Doktorların iş bırakma eylemi bu ay için ironi dolu bir şekilde 14 Mart Tıp Bayramı günü başlayarak 16 Mart’a kadar devam ediyor. Her ne kadar tüm doktorlar iş bırakmıyorsa da bu durum toplumda bir tepki yarattı. Bu greve acil, onkoloji ve yoğun bakım servisleri gibi yaşama haiz bölümler katılmamakla birlikte aynı zamanda özel hastaneler, birçok devlet hastanesi ve birçok hekim de katılmıyor. Ancak her geçen ay yapılan eylemlere daha fazla hekimin katıldığını ve her geçen gün hekim sendikalarına daha fazla doktorun dahil olduğunu görmemek mümkün değil.
Bu grevler yalnızca topluma ve hastane idarelerine değil aynı zamanda Sağlık Bakanlığı’na ve devletin en zirvesi Cumhurbaşkanlığı makamına kadar ulaştı. Bunu Cumhurbaşkanı’nın doktorlara yönelik yaptığı açıklamaları ile görmüş olduk. Bu konuşma gelişmişliği büyük yapılar ile bağdaştıran söylemin bir devamı niteliğindeydi. Cumhurbaşkanı’nın söyledikleri hekimlerin sorunlarını yalnızca paraya indirgeyen bir tutumda olduğu gibi aynı zamanda şartları beğenmeyen doktorların özel hastanelere geçiyor olmasına da bir sitem idi. “Varsın gidiyorlarsa gitsinler” sözü yine bu konuşmada edildi. Bazılarının yanlış anladığının aksine, bu konuşmada doktorların özel hastanelere geçiyor olması kastedilmiş olup beyin göçü gerçekleştiren doktorlara dair herhangi bir söylemde bulunulmamıştır. Doktorları devletin okuttuğu, devlet hastanelerindeki doktor açığının yeni mezunlar ve asistanlarla kapatılabileceği ve daha da ileriye gidilirse yurtdışından geri dönmek isteyen hekimler ile yola devam edilebileceği söylendi.
Ancak hekim açığının yeni mezun ve asistan hekimlerle kapatılabilmesi pek mümkün gözükmüyor. Üniversiteden yeni mezun hekimler tam aksine yurtdışına gitmek için büyük çaba sarf eden hekim grubunu oluşturuyor. Yurtdışındaki hekimlerimiz ise zaten Türkiye’deki çeşitli problemlerden ötürü yurtdışında bu mesleği icra ediyorlar. Bu çözümlerin hiçbirisi gerçekçi değil. Peki diğer taraftan, yurtdışına gitmek veya özel hastaneye geçmek isteyen doktorlara yönelik devlete borçlu olduğu algısını yaratmak gerçeklerle örtüşüyor mu?
Hekimleri devletin okuttuğu, bu sebeple devlete borçlu oldukları ve bir yere gitmemeleri gerektiği düşüncesi güncel dünyanın dinamikleriyle bağdaşmayan bir düşüncedir. Bugün herhangi bir üniversitede okuyan bir mühendislik, hukuk fakültesi veya sosyoloji öğrencisi nasıl okuyorsa bir tıp fakültesi öğrencisi de öyle okumaktadır. Hatta tıp eğitiminin son senesinde intörn doktor olan “öğrenci”, çeşitli kliniklerde çalışmaya başlar. Bazı hastanelerde bir asistan kadar çalışan intörn doktor, asgari ücretin yalnızca üçte biri maaş alarak bir sene boyunca hastanedeki sağlık hizmetinin devamına katkı sağlar. Bu hekim mezun olduktan sonra pratisyen hekimlik unvanını koruyarak doktorluk mesleğini icra edebilmesi için 300 ila 600 gün boyunca atandığı yerde çalışmak zorundadır. Daha sonra bu doktor uzman olur ise yine zorunlu hizmet kapsamında belirli bir süre atandığı hastanede çalışmak zorundadır. Aslında hekimler birçok zorunlu hizmet ve külfet ile sınırlanmış olup bir borç beklenmesi gereken son meslek gruplarından bir tanesidir.
Diğer taraftan, beyin göçü ile giden hekimlerimiz sonucu sosyolojik ve bilimsel mirasımızı kaybediyor olmamızın yanı sıra aynı zamanda ciddi bir ekonomik kayıp da yaşıyoruz. Hekimlerimizin birçok problemi bulunuyor ve bunlar kayıplara yol açıyor. Doktorlardan bir borç beklemek yerine bu kayıpları nasıl durdurabileceğimize yönelik çalışmalar yapmamız, ne kadar gelişmiş bir ülke olduğumuzun modern göstergelerinden birisi olacaktır. Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) bir doktorun yetişmesi için ortalama 1.1 milyon dolar harcanıyor. Bu rakam beyin cerrahisi gibi alanlar için 1.8 milyon dolara kadar çıkıyor. Bir hekimin eğitimini yalnızca para ile ölçmek mümkün değildir ancak bu ciddi bir rakam. Türkiye’de bir doktorun eğitimi için ne kadar harcandığına dair elimizde net bir veri yok. Ancak yine de bir fikir oluşması açısından bu rakamlar önemli. Peki bazılarının önerdiği gibi doktor kayıplarımızı yurtdışından doktor kabul ederek çözebilir miyiz? Bu, Türkiye’nin gerçekleriyle bağdaşmayan ve çok büyük problemlere yol açabilecek bir yanılgıdan ibarettir. Türkiye gelecekte sağlık sisteminde büyük sorunlarla karşılaşmak istemiyorsa kendi elindeki doktorların problemlerini çözmeye yönelik adımlar atmak zorundadır. Çünkü örneğin, ABD’nin bir Türk doktoru kabul etmesiyle Türkiye’nin bir yabancı hekimi kabul etmesi arasında çok büyük bir fark bulunmaktadır. Bu farkı hemen örnekler ile açıklayalım. Bir Türk doktorun ABD’de hekimlik yapabilmesi için kabaca gerekli olan şeyler:
- Tanınmış ve ABD’nin eğitim kriterlerini karşılayan bir tıp fakültesinden uygun şartlarda mezun olunması
- İki adet oldukça zorlu tıp sınavının iyi puanlar ile geçilmesi
- İngilizce yeterliliğin kanıtlanması
- Geçmişte bilimsel çalışmalar gerçekleştirilmesi
- Geçmiş klinik tecrübelerin mevcudiyeti
- ABD’deki sağlık sistemine maruz kalınmış olması (stajyer veya gözlemci olarak)
- Akademik taltiflerin varlığı
- Tıp pratiğinde etik ve mesleki yeterlilik konusunda hata yapmamış olduğunun kanıtlanması
- Sosyal ve entelektüel becerilerin varlığı
- Tüm bu süreçte harcanmak zorunda kalınan ciddi meblağlar
Kabaca bu tip kriterlere sahip olan adaylar kendi içlerinde değerlendirildikten sonra seçilerek doktorluğa kabul edilmektedir. Özetle, ABD’de doktor olmak isteyen bir Türk hekimini çok zorlu ve yıpratıcı bir süreç bekliyor. ABD ise tüm bu eleme süreçleri sonucunda en başarılı ve çalışkan kişileri mesleğe kabul ediyor. Peki herhangi bir ülkeden Türkiye’ye gelecek olan bir yeni mezun doktorun Türkiye’de doktorluk yapabilmesi için ne gerekiyor?
- Herhangi bir fakülteden alınmış bir tıp diplomasının Sağlık Bakanlığı’na onaylatılması
Evet, bu kadar. Bu bireyin eğitim gördüğü fakülte bizim standartlarımızı karşılıyor mu, kişinin Türkçesi sağlık hizmeti verebilmek için yeterli mi, tıp bilgisi yeterli mi, geçmişinde akademik başarıları var mı, klinik tecrübesi var mı gibi kriterlere bakılmıyor. İşte bu sebepten ötürü bizim beyin göçü olarak kaybettiğimiz hekimlerimiz ile Türkiye’ye kabul etme potansiyelimiz olan yabancı hekimler arasında büyük bir fark var. Eğer Türkiye bir gün doktorlarını benzer elemelerden geçirerek başarılarına göre değerlendirebilirse o zaman bu sistem Türkiye’de de işleyebilir. Ancak biz bunu kendi doktorlarımıza dahi yapmadığımız için bu durum daha farklı bir yazının konusunu oluşturuyor.
Özetle, hekimler hakkında konuşulan ve siyasilerin öne sunduğu çözümlerin birçoğu ne yazık ki ne devlet hastanelerinden özel hastanelere doktorların geçiyor olmasını ne de yurtdışına göçen doktorların sayısını azaltacaktır. Daha geçenlerde yeni mezun bir pratisyen arkadaşım istifa ettiği için Sağlık Bakanlığı ve İl Sağlık Müdürlüğü’nün çeşitli bürokratları tarafından tehditlere maruz kalmıştı. İstifa etmiş bir hekimi tehdit edebilecek boyutlara varan bu garip düzenin yarattığı sorunları yalnızca ekonomik problemlere indirgemek gerçek dışıdır. Yine de olaya ekonomik açıdan bakacak olursak, geçen günlerde konuştuğum ve Ankara’nın göbeğinde bir özel hastanede görevli nöroloji profesörünün aylık yaklaşık 15 bin TL aldığını ve bunun da aylardır ödenmediğini kendisinden bizzat dinledim. Özel hastanelere geçişin bilerek veya bilmeyerek siyasi bir şekilde hızlandırılıyor olması doktorların yaşadığı sıkıntıları ve beyin göçünü kesinlikle çözemeyecektir. Bu sebeple, doktorların grev yapıyor olması, doktorların sorunlarını kavrayamamış ve yeterli çözümleri sunamayan yöneticilere ulaşabilmek için en geçerli yollardan birisi gibi gözükmektedir.
Çok güzel bir yazı olmuş ellerinize sağlık. Gerçekten hakkı olanın yanında olan bir devlet görmek çok zor olmasa gerek. Bu kadar önemli bir yere sahip olup tek işlevsel kalan şeyin sağlık sektörü olduğunu düşünüyordum artık onu da ellerinde tutmaya pek istekli olmadıklarını görüyorum. Artık insanlar geçimini sağlayamamaya başlayınca eskiden kullanılan “vatan haini” vb. terimler de artık kullanılmıyor çünkü gençlik aradığını 2022 Türkiye’sinde bulamıyor. Umarım doktorlarımız da istediğini bulur yakın zamanda. Veya yaşamlarını iyi şartlarda idame ettirebilecek başka bir yer…
Güzel yorumun ve katkıların için çok teşekkür ederim.