Kitap okuma oranlarımızın düşük olmasından herkes yakınıyor. Fakat kimse bu soruna ne gibi çözümlerle yaklaşacağımızı konuşmuyor. Bundan dolayı Parlak Jurnal yazarları olarak kendi çözümlerimizi topluca sizlere sunuyoruz. Sizin de çözüm önerilerinizi yazının altına yorum olarak bekliyoruz.
“Kitap okumanın eksikliğini hissetmiyorum deyince, ama biz hissediyoruz diye cevap verdi”
Zahid tarafından,
Yaşadığımız dünyada tarihsel açıdan insanlığı çok kitap okumamakla suçlarsak haksızlık olabilir. Hatta günümüzde geçmişe oranla daha fazla kitap okunduğunu söyleyebiliriz. Elbette bu kitapların niteliğine ve kişi başına okunan ortalama kitap sayısına göre de değişebiliyor. Fakat günümüz şartlarını da göz önünde bulundurursak internette kitapların tamamını ve daha fazlasını barındıran pek çok bağımsız bloglar, yazı dizileri, özetler ve makaleler görebiliyoruz. Bilginin hali hazırda depolanabilmesi kitap okumaya duyduğumuz ihtiyacın azalmasına, hatta kitap okumayı doğrudan gereksiz görmemize yol açıyor. Elbette online kitap, dergi ve gazetelerin avantajları da kaçınılmaz. Daha az masrafla daha fazla bilgiye ulaşmak artık mümkün. Yeni çıkan book reader’lar sayesinde göz problemleri benzeri riskler de ortadan kalkıyor.
Peki gerçekten kitap okuyabiliyor muyuz? Bu sorunun yanıtı kişilerin zamanı kullanabilme becerisinden bağımsız düşünülemez. Bir tıp öğrencisinin bunca tıbbi kitap ve makale dururken roman okumaya zaman ayırması gerçekten zor olabiliyor. Ayırsa bile bir edebiyat öğrencisinin okuduğu düzeyde okuyamayabiliyor. Aynı şekilde bir edebiyat öğrencisi de tıbbi kitapları okuma ihtiyacı hissetmeyebiliyor. Kaldı ki akademik kitapların romanlara kıyasla daha fazla süreye ihtiyacı olduğu biliniyor. Bu durumda kitap okumayı arttırmak sorusunun altında zaman yönetimi kavramı yatmaktadır. Aslında YouTube gibi platformlarda ‘hızlandırma’ özelliğinin olması insanın zamanı daha verimli değerlendirme arzusunun bir neticesi. Sesli kitapları hızlandırarak dinlemek de bilgiyi hap şeklinde alayım kurtulayım düşüncesinin dışa vurumu gibi. Kaldı ki kitabın çıplak gözle okunması ve aralarda bazı cümleler üzerine düşünülmesi, cümle kurma becerisi ve kelimelere dokunabilme adına, kuşkusuz paha biçilemez.
Bana kalırsa kitap okumak bir ihtiyaç olmalıdır, kişi bunun eksikliğini hissetmeli ve daha fazla okuyabilmek için kendine zaman yaratmalıdır. Unutmayalım, bir kitap iki paket sigaradan pahalı değil ve kullandığımız takdirde hepimizin muazzam bir potansiyeli var.
Sevgilerimle.
Kitap okumamak, okumak için bir başlangıçtır.
Onur tarafından,
Değerli dostlarım,
Bilirim ömr-ü dünyanızda pek çok kitap okudunuz, okuyorsunuz. Nihayetinde bazısı sizlere hitap ediyor ve heyecanla bitiriveriyorsunuz, bazısı daha ilk sayfasından son edemeden kenara bırakıveriyorsunuz, bazısını da zorla okudunuz.
Ama kendinize o değerli kitap okuma hevesiniz var iken gün geldi şu soruyu soruverdiniz: ‘Yahu okuyorum da aradan geçiyor aylar, yıllar bakıyorum ki hafızam beş karış havada, okuduklarım ise meçhul, muamma.’
Amaa şunu unutmayın. Evet, belki o kitabın içeriğini unuttunuz. Nitekim siz okuduğunuz kitaplarda yaşadığınız özel hisleri, empatiyi, farklı görüş açılarını ve tecrübeleri kazandınız. O belki hafızanızda kalamadı ama sizi duygulandıran veya şaşırtan bir kitap kalbinize karıştı! Ruhunuza karıştı, ahlakınıza, hoşgörünüze, anlayışınıza karıştı ve siz bunu fark etmediniz!
Yani diyeceğim dostlarım, kitabı bitirmek için değil, ruhunuza bir şeyler katmak için okuyunuz.
Lakin diyorsanız ki ’Kitap okuma alışkanlığım bile yok ki ey kardeş neyden bahsediyorsun sen?’ sizlere naçizane bizzat kendim de uyguladığım şu tavsiyeyi vermek isterim:
- Elbette zevkinize de hitap edecek bir kitabı seçin.
- Her gün sınırlarımızı bilerek belli bir okunacak sayfa sayısı seçin. Hatta ben bunu ilk başta alışkanlık haline getirmek için kitabımın kapak arkası sayfasına bir kâğıt yapıştırır ve her günün tarihine karşılık geldiğim sayfayı yazardım. Kitabın yavaşça sonuna geldiğimi görmek beni motive etti ve bana kitap okuma alışkanlığı kazandırdı.
- Gerçekten zorla okuyorsanız ve size hitap etmiyorsa devam edip etmemek için en az 60 sayfa okuduktan sonra buna karar verin. Sizi nelerin beklediğiniz bilemezsiniz 😊
Her sorunun çözümünü başkasından beklememek gerekiyor. Kitap okuma oranları/entelektüel birey sayısı uzun süreçte, gönüllülerin ailelere dokunmasıyla artabilir.
Nihat tarafından,
Türkiye yıllar içerisinde okur-yazarlık oranını istikrarlı bir şekilde arttırabildi. Artık günümüzde 15-24 yaş arası okur-yazar oranı %100 olarak karşımıza çıkıyor. Bu oldukça yüz güldürücü bir gelişme. Fakat okumayı ve yazmayı bilmek her zaman okuma alışkanlığı kazanmak anlamına gelmiyor. Zaten bu oran, her gün karşılaştığımız kolay bir cümleyi okuyup anlayabilme ve yazabilmeyi gösteriyor. Yoksa bu veri direkt olarak okuma alışkanlığıyla doğru orantılı değildir. Ülkemizde daha çok; ders kitapları, yardımcı kaynaklar ve test kitapları dışındaki çeşitli kitapları (roman, şiir, tarih vs.) okuma alışkanlığımızda bir problem olduğunu düşünüyorum. Yalnızca okumayı ve yazmayı bilmek bizi daha iyi bir okur ve dünyayı daha iyi yorumlayan bir birey yapamıyor. Bana kalırsa bunu OECD’nin ülkemizle ilgili PISA verilerinde açıkça görebiliyoruz.
Türkiye’de yılda kaç kitap okunduğunu bilimsel veri bazında bilmiyorum. Bu konuda internette çok farklı veriler var. Verilerin bu kadar farklı ve bariz bir şekilde zıt olması, daha bu işin araştırma kısmında bile çuvalladığımızı gösteriyor olabilir mi? Bu sebeple yalnızca gözlemlerimi baz alarak yorum yapıyorum ve ülkemizde kitaplara çok sıcak bakılmadığını düşünüyorum.
Kitap okuma alışkanlığı daha ziyade ailede kazanılabilecek bir yetenektir. Türkiye’de kitap okuma oranlarını arttırabilmek konusunda en büyük görev ailelere düşüyor. Bu bütün dünyada geçerli bir yöntem olmakla birlikte bazı ülkelerde kitap okumak günlük hayatın bir parçası haline gelmişken bizim ülkemizde kitap okumak ekstra bir iş olarak görülüyor. Önce bu algının kırılması lazım. Bir dizi izler gibi, film izler gibi, oyun oynar gibi kitabın da insana zevk veren ve tabir caiz ise “vakit öldürmek” için de kullanılabilecek bir şey olduğunun anlatılabilmesi lazım.
Artık günümüzde ülkelerin eğitim programlarından ziyade çeşitli fikir gruplarının ve gönüllü oluşumların insanlara olan etkisinin daha fazla olduğunu düşünüyorum. Bir kitap kulübü insana okumanın önemini daha iyi anlatabiliyor, bir Youtube videosu insanlara daha etkileyici şekilde ulaşabiliyor veya sivil toplum kuruluşları insanları değiştirmede daha başarılı oluyor. Bu yüzden eğitim ile ilgili çalışma yapan gönüllü insanlar toplumdaki okuma oranlarını arttırmada çok daha başarılı olabilir. Bu sebeple, ülkemizdeki klasik hataya düşmemek ve her şeyi “devletten” beklememek gerekiyor. 21. yüzyılın güçlü bireyleri olarak -en azından temennimiz budur- ülkemizin veya dünyanın sorunlarını ortaya koyup bunlara yönelik çözümler üretmeliyiz. Bazı işler gönüllülük ile gerçekten çözülebilir. Eğitim ve kitap okuma alışkanlığının kazandırılması kesinlikle gönüllülük ile çözülebilecek meselelerdendir.
Ülke olarak dikkat etmemiz gereken bir diğer mevzu televizyon ve sosyal medyaya ayırdığımız gereksiz vakittir. Küresel çapta gerçekleştirilen Dijital Türkiye 2019 raporuna göre Türkiye’de bir insan günde 2 saat 46 dakikasını sosyal medyada ve 3 saat 9 dakikasını da televizyon karşısında geçiriyor. Bu durum diğer ülkelerle kıyaslandığında oldukça vahim bir tablo. Buraya harcanan vaktin bir kısmı kitaplara yöneltilebilir. Genç ve dinamik bir nüfusa sahibiz fakat kitaplar dünyada hala bilginin saf ve en donanımlı kaynağıdır. Hiç kimse kitap/makale okumadan bir konudaki en derin çalışmalara ve bilgilere ulaşamayacaktır. Bir şeyler öğrenmekten öteye, okumanın insana kattığı düşünme yeteneği çok değerlidir. Bu sebeple ülkemizin gerçek yüksek öğrenim ve entelektüel seviyesini arttırmak için evvela kitap okuma oranlarını arttırmamız gerekmektedir. Bunu eğer devletin eğitim politikaları başaramıyorsa sivil toplum kuruluşları ve gönüllü gençlik hareketleri başarmaya çalışmalıdır. Günümüzde bürokrasinin elinin yetişemediği fakat sivil örgütlenmelerin gönüllülük esasıyla yetişebildiği çok fazla alan olduğu unutulmamalıdır.
Özetle, günümüzde kitap okuma oranlarını arttırmaya gönüllü sivil toplum örgütleri ve oluşumlara ihtiyacımız var. Bu gönüllü oluşumlar kitap dağıtmaktan veya öğrencilere ulaşmaktan ziyade özellikle ailelere ulaşmalılar ve ailelerdeki toplu okuma kültürünü geliştirmeye, çocuklarına kitap alışkanlığını nasıl kazandıracaklarını öğretmeye çabalamalılar. Direkt olarak öğrenciye değil, ona okuma alışkanlığını sağlayabilecek yegâne kişilere, yani anne ve babaya dokunmak gerekiyor. Kütüphane kurmak ve kitap dağıtmakla okuma sayısının korele olmadığı da not edilmelidir. Kütüphane ve kitap sayıları, kitap okuma oranlarının az olmasının bir nedeni değil sonucudur.
Ülkemizdeki kitap okuma oranını arttırmak istiyorsak, önce toplumun okuma algısını değiştirmeliyiz.
Yasin tarafından,
Türkiye’de okuma oranları çok düşük. Elbette bunun birçok nedeni var. Ancak bu soruna çözüm olarak kısa vadede ne yapabiliriz, onu konuşalım. Ülkemizdeki okuma oranlarını gerçek anlamda arttırmak istiyorsak, milli bir okuma seferberliği ilan etmeliyiz. Mesela okuma algısını değiştirerek bu işe başlayabiliriz. Kitap okuma, ülkemizde ne yazık ki ekstra yapılan bir şey gibi algılanıyor. Bunu bir şekilde düzeltmeliyiz. Kitap okumanın en az yemek, içmek gibi doğal bir şey olduğunu sosyal propagandalarla anlatmalıyız. Özendiren, teşvik eden etkinliklerin artması bu konuda etkili olacaktır.
Tabii bununla yetinmemeliyiz. Gerçekten okuyan bir Türkiye için öğrencilere kitap okuma alışkanlığı kazandıracak uygulamalarla eğitim sistemimizi düzenlemeyiz. Öğrencilere angarya verilen okuma ödevlerinin, okuma alışkanlığı kazandırmadığı, bilakis okuyacak öğrenciyi de soğuttuğu aşikardır. Bu konuda şöyle bir örnek verebilirim. Benim bitirdiğim lisede çok güzel bir uygulama vardı. Okula geldiğimiz her gün yaklaşık bir saat hep beraber kitap okurduk. Kitap okuma saati dediğimiz bu zaman diliminde, okuldaki müdürümüzden tutun da okulun temizliğinden sorumlu hizmetli abilerimize, ablalarımıza kadar herkes o saat kitap okurdu. Ama okumamız için zorlanmazdık. Başımızda duran öğretmenler yalnızca, okumak istemeyenlerin, okuyacak olanları rahatsız etmesine engel olurlardı. Ve inanın bana, bir zaman sonra herkes o saatte kitap okur oldu. Bu tarz uygulamalar şu an okullarda ne derece yaygın bilemiyorum. Bildiğim tek bir şey var: Kitap okumayı hayatımıza dahil etmeliyiz. Eğitim sistemimizde okumayı angarya bir iş olarak göstermekten şiddetle kaçınmalıyız.
İyi Bayramlar, en güzel bayram mesajlarını okumak ve değerli yorumlarınızı alma üzere sizi blogummda görmekten mutluluk duyacağım.
Bizim toplumumuz tarafından algılanan okumak kelimesi bir okula devam etmek yada bitirmekle özdeşleştirilmiş durumda ne yazıkki.Ne okuyorsun diye sorduğunda birisi keşke şu aralar kafka okuyorum ama yakında dostoyevski ile meşgul olacağım diyebilseydik. Onur’unda döylediği gibi ruhuna birşeyler katacak kaynaklar okumadığında bizi bazı yazılım sistemleriyle proglanmış robotlardan ayıran birşey olmayacaktır aldığımız yoğun yada karmaşık eğitimlere rağmen.
Kendi adıma kitap okumayı seviyorum fakat düzenli bir alışkanlığım yok neyazıkki ama bunun oluşması için çabalıyorum Nihat’ın bahsettiği gibi aileye bu konuda büyük bir sorumluluk düşüyor.Ben kitap okumaya daha erken yaşta ve ailemle birlikte başlasaydım eminimki şu günlerde benim için vazgeçilmezlerimden olurdu..
Yazınız için telekkürler umarım bir çok kişiye ulaşır ve bir kıvılcım etkisi bırakır
Teşekkür ederiz. Bu “Tek Yazı; Çok Fikir” serisiyle sorunlardan dem vurmaktan öteye çözüm üretebilmek ve bir şeylere dokunabilmeyi amaçlıyoruz. Umuyoruz farklı farklı konularda devamı gelecek.