Yeniden boğazıma takılan bir yumru ile atmaya çalışıyorum adımlarımı. Doktor hanımlar beyler kendilerince bu durumu “DİSFAJİ” yani yutma güçlüğü olarak nitelendiriyorlar. Bense bu denli basit olabileceğini düşünmüyorum. O yumrular gelip oturduğunda boğazıma ayaklarımın bastığı yerin kat kat altında yer bulmak istiyorum bedenime. Vazgeçmek istiyorum, isyan etmek istiyorum. Çoğu zamansa avazım çıktığı kadar haykırmak istiyorum herkese. Bu çelimsiz omuzlara yüklenen yüklerin sancısı dağılıyor bedenime. Saatler ve dakikalar işkenceye dönüyor. Yükümü bırakmaya da taşımaya da gücüm yok. Birileri bir düğmeye bassın ve dursun o durmadan ilerleyen tik taklar. Donsun zaman ve mekan. Kaybolayım, ya buhar olup uçayım, ya su olup akayım, ya har olup yanayım. Bu biçimsizlik ve bu hamlıkla sızlıyor her yanım bu yüklerin altında.
En büyük sebep ise var gibi görünüp yok olanlar bu sızıya. Yalancı gölgeler sarmışken her yanımı gerçeği bulmaya dermanım kalmadı.
Bir insan düşünün ki en çaresiz ve kimsesiz anında
Bir insan düşünün ki çaldığı kapıların hepsi yüzüne kapalı
Bir insan düşünün ki herkese yabancı
Bir insan düşünün ki andan azade
Bir insan düşünün ki gözyaşlarından ibaret
Bir insan düşünün ki dalları tek tek kırılmış
Bir insan düşünün ki yaprakları tek tek solmuş
Bir insan düşünün ki aniden yere yığılmış
Bir insan düşünün ki düşüp düşüp kalkmaktan yılmış
Bir insan düşünün ki henüz çocuk yaşında ömründen bıkmış
Ötelere bir özlem var içimde en ötelere. Bekleyene kavuşma isteği var özümde, vuslat hasreti var yüreğimde. Seneler birbirini kovalıyor kuruyup kabuk bağlaması gereken yara her sene daha çok kanıyor. Bağışıklık sistemim ise oturmuş halime yanıyor.
Her şeyi sevmek ve her şeyden nefret etmek arasında çok ince bir sınır var aslında. HİÇ‘in HEP’ e eş olması gibi. Aslında sevgi ve nefret de birbirinin ikizi. İnsanın gözünü kör eder, deliye döndürür, yanlışa saldırtır, kibre bulaştırır, bencillik tadı barındırır. An gelir en sevdiğin en nefret ettiğin olur ya da tam tersi. Peki şimdi hangisinden vazgeçmeli, çareyi nerede aramalı?
Seviyorum dediği yerden kopunca ipin ucu nereye bağlanmalı? Geçmişte mi gelecekte mi aramalı, ölmekte mi yaşamakta mı bulmalı? Peki esas korkutucu olan ne ölüm mü hayat mı? Hayat boyu nefes alan bir cesette kaç kere ölüyor ruhum bilmiyorum.
Sesiz bir sinemanın başrol oyuncusu olmak istiyorum. Konuşmaya dermanım yok ama anlatmak istiyorum. Nerden başlayacağımı bilemediğim bir yerden öylesine bir hal içinde çıkayım sahneye. Hiç hareketsiz kalayım öylece, arka planda ise Hasanov’un içli kemençesi ağlasın benim yerime. Bir adım atar gibi olayım derken düşeyim yere. Acaba burada mı çare deyip yerdeki taşların aralarını kazayım tırnaklarımla , ağaçların köklerindeki öze ulaşmaya çalışayım. Tam buldum derken başka bir el koparıyor beni oradan, bağlıyor gözlerimi götürüyor başladığım yere. Bu sefer yağmurda ıslanmış, ağırlığına ağırlıklar eklenmiş odunları yüklüyor üzerime, bacaklarımda birini rehin alıyor yanına. Hadi diyor yürü, yürü ki görelim dirayetini, sabrını, yürü ki kuvvetlensin özün, yürü ki canlansın ölü bedenin. Yürü ki gelsin zorluğun ardındaki kolaylık. Her adımında bir yumru beliriverecek. İşte buna “DİFAJİ” diyecekler. Sen ise “ÖMÜR”…