Gecenin en karanlık anında, yalnızlığımla oturmuş tüm kirinden, karmaşasından arınmış daha doğrusu arınmış gibi gözüken dünyayı seyrediyorum. Korkuyorum. Çünkü gecedir derler kötülüğe gebe olan. Çünkü karanlıkta olanları kimse görmezmiş, hırsız ay doğmadan çıkmazmış hırsızlığına, o filmlerde izlediğimiz beli silahlı olanlar seni her zaman karanlıkta ve yalnızken bulurlarmış.
Hayat zıtlıklarıyla varmış. İyiliğin karşısında kötülük; mutluluğum karşısında hüzün; doğumun karşında ölüm; gündüzün karşısında ise gece… Aydınlığa karşı karanlık… İnsan ise zıtlıklarını içinde yaşarmış. Yaptıklarına karşı içindeki şeytanla vicdan daima savaş halindeymiş.
Karanlık… Şuan altında durduğum tüm kötülüklerin üstüne yıkıldığı ya da içine saklanıldığı siyah gökyüzü… Kimi zaman acı dolu genç bir kızın çığlıklarını, kimi zaman da silahtan çıkan o tiz sesi örten eşiz zaman dilimi. Tarih boyunca çeşitli nedenlerle yapılsa da tüm o siyaha yıkılan kızıllar… Hiçbir zaman kabul etmesek de karanlığa sıçrattığımız soyut kırmızılar bizim suçumuzdur belki de. Nasıl olsa kirli ellerimiz görünmüyor, acı çığlıklar duyulmuyor diye şeytanımızın bir nebze de olsa vicdanımızı rahatlatma yöntemidir gece. Çünkü başkası görmüyorsa; yaptıklarımızı, akıttığımız gözyaşlarını görmemek, acı dolu inleyiş ve çığlıkları duymamak daha kolaydır. Ya da en azından eskiden öyleydi.
Bin yıllardır, yaşayan her insanın içinde süren şeytan ve vicdanın savaşı günümüzde nihayet sonuçlanıyor. İstisnaları dışında birçok insanın içinde şeytan kimi zaman para ve güç hırsından kimi zaman da insanın önünü alamadığı o şehvetten yardım alarak zafer bayrağını ya açtı ya da açmak üzere. Bununla beraber tüm kirlerin üstüne atıldığı gece artık içinde barındırdığı tüm o sırları taşıyamayıp gündüze taşırmakta. Ve biz en aydınlık anda bile tüm o kızılları göremeyecek kadar kaybetmiş durumdayız.
Soralım kendimize: “Ne kadar farkındayız?” Afrika’daki açlığın, Filistin ya da Kuzey Irak’taki savaşın. Bırakın dünyayı kendi ülkemizde patlayan bombaların, yitip giden canların ne kadar farkındayız? Ne kadarını görüp parmağımızı kıpırdatıyoruz? Neden kendi kendimizi karanlığa sürüklemekten bu kadar büyük keyif alıyoruz?
Şimdi günah keçisi ilan edilmiş, tüm kötülüklerin üzerine yıkıldığı siyahın altında tek başıma oturmuş seyrediyorum. Kötülüğü geceyi aşmış, içindeki şeytana çoktan kaybetmiş olan vicdanları, vicdanımı… ve bu sefer günü aydınlığa dönmesinin pek bir anlamının kalmadığını da biliyorum.