(Dikkat:Bu bir imla hatası değildir.)
“Ahaha” diye hep bir telden gülmeye başladı bütün sınıf. Neden böyle yaptılar ki şimdi, neydi yani benim suçum, inançsız mıydınız siz anlamıyorum. Allah benim böyle olmamı istediyse sizin gülmeniz için miydi?
“Gülmeyin bir daha” dedikten sonra göz göze geldik hocayla. Zaten anladım bana tekrar soracağını aynı soruyu. “Hadi oğlum söylesene Tanzimat Dönemi yazılan edebi eserler nelerdir?”
“Hocam, Tanzimat Dönemi ebedebi ese…”
“Ahahahah.”
İçindekiler
Ebebiyat Nedir?
Daha önce hiçbiriniz bu kelimeyi duymadı biliyorum.Dediğim gibi imla hatası falan yok.
Aslen Arapça kökenli iki kelimeden oluşuyor: ebediyet ve biat. Edebiyet; sonsuzluk, sonu olmayan demek. Biat da söz vermek, yemin etmek demek. Ama erkek gibi.
Bu ikisini toplayınca ya “sonsuz kere söz” ya da “sonsuza kadar söz” anlamı çıkıyor. Benim size hangisinden bahsettiğimi anlayacaksınız zaten.
Öncelikle bu kelimeyi daha önce neden hiç duyamadığınızı açıklayayım sonra da bu kelimenin mahiyetinden ve mahcubiyetinden bahsedeyim size.
Duymadınız çünkü daha öncesinde bu kelime yoktu. İsterseniz yazın sözlüklere yok. Yok çünkü bu kelimeyi ben yaptım. Aslında daha öncesinden birisi yaptı ama mirası bize nasip oldu diyelim.
Ebebiyat, benim vefa borcumdur.
Mazimdeki Buruk Çıkmaz
Son andaki tebessüm, darağacında bir yudum su.
Tuttular kolumdan götürdüler gözlerim bağlı idi.
İşlenen onca günah, şeytan bana kurmuş pusu.
Dünyamı sorsalar bana, bu yol nere çıkar şimdi?
Ne derin derin ağlamayı hakediyor bu gözler ne de sessiz sessiz çığlık atmaya gücü var dilimin. Çünkü kıracağım kadar gönül kırmış, yıkacağım kadar Kabe’yi de yıkmıştım ben.
İbadetim nefsimeydi benim,
Nefsim yık dedi yıktım ben de.
Fısıldadı kulağıma, yalandır sözlerim,
Kimin günahıydım ben, nerede efendim nerede?
Peltek olmak sorun değildi ki dünyada. Bir sürü meşhur insan var böyle. Ama o gün hafızamdan silemeyeceğim bir olay yaşanmıştı ve bunu hayatım boyunca unutamamıştım.
Çünkü dalgalar bize deniz de olur diye öğretilmişti ancak insanoğluydu o hazin sularda boğan bizi.
Bir kalp bir kere kırılır, derdi babam. “Neden?” diye sorduğumda yıllar sonra elbet anlayacağımı söylerdi. Bugün bu satırları yazarken babamı anıyorum.
-Bir kalp bir kere kırılır çünkü insan bir kişiyi sever.Ve bilinmelidir ki Kabe’si birdir erkek adamın.
Rüyalarımdaki Sen
Hoca yine sana baktı.”Kalk ayağa”
Ter içinde uyandım. Saat kaç…saat: 23:23.
Kaçıncı kabus bu Allah’ım, nasıl bir günahın pençesinde kavruluyorum?
Keşke gülmeseydim, keşke o ağlarken ben gülmeseydim!
“Ama herkes gülüyordu” dedim içimden. Sonra içimdeki diğer ses ayaktaki çocuğa adeta bir melek gibi yetişmişcesine geldi, cevap verdi, susturdu içim içimi. Mahcup sonu bu olsa gerek kendimin.
“Ama bir kişi ağlıyordu.”
Hesap Günüm Olsun
Evet, kardeşim. Bugün senin için buradayım ve senin için yazıyorum.
O gün senin çığıra çığıra söylemeye çalıştığın “ebedebi eserler”i ben bağrıma basmış ve telafuz edemediğin dilindeki sözcükleri görmüşüm.
Sen takılma söyleyemediğin kelimelere, aldanma gülüşlere, bizim gibi gülenlere. O kelimeler senin dilinin ve bizim çenemizin anlayamadığı gönlünden gelen zarafettir canım kardeşim!
Ağlayarak söylemeye çalıştığın o sözler, hıçkırığınla daha da sert çarpan haysiyetimizmiş meğer. Çünkü sen bize ne kadar insan olmadığımızı gösterdin.
Sen bu satırları okumaya vakit bulamazken ben sana “ebebiyat“ı armağan ediyor, hakkının helalini istiyor ve Allah’a bana bu günleri gösterdiği için hamd-ü senalarımı sunuyorum.
Dostça kal, dostun Yavuz.
Dersin Sonunda
Ebebiyattan gelen sevgi var, var aşka baştan,
Daha doğmadan verdiğimiz sözümüz söz.
Onca gönül yıktım da affoldum ya, gönlü olsa da taştan,
Kırılmaz o gönül, soksan da gözüme köz.
Yalan dünya işte, nedersin.