Hallas, askerleri ile komuta merkezinde otururken uzun boyunun kendini nasıl da hep öne çıkardığını düşündü. İki buçuk metreyi geçkin boyu ile dışarıda olduğunda halkın dikkati hep üstünde olurdu. Bu yüzden vaktini genelde askerleriyle birlikte komutanlıkta geçirirdi. Girdiği savaşlar olmuştu ve açık araziyi şehre tercih ederdi fakat bu günlerde kendisine şehirdeki olaylarla ilgilenme görevi verilmişti. O da emir demiri keser mantığıyla şehirde kalmaya devam etmişti.
Boyu şu ana kadar gördüğü herkesten uzundu. Boyundan dolayı dikkat çekmemek adına kendini üst düzey yöneticilerden uzakta tutardı. Gerçi bu zamanlardaki yöneticiler gayet iyiydi ve tebaalarına karşı gayet naziklerdi. Orduya girdiğinden beri ne bir gereksiz cezalandırma ne de vergilerin sebepsiz arttırıldığını görmüştü. Garip bir durum diye düşündü.
Kuzey ülkelerinde orduya erken yaşta girilirdi. Eğer 17-18 yaz görmüşseniz bu orduya girmeniz için yeterliydi. Yaşı daha büyük olup da orduya geç giren insanlar, genelde evlerine yemek götürebilmek için askerliği denerlerdi. Gençler ilk 4 sene her alanda eğitilir, 4 sene sonunda kendilerine kuzey ülkelerine yaraşır şekilde güzel bir zırh verilirdi. Düşmanın attığı oklar kuzey demircilerinin yaptığı bu güçlü zırhları ancak şanslıysa delebilirdi. Kendine verilen zırhı düşündü. Demirciler ona özel bir zırh yapmak zorunda kalmışlardı. Boyu iki buçuk metreden uzun olduğundan Hallas’ın zırhının hazır olması 1 aydan daha uzun sürmüştü. Hallas da ordu eğitimi bittiğinde bu 1 aylık süreyi mızrak talimleri yaparak ve halk bilginlerinin verdiği derslere katılarak geçirmişti. Bazı bilginler ne de ilginç hikayeler anlatmıştı dedi kendi kendine. Özellikle öğrencilerini topladıkları sınıflarında halkı yönlendiren ve işleri bittiklerinde sonsuza kadar kaybolan kötü insanların hikayelerini anlatmayı severlerdi. Bu hikayeleri askerlerine anlatmak hoşuna giderdi. Gelecekte farklı durumlarla karşılaştıklarında çözüm bulmak onların da hakkıydı.
Hastane tarafından sesler geldiğine kendisi yine askerleri ile birlikte dinleniyordu. Zırhları zaten üstlerinde olan askerler işlemeli miğferlerini başlarına geçirdi, kılıçlarını ve mızraklarını alarak hastane meydanına koştular. Meydana vardıklarında beyaz kıyafetler giymiş 10’dan fazla kişinin hastaneye girmelerine engel olan nöbetçi askerlerle boğuştuklarını ve kapı önündeki hemşirelerle tartıştıklarına şahit oldular. Askerlerine hemen beyaz giysili insanları durdurmalarını emretti. Kendisi de onların yanlarında getirdikleri ve zor durumda kaldıklarında kullanmayı düşündükleri kısa mızrakları ellerinden düşürerek onları nöbetçi askerlerden ayırmaya çalıştı. Getirdikleri mızraklar da tamamen beyazdı. İşin daha da ilginç yanı mızrakların tamamı metaldendi. Ne garip topluluklar türedi diye düşündü. Bu kısa mızrakları elinde toplamaya başladığında eline bir avuç kürdan almış gibi hissetti. Beyazlı topluluk alaşağı edilmişti.
Kargaşa sırasında beyazlıların lideri köşedeki bir binanın önünden olanları atının üstünden izlemişti. Askerleri onu atının üstünden indirdi ve kaçmasını engelleyecek şekilde iki kolundan tuttular. Onun da hiç kaçma niyeti yoktu zaten. Yere yatırılmış ve elleri bağlanmış beyazlılar homurdanıyordu. Belliki istediklerini elde edememişlerdi. Hastane içinden birini almak istediklerinden neredeyse emindi. Lakin hastaneye durumu anladıktan sonra girmeyi düşünüyordu.
Tam o sırada hastanenin yanında kral ve danışmanları ihtişamlı atlarıyla belirdiler. Savaş zamanı olmamasına karşın kral parlak zırhı içindeydi. Kral meydana yaklaştı ve beyazlıların lideri ile göz göze geldiler. Aralarında uzun zamandır süren bir husumet varmış gibi birbirlerine baktılar. Hallas, bu adamın serbest kalacağına emindi. Politika her zamanki gibiydi. Suçlular eğer üst düzey tanıdıkları varsa nadiren askerler tarafından cezalandırılırdı.
Kral atının üstünde olmasına rağmen Hallas yine başı en yüksekte olandı. Kral gözlerini hafifçe yukarı kaldırdı ve olayı kontrol altına aldığı için Hallas’a minnettar gözlerle baktı. Sonra başını üzüntüyle eğerek atını çevirdi ve meydandan sarayına doğru gitmeye başladı.