“Çok değişmişsin tanıyamıyorum seni Nazım.” Yıllar sonra gördüğümüzde birbirimizi, böyle söyledi hanımefendi. O da değişmişti bir yerde, hayatım olmaktan çıkıp hanımefendi olmuştu. Neydi ki değişmekten kastımız, bu kadar göreceli olmasa gerekti bu lanet kavram. Hangi zerre değişmiyor ki evrende? Hala biberondan mı süt içiyorsun? Aynı kıyafetlerini mi giyiyorsun hala? Yaşın mesela aynı mı her sene, büyüyor değil mi?
Değiştim evet; fikirlerim değişti, devleşti… Edebiyat öğretmeni olmaktı hayalim, kiralık katil oluverdim ne olmuş yani? Ne bekliyordun ki şiirler yazmamı falan mı? Yazabilirdim aslında hatta şartlar buna el verseydi yazdığım eserler toplumcu çerçevede olurlardı. Toplumcu çerçevede olurlardı çünkü ‘ben de toplumun bir parçasıyım’ zannediyordum. Sonradan anladım ki değilmişim… Anladığım an bıraktım insanlara şiir yazmayı çünkü anladım ki insanlara şiir yazılmaz. Onlar kendilerine çek yazılsın isterler, maaş dekontları isterler, tapu isterler… Haklılar, kızmıyorum. Sadece onlardan, sıradan değildim. Bunu anlamam için de kafama silah dayamam ve kendimi tavana asmam gerekti fakat karşında kanlı canlı duruyor olmamdan anlamalısın ki onu da beceremedim. Tabancam bozuk, ipim dandik çıktı.
Okulum biteli iki sene olmuştu. Devlet atamamı yapmadı; üç kuruşa talim ederek çalıştığım yerden beş kuruş daha istedim, kapının önünde buldum kendimi.
Babama karşı da mahcuptum; sen evladını 4 sene boyunca (emekli olmana rağmen çalış) okut, meslek sahibi olsun diye bekle ama o bir baltaya sap olamasın.
Sonra sen, sen hiç yanımda olmadın ya… Oysa ne zaman konuşsak hep çok özlediğinden bahis açıyordun. Fakat ne hikmetse dertleşme imkânı bulamıyorduk bir türlü… Anlatsaydım sana farklı olurdu belki ama dinlemedin. Samimiyetsizdin çünkü… Özledim derken de samimi değildin. Gerçekten özleyecek olan buna fırsat vermezdi.
Hep bitmek bilmeyen işlerden yakınıyordun. Bense ne zaman çağırsan koşuyordum, benim hiç mi işim yoktu sanki? Gerçi yine çağırsan yine gelirim çünkü bu bizim doğamızda var.
Biliyor musun İslamiyet öncesindeki Türk devletlerinde anne-babalar evlatlarına isim verirken kız-erkek ismi ayrımı yapmazlarmış. Fakat bir isim dışında: “Özlem” Özlem adında bir erkek olmamış hiç o dönem. Ben de senin adını “özlem” diye geçiriyordum yazılarımda. Abdürrahim Karakoç üstadımdan öğrendim bu hüneri.
Ekmek, tuz, yoğurt almaya paramın olmadığı bir gün, tabanca almaya para bulabilmiştim. Nasıl edebiyatçıydın sen? Ama doğru ya nasıl da unutmuşum; sen bir burjuvasın! Senin deyiminle benim gibi duygularla değil de mantıkla hareket ediyorsun. Edebiyat okumuş fakat edebiyattan zerre anlamayan bir burjuvasın artık! Bense bir burjuvaya kitap hediye edip O’ndan beni sevmesini bekliyorum.
Sevgi yanlış kişiye karşı olursa, insanda karakter namına bir zerre bırakmıyor. Ben sana yazarak, seni arayarak bunların hiç birini yapmadığım vakitlerde seni düşünerek, aklımdan geçirerek kendi karakterimden çok defa taviz vermiş oldum. Ben bir sevgide bu kadar karaktersizleşecek bir adam değildim senden önce. Yine de merak etmekten kendimi alamıyorum, hiç mi Dostoyevski okumadın? Ona göre “sıradan insanların yaşamlarını devam ettirmeleri için kurallara katı bir şekilde uyması gerekirdi. Fakat sıradan olmayan insanlar için böyle bir zorunluluk yoktu; onların istedikleri suçu işlemeye hakları vardı; sıradan değillerdi çünkü”… Rahmetli Raskolnikov’un haklı sebepleri vardı ilk kanı dökmek için; benim de öyle…
İnsanlar alışverişe gidiyor, aldıkları karşısında onlara bir el uzanıyor. İnsanlar camiye Tanrının huzuruna gidiyor karşılığında ellerini göğe kaldırıyor. Bense ormana gittim ve bir elma kopardım ağaçtan karşılık bekleyen hiçbir el uzanmadı bana. O an anladım ki doğa bize hepsini ücretsiz vermişti. Dünya bizimdi de kim ne hakla sahip çıkmıştı ona? Bizim olanı geri almak için veriyorum bu kavgayı başarılı olup olamayacağım zerre umurumda değil. Koca dünya “ne olacaksa olsun” felsefi üzerine kurulmadı mı zaten. Demem o ki biliyorum neden geldiğini ve seni kimin gönderdiğini, nefesini yorma hiç boşuna kırılacak o kadar kafa varken kalpler kırılmasın yok yere.
Sözlerimin ardından döndüm arkamı. ‘Git’ diyemezdim çünkü. En yakınıma, en derinden sevdiğime karşı duyduğum bu kırgınlık kal dememe de engel oluyordu.
Yıllarca farklı yerlerde, farklı bedenlerin yanındaydık. Fakat ben onun her anından haberdardım. Kimse söylemiyordu; görmüyor, duymuyordum. Ama en önemlisi de bu ya, hissediyordum. Farkında değildi belki ama ağladığında hep benim omzumda ağlıyordu. Hatta o kadar ki ben de ona eşlik ediyor göz yaşlarımla ıslatıyordum dalgalı ipek saçlarını. Arkamı döner dönmez bir ses duydum. İki sert demirin birbirine sürtünme sesiydi bu. Bıçağını bilemeye başlamıştı hanımefendi. Demirin iç gıcıklayıcı sesi eşliğinde sımsıkı kapattım gözlerimi.
İkimizin de en çok sevdiği şairdi Turgut Uyar. Ona karşı koymaya niyetim yoktu narindi, kırılırdı çünkü. Belli ki mecbur kalmıştı. Turgut Uyar’ın Arz-ı Hal’i geldi aklıma “Artık, pek yarattığın gibi değil dünya” diyordu Tanrıya. Haklıydı her zaman olduğu gibi Tomris boşuna sevmemişti onu ne de olsa…
Bileme işi uzun sürmüştü. Acaba vaz mı geçecek diye geçirdiğim sırada ince, soğuk demiri hissettim sırtımda. Sıcak kanımla ısıtırken soğuk demiri, ona son bir mısra okumak istedim ama ne garip bir hismiş bu ölmek; midem bulanıyor, parmaklarımda bi’ karıncalanma, zihnim karışıyordu. Bilincimi kaybetmeden önce son gördüğümse kendi kanım ve yazdığım bu satırlardı.
Nazım A
Bu yazı, Evde Kal Türkiye Parlak Jurnal Yazı Yarışmasında 21. olmuştur.
Mücahit Hazar
Neden bilmiyorum ama konu bütünlüğü yok gibi geldi bana… Yine de eline sağlık.
Beyefendinin yorumuna kısmen katılmakla birlikte yazıda konu bütünlüğünün pek sağlanamaması,
yazarın muhâtaba pek çok şey söylemeyi isteyip söyleyememesinden mütevellit zannediyorum.Ortada âşikâr bir acı varken,beyin kalbe pek itaatkâr davranmayabiliyor.Cümleler de sere serpe oluyor,uçuşan her bir düşünce yazıda kendine yer edinebiliyor.Ukde olarak kalan her bir durum yazıyı sitemkâr bir dile bürümüş.Edebî açıdan değerlendirilecek olursa üzerinde oynamalar yapıldığı takdirde gayet başarılı olabilir.Dil ve anlatım kuralları yönünden gözden geçirilmesi gerekiyor.
Sayın Yazar,bu cümleleri size yazdıran yüreğinize ve ona itaat etmeyen beyninize sağlık.Devam ediniz,yazmaya…