sonra istifa edeceğimi söyledikten sonra acildeki işleyişten sorumlu doktorun tavrı tamamen değişti.
Burada bu 2 haftalık süreç içerisinde sorumlu meslektaşımdan gördüğüm ve incir çekirdeğinin hacmini doldurmayacak seviyedeki vakaları size anlatmayı uygun görmüyorum. Tek amacım, benimle benzer konuma olabilecek meslektaşlarıma deneyimimi aktarabilmektir. İstifa etmek bir anayasal hak olup suç teşkil etmemektedir. Eğer istifa etmeyi düşünüyorsanız, bunu öncesinden haber vermek zorunda değilsiniz. İstifa cümlesini duyduktan sonra size birden terbiyesizlik yapmaya kalkışabilecek insanlarla karşılaşma olasılığınız olduğunu hatırlatmak istiyorum. Türkiye’de, istifa etmenin çalışma hayatının oldukça doğal bir parçası olabildiğini anlayamamış birçok insan bulunuyor.
İmkanlar içerisindeki imkansızlıklar ve tedavi edilemeyen kronik hastalıklar
Pratisyenliğimi daha önce hiç gitmediğim bir şehrin bir ilçesinde yaptım. Buraya geliş hikayem de yine bu yazıya konu olabilecek hukuk ve mantık dışı birtakım olaylardan oluşuyor aslında.
Esas konuya gelecek olursak, geldiğim bu ilçe Türkiye’nin sağlık açısından arada kalmış bir ilçesini simgeliyor olmalı. 25 bin nüfuslu bu ilçede ikinci basamak bir devlet hastanesi bulunuyor (Buraya ufak bir dipnot düşmek istiyorum: yalnızca acil polikliniğine günde gelen ortalama 200 hastayı hesaba katar isek yaklaşık 2 ay içerisinde tüm ilçeye acil hizmeti sunulduğunu kabaca hesaplayabiliriz. Ancak bu ilçede sağlık ocağı, kabaca tüm branşlardan poliklinikler de mevcut. İlginç bir durum…). Bu hastanede anjiyografi, yoğun bakım, ameliyathane ve resmen tüm branştan uzman hekim bulunuyor. Bu kadar imkan olmasına rağmen garip bir şekilde bu imkanların oldukça verimsiz kullanıldığını gözlemledim. Hastanenin sahip olduğu imkanların birçok kez görmezden gelindiğine şahit oldum. Bu durum ise üçüncü basamak hastanelere gereksiz bir yük doğurmakta idi.
Acil pratiğim boyunca birçok hastanın birden fazla kronik hastalığa sahip olup yetersiz tedavi aldığını tespit ettiğimi söylemeliyim. Sürekli olarak kronik hastalıkların akut alevlenmeleriyle acil servise başvuran birçok hastanın hem kendi sağlıklarını ciddi şekilde tehlikeye attıkları hem de acil servise büyük bir yük oluşturduğu bir gerçektir. Oysa acil dışı şartlarda gerçek bir poliklinik muayenesi ile bu hastaların ilaçları düzenlenebilmiş olsaydı birçok hasta acil bir patoloji yaşamayacak idi. Hastalara bu durumu yönelttiğim birçok vakitte genellikle poliklinik randevusu bulamadıklarını söylüyorlardı. Ama burada şunu da açıkça söylemek gerekir ki birçok hasta ve hasta yakını bir şikayet yaşamadan hastaneye gelmeyi tercih etmiyor ve acil serviste anında ve “ücretsiz” şekilde muayene olabiliyor olmanın cazibesini kendi genel sağlıklarına tercih ediyorlar. Ben toplumumuzda kronik hastalıkların bu kadar yaygın ve bir çoğunun dekompanze durumda olduğunu hiç düşünmemiştim. Bu yalnızca acile başvuran hastalara bakılarak çıkarılmış bir sonuç olduğu için bir ‘bias’ olabilir ancak yine de burada bir gerçeklik payı olduğunu düşünüyorum.
Sağlık çalışanları arasındaki çekişme ve doktor grevleri
Çalıştığım hastanede acil ekibimdeki sağlık çalışanlarıyla hiçbir problemim olmadı. Güvenlik personelinden hasta kayıt personeline, hemşireden paramedik arkadaşlarıma kadar hepsi oldukça düzgün insanlar idi. Ancak hem internetten hem de başka meslektaşlarımızdan duyduğum kadarıyla sağlık personelleri arasında ciddi bir çekişme bulunuyor ve bu durum ne yazık ki doktorların çalışma motivasyonunu da bozuyor.
Başka meslek gruplarında olmayan şekilde doktorların maaşlarına zam yapılacağına dair televizyondan tüm Türkiye’ye yanlış bir bilgilendirme yapıldığını yakın geçmişte gördük. Hatta bu bilgilendirme sonrası ertesi gün acil polikliniğine gelen bir kişi doktor arkadaşıma ‘hayırlı olsun’, ‘maaşlarınız arttı’ gibisinden garip söylemlerde bulunmuş olması bu haberlerin tüm topluma anında yayıldığını gösteren güzel bir örnek olmuştu. Oysa doktorların maaşına hiçbir zam olmamıştı. Aslında yalnızca emeklilik maaşına yapılacak bir katkı olacak idi. Ancak doktorlar dışında diğer sağlık çalışanlarının öncülüğündeki bazı sendikalar bu durumu protesto edip bu kararın durdurulmasını sağladılar. Bu gelişme doktorlar ile diğer sağlık çalışanları arasında büyük bir husumet yarattı.
Doktorlar uzun yıllardır problemlerini dile getirmekle birlikte çoğu zaman yalnızca pasif eylemlerde bulundular. Bu noktada HEKİMSEN, HEKİMBİRLİKSEN ve TABİP-SEN sendikalarını anmak çok önemli olacaktır. HEKİMSEN 2018 yılında, HEKİMBİRLİKSEN 2021 yılında ve TABİP-SEN 2022 yılında kurulmuş oldukça yeni sendikalardır. Ancak bu sendikaların esas özelliği doktorlara yönelik sendikalar olmasında yatıyor. Daha köklü ve tüm sağlık çalışanlarına yönelik diğer sendikaların genellikle doktorları görmezden geldiğinin uzun sürelerden beri dillendirilen bir mevzu olduğunu da belirtmeliyiz.
14-15 Aralık 2021 tarihinde yarım gün ve 16 Aralık’ta tam gün olmak üzere doktorların greve gitmesine öncülük eden HEKİMSEN sendikası Türkiye’nin gündeminde bir etki yaratabildi. Daha sonra bunu 21 Ocak 2022 günündeki iş bırakma eylemi izledi. HEKİMSEN’in bu aktif hareketlenmesi diğer bazı sendikaları ve Türk Tabipler Birliği’ni (TTB) de harekete geçirmiş gözüküyor. Son olarak 17-18 Şubat 2022 tarihinde yapılan iş bırakma eyleminden sonra Türk Tabipler Birliği 14-15 Mart tarihlerinde grev yapılacağını duyurdu. Aynı zamanda 13 Mart tarihinde İstanbul’da bir yürüyüş gerçekleştirileceğini ve bu süreçte çeşitli illerde bilgilendirmeler yapılıp çeşitli siyasi parti gruplarını ziyaret edeceklerini söylediler. Henüz resmi bir açıklama yapılmamış olsa da yeni doktor sendikalarının 14-15-16 Mart günlerini kapsayacak şekilde grev duyurusunda bulunacağı konuşuluyor. Sendikalar ve TTB arasında bir koordinasyon bozukluğu olduğu göze çarpıyor. Buna ek olarak, sendikaların resmi duyurularındaki satır araları incelendiğinde aslında sendikalar arasında ve sendikalar ile TTB arasında bir çekişme olduğunu da görebilmek oldukça kolay.
Umarım doktorlar ve sağlık çalışanları hak ettikleri şartları bir an önce elde edebilirler. Bu sayede verilen sağlık hizmetinin kalitesinin artacağı ve sadece sağlık çalışanlarının değil aynı zamanda tüm toplumumuzun bu durumdan memnun olacağını düşünüyorum.
Nihayetinde…
Burada bahsettiğim ve daha bahsetmediğim irili ufaklı birçok sebepten ötürü pratisyen hekimlikten ayrılma kararı aldım. Aslında bu durum yalnızca 3 aylık pratisyenliğe ek olarak bu yazıda bahsedilmemiş tüm bir tıp fakültesi hayatı ve ülkemin genel durumunu kapsayan birçok problemden de kaynaklanıyor. Tüm bunlar birikerek insanların büyük tercihler yapmasına sebep oluyor. Türkiye doktor açığı olan bir ülke olmasına rağmen elimizdeki doktorları kaybediyoruz. Bundan 8 ay önce yazdığım bir yazıda, Amerika Birleşik Devletleri’nde tıp lisansı alabilmek için girmeniz gereken USMLE isimli sınava yönelik oluşturulmuş bir Türkçe Telegram grubunda 6.177 kişi bulunuyor diye yazmıştım. Şu anda bu sayı 7.893. Hangi meslektaşımla konuşursam konuşayım mesleğinden memnun olmadığını söylüyor ve birçoğunun mesleki gelecek hayalleri Türkiye dışındaki ülkelerde bulunuyor. Ben bu yazıyı kaleme alırken bir nöroloji doktorunun bir hasta tarafından birçok kez kafasının masaya vurulup boğazına ve yüzüne oturularak darp edilmiş olmasını sosyal medyadan üzülerek öğrendim. Beyin göçü bir neden değil bir sonuçtur. İnsanları bu sonuca götüren nedenlere odaklanmadığımız sürece bu durumu çözmek mümkün olmayacaktır.
Hocam bu yazınızda değerli ve parlak fikirli taze bir meslektaşımın görevinden ayrılışının hikayesini hüzünlü bir şekilde okudum. Umarım daha iyi şartlarda bu kutsal mesleği tekrardan icra etme fırsatımız olur , yazınız da bahsettiğiniz kaygıların ötesinde parlak jurnaller konuşmak okumak tartışmak dileğiyle … hakkınızda bundan sonrası için en güzel olanı diliyorum
Güzel yorumun için çok teşekkür ederim. Umarım sen de çok daha iyi şartlarda çok güzel yerlerde bu işi sürdürürsün.
Hekimlerin sorunlarını anlatan güzel bir yazı olmuş, elinize sağlık Nihat bey.
Güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim Ekrem bey.