Ortada iyi para döndüğünü duymuştu. Aslında tüm bunların sebebi para gibi görünüyordu. Profesyonelde lisanslı bir boksörün bir maç için alabileceği en iyi tekliflerden birini almış, gene de pek de adı sanı duyulmamış bir boksör için verilen bu teklife sevinen aptal antrenörün sevinçten kendisiyle gülerek yaptığı konuşmaya da önce gülüp geçmişti. Ama sakin kafayla düşününce gerçekten önerilen hem paranın çekiciliği hem de profesyonel kariyerde ilerleme şansı onu da etkilemişti. Boksu hep sevmiş, ona ömrünü adayacağına kendi kendine söz vermiş ve bu sözü her gün kendine tekrar ettirmişti. Belki de çok geç sayılabilecek bir yaşta boksa başlamış olsa da boksun sihrine her zaman inanmış, kışın soğukta ter dökerken, yazın güç ve denge antrenmanlarında ter dökerken, dört mevsim boyunca dört elle boksa sarılmış, boksun olmadığı bir hayatı kabul etmemiş, boksun yoksul ve sevimsiz yüzüne de hiçbir zaman aldırış etmemişti. Her gününü salonda geçirmeye çalıştığını herkes bilirdi. Salondaki tüm boksörler onun arkadaşıydı. Salonda yatıp kalkar, haftalığını aldığında hemen et almaya giderdi. Çünkü ”Et yemeyen adam sağlam vuramaz”dı. Bu babasının sözüydü. Salonu babası kurmuş, sonra da devretmişti. Ama Hemming babasının ölümünden sonra da orada kalmaya devam etmişti. Amatörlük bitmişti ama sonrasında profesyonelliğe adımını atar atmaz ilk maçında Lessing’den sağlam bir dayak yemişti. Sonrasında Lessing’in üzerinden buldozer gibi geçen Steinford’u devirmesi gerektiğini duyduğunda kara kara düşünmeye başlamıştı. Onu yenmeliydi ama Steinford Hemming’i ciddiye bile almadı. Hemming’in antrenörünün resmi maç teklifini reddetmiş hatta “Daha da dayak yiyip kıvama gelmeli, sıramı bekleyip son dayağını ben atarım sorun değil” diyecek kadar da ileri gitmişti. Hemming kızsa da çaresizliğini farketmiş, finale geldiğini düşünüp n’apacağına karar vermeye çalışıyordu. Her şey böyle sürüp giderken sonunda maçı bu sefer kibirli Steinford’un menajeri ona teklif etmişti. Elbette reklam ve bahis gelirleri ödülün altını doldurmuş, beklenenden daha fazla elde edileceği düşünülen hasılat, hem menajerin hem de patronların ağzını sulandırmıştı. Hemming maçı hemen kabul etmiş 3 aylık hazırlık süreci de sorunsuz şekilde tamamlanmıştı. Hazırdı…
Maç günü doğru düzgün yemek yiyememişti ama pek aç olduğu da söylenemezdi. Sadece maçı düşünüyordu. Maçı çok düşünmek de az düşünüp önemsememek de iyi değildi aslında ama gene de n’aparsa yapsın zihninin arka planında hep maç vardı. Dolapların olduğu alt katta eldivenlerini giymeye çalışırken yavaşça ayağa kalktı, çok eşyam var mı diye düşündü. Ama dolabına koyacağı hiçbir şey yoktu. Kişisel eşyalarının da maddi olarak pek bir değeri yoktu. Öyleyse kendimizi bir deneyelim dedi ve gardını alıp var gücüyle dolabın demir kapağına bir direkt kroşe indirdi. Bileğine kadar elinin girdiği demir kapak yamulmuştu. Şaşkınlıkla elini çektiğinde yamulan kırık kapak gürültüyle yere düştü. Bunu pek önemsemedi. Gürültü her zaman olurdu. Yumruğuna baktı. O kadar antrenmandan, zorluktan, yorgunluktan; antrenörden yediği onda fırçadan ve verdiği onca emekten sonra elinde acının zerresinin bile olmadığını farketti. Şaşırmamış olmasını da garipsemedi. Sonra sözcükler dişlerinin arasından döküldü: ”Senin de kafanı aynı böyle kırıcam Steinford. Yumurta kabuğu gibi kırıcam kafanı. Sana söz veriyorum. Ama bunun herhangi bir nedeni yok. Seni sevmiyorum. Sadece bu. Bu…” .Ağır adımlarla soyunma odasından çıktı ve ringe giden koridordan geçip seyircilerin olduğu kısma çıktı. Islıklar, küfürler, ellerinde manşetinde Steinford’un olduğu gazeteleri sallayan, bağıran ve moral bozmak için ellerinden geleni yapan seyircilerin arasından sessizce geçti. Öyle ya Steinford bu maçın favorisiydi ve maç Kaliforniya’da değildi. Madem ki dövüşmeye mecbur olan oydu öyleyse maç Chicago’da olacaktı.
Ringe çıktı. Alkışların, çığlıkların, güzel kadınların ve kravatlı bayların ilerisinde belli belirsiz bir sisin içinde Steinford’u gördü. Kırmızı şortuyla yay gibi gerilmiş adale, sinir ve kemik yığını, genç ve diri Steinford’u. Patlamaya hazır dinamit gibi görünüyordu ama bu pek de önemli değildi onun için. Hemming 30, Steinford ise 23 yaşındaydı. Kondisyon açısından çok geride olduğunu düşünmese de yaş farkı gene de önemliydi. Bir anlığına maçın zor geçeceğini düşündü ama bu düşünce hemencecik kayboldu.
Maç başladı ve herkesin tahmin ettiği gibi maça hızlı başlayan da favori olarak gösterilen Steinford’du. Zilin sesini duyunca köşesinden deli gibi fırlamış ve Hemming’i yumruk yağmuruna tutmuştu. Hemming gardını kaldırmış, sağanak halinde gelen kroşe ve direktleri yememeye çalışıyordu. Steinford yaşına rağmen tam manasıyla “boksörün kurdu” sıfatını hak eden biriydi. Bütün yumrukları üzerinde çalışılmış bir sanat eseri gibiydi. Hem sağlam vuruyor hem de seri şekilde akıllıca vurup yarım adım çekilip, Hemming’e de fırsat veriyor, Hemming’in gardını açmaya çalışıyordu. Gardın açılması, aparkat patlatmak için ele zor geçen ama güzel bir fırsattı.
Aklına soyunma odasında yamulttuğu demir dolap kapağı geldi. ”Dolap kapağı sana karşılık veremez. Ama Steinford yağmuru fena bastırdı” dedi kendi kendine. Hem korunmaya çalışıyor hem de gardının arasından kontra vurma fırsatı arıyordu. Rakibinin yüzünü doğru düzgün göremiyordu bile. Bunları düşünürken bir an konsantrasyonu bozuldu duraksadı ve gardındaki aralıktan gelen Steinford’un sol direği sağ gözünde patladı. Bir an duraksadı çünkü iplere yaslandığından daha da geriye gitmesi mümkün değildi. Ard arda gelen yumruklardan ani bir eskiv ile kaçtı ve Steinford’un sağına geçti. Alan serbestisi kazandığından biraz rahatladığını hissetti. Ama Steinford’un onu rahat bırakmaya niyeti yoktu.Var gücüyle saldırıyor, asla nefes aldırmıyordu. Hemming de fırsat bulduğunda bir iki kroşe bazen ani bir direkt vuruyor, en azından Steinford’un gardında bir açık bulmaya çalışıyordu.
İlk üç raunt Steinford’un ezici üstünlügüyle geçmiş, Hemming’se sağ gözü şiş ve elmacık kemiğindeki sıyrıklarla şimdilik bu yumruk tayfununu sağ atlatmış gibi görünüyordu.
Dördüncü rauntsa başa baş geçti. Hemming dezavantajlı olduğunu düşündüğünden rakibini yormaya çalışıyor, yoruldukça Steinford’un hata yapacağını düşünüyordu. Steinford’sa sadece rakibini yenmeyi değil, onu ezmeyi ve ona unutamayacaği bir ders vermeyi düşünüyordu. Farkında olmasa da iflah olmaz bir Nietzsche’ciydi. Zayıfa ya da zayıf gördüğüne merhameti yoktu. Güçlü, güçlü olmayı hak ettiği için güçlüydü ve bunu sonuna kadar kullanmalıydı. ”Rakibi yenmek yetmez, onu ezmek gerekir ki bunu asla unutmasın.” Sahibi olduğu salonun girişinde yazan bu sözü Nietzsche söylemişti. Ama Steinford bunu bilmiyordu. Aslında bilse de pek de önemli değildi onun için. Ona göre boksta felsefeden ziyade aksiyona ve sağlam bünyeye gerek vardı. Gerisi önemli değildi.
Gelgelelim rakibi çetin ceviz çıkmıştı. Bir türlü pes etmiyordu. Fırsat buldukça etkisiz ama sinir bozucu ataklar yapıyor, dikkatini dağıtıyordu.
Beşinci rauntta Hemming’i gene bir şekilde atak üstüne atak yaparak iplere sıkıştırmış, üstünlüğü ele geçirmişti. Çekilir gibi yapıp açık vermesini bekliyor, bütün gücüyle vuruyor, rakibini yormak ve yanıltmak için elinden geleni yapıyordu. Her şekilde bu amatörü ezeceğinden emindi. Maç onundu. Bu kesindi. Sadece finali nasıl yapacağına karar vermeye çalışıyordu.
Öte yandan Hemming artık zorlanmaya başlamıştı. “Sersem herif gardını düşürme, adam seni sıkıştırdı!” diye bağırıyordu antrenör ama Hemming onu duyacak durumda değildi. Ringin köşesine sıkışmış, direkt kroşe ve aparkat yememeye çalışıyor, oradan kurtulup sayıyla geride olduğu maçta nasıl öne geçebileceğini düşünüyordu. Sağlam bir sağ direkt gardına takıldı, hemen peşinden rakibine sağ direkt kontra vurdu. Rakibi, dört raunt boyunca patakladığı Hemming’den bu kontrayı beklemiyor olacak ki hafifçe sendeleyip geri çekilir gibi oldu. Yumruk resmen yüzünde patlamıştı. Hemming için tam vaktiydi. İleri yarım adım atıp rakibinin karnına sağlam bir yumruk indirdi. Sonra rakibinin açılan gardının arasından bütün gücüyle sağlam bir aparkat vurdu. O kadar sağlam vurmuştu ki rakibi havada hafif bir kavis çizerek sertçe yere çakıldı. Bütün bunlar saniyeler içinde olmuştu ve hakem saymaya başladı.
10,9,8, … Maç bitmişti. Sonrasında ıslıklar, alkışlar, küfürler ve yuhalamalar vb. hepsi birlikteydi. Hemming eldivenlerini çıkarıp fırlattı. Sağ gözü kapanmıştı ve antrenörle konuşmadan köşesinde duran su dolu kovaya okkalı bir tükürük attı. Kendi kendine söylendi, “Hep aynı tiyatro, bana kalansa kapanmış sağ göz ve şişmiş elmacık kemiği. Gene de boks bu işte. Boks ve …Her neyse. Karnım öyle aç ki! Et yemek istiyorum. Et!”.
Antrenörün sevincini görmedi ve ringden yavaşça inip ağır adımlarla soyunma odasına gitti. Çok yorgun hissediyordu. Hep olduğu gibi. Çok yorgun. Ama mutluydu. Rüştünü ispat etmişti. Artık profesyoneldi.
Konuk yazar: Adım Tansu S. ! İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF’de Maliye lisans ve yüksek lisans (tez aşamasında bıraktım) ile Anadolu Üniversitesi’nde yarım dönem Sosyoloji eğitimi aldım. Şimdi Felsefe 3. sınıf öğrencisiyim.