Yürüyorum. Önüm karanlık, yol taşlı… Ne önümü görebiliyorum ne dengemi kurabiliyor ne de geri dönebiliyorum…
Yolun sonundaki ışığı görene kadar yürüyecek gücü kendimde bulabilir miyim emin değilim. Ama sonuna kadar devam etmem gerektiğinin farkındayım.
Söylemler değişir. Kimi hayat der yaşadığına… Başından kötü şeyler geçenler kader diyorsa şayet yaşanana Tanrı’yı suçlar, demiyorsa karmayı… Bazıları için yollar şanstır, her engel ise kötü şans.
Ama ne denirse densin bir şekilde geçiyor işte. Erken pes edeni sürüklerken, koşmaya çalışanın önüne engeller koymaktan çekinmiyor. Bazen de aslında engellerimizi biz birbirimiz üzerine itiyoruz. Zaten hayat yeterince zor değilmiş gibi.
Sadakat… İnsanlıktan elini eteğini çekeli çok olmuş, artık sadece cümleler arasına süs olarak yerleşen ama hayatlara bir türlü yerleşemeyen tek bir kelime ve bu tek kelimeye sığan koca bir anlam.
Adım atmaktan korkar oldum. Acaba bu sefer kuyularıma kim yeni bir kuyu ekleyecek diye arkamı dönemiyorum. Hayatıma insan almaktan deli gibi korkuyorum.
Peki ben ne kadar iyiyim? Bu kadar şikâyetçiyim madem, ben yeterince sözümün eri miyim?
Hırslarımız aslında, sadakati hayatımızından alıp götüren. Kıskançlıklarımız. Kardeşimizin başarısıyla bile mutlu olmayı bırakalı çok oldu. Biz yapmadıysak yapılan her zaman kötüydü. Kedi misali uzanamıyorsak ciğere, o zaten pisti. Herkes için öyle olduğu kadar benim için de öyleydi.
Şu koskoca dünyaya sığdıramadık birbirimizi. Ne ten renklerimizi kabullendik ne dinlerimizi, milletlerimizi… İnsan insandı halbuki. Bu yüzden sevmeliydik birbirimizi ama beceremedik. İnsan dedik kendimize ama bir çok şeyi yapmayı beceremediğimiz gibi insan olmayı da beceremedik.
Her gün sebepsiz yere ölen masum yavruların acı çığlıkları, onlara uzanamayan elimizin vicdan azabıyla uyanmıyorsak, bırakın uyanmayı uyuyabiliyorsak eğer; bir şey yapamasak bile o korkmuş yüzleri televizyonda gördükçe aklımıza geliyorsa eğer “Nihayet insanlık öldü.”* Yavaş yavaş, acı çeke çeke ve ben dahil sen dahil dünya üzerindeki herkesten darbe ala ala öldü. Kimi haksızlıklara neden olarak, cana kıyarak, acımayarak; kimi cana kıyanlara sesini çıkarmayarak darbe vurdu. Ve yine el attığımız her şeyi kuruttuğumuz gibi onu da kuruttuk.
Dinleyin etrafınızdakileri. Ben gibi herkes bu durumdan şikayetçi. Herkes sözde girmiş bir insanlık arayışına; ağlamakta. Yediği kazıklardan, ölen çocuklardan, çıkan savaşlardan dem vurmakta. Ama bir türlü aynaya bakmamak bakamamakta. Bakmayacak da, biliyorum. Çünkü ben de bakamıyorum. Çünkü baktığımda göreceğim o “görünüşteki” insandan deli gibi korkuyorum.
Hani dedim ya aydınlığı görebilecek kadar yürüyebileceğimi sanmıyorum diye. Artık biliyorum. Ne kadar yürürsem yürüyeyim o aydınlığı göremeyeceğim. İçimizde belki çok azımız görecek ki ben artık o belkilere de inanmıyorum. Çünkü ben gibi herkes gözlerini aydınlığa kapatalı çok oldu…
Acaba kör müyüz yoksa o ışığın olduğuna inancımız mı kalmadı.
Black mirror. season.2 episode.2