Ben Bir Kediyim, Japon edebiyatının en özel romanlarından bir tanesi. Meiji dönemi Japonya’sını ve toplum içindeki bireyleri ve bu bireylerin temsil ettiği Japon toplumunu mercek altına alan roman, karakterler üzerinden bir dönemin resmini çiziyor. Bu nedenle romanın çok değerli ve önemli olduğunu düşünüyorum. Bunun yanı sıra Türk edebiyatında Ahmet Hamdi Tanpınar, Rus edebiyatında Dostoyevski’nin kullandığı üsluba benzer bir dil ve anlatımın kitabın genel karakteristiğini oluşturduğunu görüyoruz.
Japon yazar Natsume Soseki tarafından 1905 yılında yazılan roman, modernleşmeye başlayan Japon toplumunun eleştirisi olarak değerlendirilebilir. Kitaptaki bütün olaylar, hantal ve tembel bir kedinin gözünden anlatılıyor. Tembel olduğu düşünülen kedi karakteri, aslında muhteşem bir eleştirinin ürünü. Dolayısıyla belki de kitaptaki en önemli karakterin hiçbir işe yaramadığı düşünülen ve bir fare bile tutamayan kedi olduğunu söyleyebiliriz. Peki Ben Bir Kediyim romanı aslında neyi, nasıl anlatıyor?
İçindekiler
Adsız Bir Kedinin Gözünden Toplumsal Olayların Aktarımı
Kitap temel olarak Japon-Rus savaşının yaşanmakta olduğu dönemleri anlatıyor. Aynı zamanda Meiji döneminde yapılan reformların yaratmış olduğu bir toplum yapısını anlatan kitap, karakterler üzerinden Doğu-Batı çatışmasını da aktarıyor. Kitaptaki karakterlerin bir kısmı, geleneksel Japon kültürünün tesiri altında. Bunun yanı sıra bazıları modernleşmenin getirilerini hayatlarının merkezine koymuş durumda. Bu durum, karakterler arasında çatışmasının meydana gelmesine neden oluyor.
Türk edebiyatında özellikle Tanzimat Dönemi’nde bu çatışmanın yoğunluklu bir şekilde verildiğini görüyoruz. Ahmet Mithat’ın eseri Felatun Bey ile Rakım Efendi, Doğu-Batı çatışmasının en net örneklerinden bir tanesi. Felatun Bey, giyimine önem veren ve baba parasıyla yaşayan bir karakter. Bunun yanı sıra Rakım Efendi, yoksul bir hayat sürüyor. Aynı zamanda kendisini geliştirmeye özen gösteriyor. Burada Felatun Bey Batı’yı sembolize ederken Rakım Efendi Doğu’yu temsil ediyor.
Öte yandan Peyami Safa’nın Fatih Harbiye’si, Ahmet Hamdi’nin Huzuru ve daha nice roman; benzer bir konu üzerine şekillenmiş. Ben Bir Kediyim romanında da karakterler üzerinden Doğu-Batı çatışması verilmiş. Her konuya hakim bir kedinin gözünden anlatılan olaylarda temel unsur, karakterlerin gülünç denebilecek tavırları.
Roman karakterlerinden biri olan Meitei, insanlarla dalga geçmeyi kendisine amaç edinmiş. Dolayısıyla insanlara bakış açısında bu husus ön planda yer alıyor. Meitei, Japon geleneklerine uzak bir karakter. Batılılığı temsil ettiğini söylemek mümkün. Elbette tam karşısında, çok daha geleneklere bağlı bir karakterin yer aldığı görülebiliyor. Bu zıt kişiliklerin bir araya gelmesi ise yer yer komik denebilecek olayların meydana gelmesine neden oluyor.
Zenginliğin bir sembolü olan Kaneda karakteri, tavırları nedeniyle isimsiz kedinin gözünde gülünç duruma düşüyor. Bunun yanı sıra kedinin sahibi ise ayrı bir alay konusu. İngilizce öğretmeni olmasına rağmen doğru düzgün İngilizce bilmeyen, güncel gelişmeleri takip edemeyen ve sürekli alay konusu olan bir karakter. Kitapta Hapşuruk Efendi diye anılan bu karakterin eşi ile diyalogları da oldukça ilginç. Birbirleriyle anlaşamamalarına rağmen evli kalan çift, aslında evlilik kurumuna vurulan bir darbe niteliğinde.
Ben Bir Kediyim, birbiriyle alakasız ve ortak yanları bulunmayan karakterlerin bir araya gelmesinden oluşmuş bir roman. Hem dönemin toplumsal meseleleri ön plana çıkarılmış hem de toplum içindeki karakterlerin nitelikleri ince bir işçilikle incelenmiş. Yer yer okuyucuyu sıkabilecek tasvirler bulunsa da roman, Japon edebiyatında çok özel bir yere sahip.
Birileri Bir Şeyler Söylüyor Ama Kim Ne Söylüyor?
Kitapta her karakter bir şeyler söylüyor. Ama kim ne söylüyor? İşte asıl mesele bu. Zenginliğin peşinde koşan ve paradan başka bir şeye kıymet vermeyen Kaneda, aslında gerçek hayatın temsillerinden bir tanesi. Günümüz dünyasında da paranın bu kadar kıymetli olduğu bir dönemde, paradan başka bir şeyle mutlu olmayan insanların olduğunu görüyoruz. Daha fazla kazanabilmek için daha fazla çalışan ama bir o kadar zamanını para karşılığında vermek zorunda kalan insanların bulunduğunu söylemek mümkün. Fakat buradaki eleştiri doğru anlaşılmalı.
Bir insan yaşamına devam edebilmek için çalışmak ve para kazanmak zorunda. Fakat sürekli çok daha lüks bir yaşam için zamandan fedakarlık etmek, kazanılan parayı harcayacak zamanın kalmamasına neden oluyor. O halde ne için yaşıyoruz?
Şimdi, kitap özelinde gelelim farklı bir konuya. Tamamen geleneğin çemberi içinde kalmak ve bütün yenilikleri göz ardı etmek ne kadar doğru? Kitaptaki Hapşuruk Efendi, bu konunun en dikkat çeken örneği. Kendisini hep gelenekle sınırlayan Hapşuruk Efendi, ne yazık ki yeninin farkında değil. Bu nedenle zamanının hep gerisinde kalıyor. Tamamen geleneği yok saymak ya da tamamen yeniliğin hapishanesinde kalmanın yaşanılabilir bir dünyanı mümkün kılmadığına inanıyorum. Her zaman altın bir oran olmalı.
Orta Sınıfın En Özel Şekilde Analizi
Orta gelirli bir ailenin merkezde olduğu romanda, olayları anlatan kedi, orta sınıf ailenin bir parçası. Bu nedenle bu tip bir ailenin dinamikleri çok daha rahat anlaşılabiliyor. Hapşuruk Efendi’nin kedisi, aile içinde gördüğü absürtlükleri detaylı bir şekilde anlatıyor. Bazı olaylara anlam veremiyor ki bu tür olayların da anlamlı bir yanının olmadığını belirtiyor.
Yoğun tasvirlerin bulunduğu Ben Bir Kediyim, bazı okurlar tarafından sıkıcı tasvirlerin bulunduğu bir roman olarak nitelenmiş. Fakat durum tam olarak bu şekilde değil. Ne yazık ki bazı tasvirler gerçekten de sıkıcı olabiliyor. Ama romanın genel perspektifi çok daha önemli. Kitap üzerinden bir dönemin Japon toplumunu detaylı bir şekilde analiz etmek mümkün. Elbette kitabı okumadan önce Meiji dönemini araştırmak ve dönemin getirilerini incelemek yerinde olabilir. Bunun yanı sıra özellikle karakterlere yoğunlaşmanın ve karakterler üzerinden çeşitli analizlerin yapılması gerektiğinin önemli olduğunu düşünüyorum.