Bedelleri ödenmiş doğrularım ceplerimde, kanayan dizlerim ve toprak dolmuş tırnaklarımla hiç bilmediğim bir sokağın ortasında öylece duruyorum. Zaman durmuş, sokak terk edilmiş, gökyüzü ise ne aydınlık ne karanlık. Her yer alabildiğine boşluk. Bu boşluğu anlamlandırmak için elim ceplerimdeki doğrulara gidiyor. Oysa gerçekliğin anlamını yitirdiği bu zamanda hiçbir değeri yok bu doğruların. Onlar avucumda kar taneleri gibi erirken bir uğultu başlıyor uzaklardan. Sanki bir rüya görüyorum.
Sorular belirmeye başlıyor zihnimde. Hepsinin de başında sivri okları var. Geleceğe dair umutlarıma saplanıyorlar. Usul usul kalabalıklaşan sokağı fark ediyorum. Donuk yüzlü yabancılar hızla geçiyor yanımdan, onların rüzgarlarıyla üşüyorum. Zihnime sığmayıp taşan sorular çekiştiriyor eteğimden. Cevap veremedikçe daha da sivriliyor oklar ve umudum kanlar içinde. Her soru hayata tutunduğum iplerden birini koparıyor.
Yavaşça vazgeçiyorum bu en korkunç senaryoları bile mümkün kılabilen hayattan. Ona dair hiçbir şey artık ilgimi çekmiyor. İyiden iyiye artan kalabalık zihnimdeki gürültüyü daha da arttırıyor. Gittikçe vahşileşen sorulara bir an önce cevap bulmalıyım! Tek başıma savaşamayacağımı anlayınca kalabalıkta çocuğunu kaybetmiş bir anne çırpınışıyla bakıyorum bu kaosa. Yolun neresindeyim? Nereye gitmeliyim? Sorular zihnimde birbiriyle yarışırken kulak veriyorum yanımdan geçenlere: Özü boş bir çınlama olan gürültüler… Özürden yoksun çarpıyorlar omzuma. Hala aranıyorum; küçük bir kıvılcımla başlayıp hızla alev alan bu kaygılarımı söndürecek bir tanıdık sima ama nerede? Nerede bu kaygı selinde tutunabileceğim o dal? Cevap bulamadıkça daha da karmaşıklaşıyor zaman kavramı, etraftaki insanlar git gide büyüyor. Hala gürültüyü bastıracak yanıtı bulamıyorum ve umudum tükenmek üzere. Artık kocamanlar! Kravatları var, takım elbiseleri, adım adım beni ezen ayakkabıları. Hepsi kocaman bense küçücüğüm. Ben ezilmekten korkarken upuzun bacaklarıyla kimi sağa kimi sola koşturuyor ve o uğultu…
Terliyorum, kalbim alev gibi yanarken damarlarımda dolaşan kan vücudumu daha da ısıtıyor. Aldığım nefesler soğumama yetmiyor; daha çok nefes alıyorum. Titreyen ellerim tıpkı beynim gibi karıncalanmaya başlıyor. Büyüyen göz bebeklerim yetmiyor aradığımı bulmama. Artık kimse yardım edemez bana. Tüm bedenimi kuşatan sorulardan biri sıyrılıyor: “Acaba deliriyor muyum?” Zihnim bu korkunç ihtimalin doğruluğunu sorgularken bir çıkar yol buluyor “ Tüm bunlar kötü bir rüya.” Her şey gerçek olamayacak kadar kötüyken hatırlıyorum ki bu zaman diliminde gerçekliğin hiçbir anlamı yok.
Düşünmeye devam ettikçe daha da uyuşuyor zihnim, nefesim yer bulamıyor göğsümde. Daha fazla nefes almalıyım daha fazla!
Nefes aldıkça kararan gözlerim artık kapanmak istiyor. Kendi savaşından dönen bedenimi uyku kaplarken gevşeyen kaslarımı tek tek hissediyorum. Savaş bitti, kalabalık dağıldı. Şimdi sadece gözlerimi kapayan uyku gerçek.
Farklı bir bakış açısı… Elinize sağlık sayın yazar.