Kendisi gibi ağır yüklere sahip insanları taşıyan kara tren; beyaz ve yeşil renklerin harmanlandığı koca dağların arasına saklanmış raylarda oldukça ağır bir şekilde ilerliyordu. Lokomotifin kulaklara işkence ederek çıkardığı ses, şüphesiz trenin dışında kalan kişilere de ulaşıyordu. Trenin ekonomik kısmında oturan Everina ve Kabriya ince bedenlerine aldıkları, üzerinde kurumuş çamur parçaları olan tozlu şala ve birbirlerine sokularak dışarıdaki soğuğu bastırmaya çalıştılar. Uyku tutmadığı için ikisi de gözlerini oturan diğer kişilere çevirmişti. Oyuncak bebeğine sarılmış bir kız çocuğu veya bastonunun üzerine sağ kolunu dayayarak, uyuyakalmış ak sakallı bir dede. ‘Yediden yetmişe, herkesin gözlerinde aynı hüzün var sanki’ diye geçirdi içinden Everina. Son uykusunda ruhu bedenini terk etmiş ve bir daha geri dönmemişti sanki. “Ruhum beni terk etti”. Hissettiği boşluk çok ağırdı. Sanki hiçbir zaman dolduramayacaktı onu. Everina ortamdan soyutlanmış, sonsuz düşüncelere daldığında Kabriya da ondan farksız değildi.
Bulundukları vagona öylesine bir göz attı genç kız, ne kadar da yaşlı bir trendi. Zaman hızla yenilenmişti fakat onun içinde bulunan her şey yaşlanıyordu.Tıpkı bir süre misafir olarak kalacakları bu vagon gibi. Kim bilir kaç kişi kalmıştı bu bölmede, kaç kişi soğuğa karşı tir tir titremişti bu yıllanmış koltuklarda. Everina sessizliği bölerek düşüncelerine son verdi. “Yola çıkalı saatler oldu ama hala dertlerimizden uzaklaşamadık. Henüz aynı duygulara sahibim, aynı acıya…” Kabriya onaylar bir şekilde kafasını salladı. “Desene kaçmakta olduklarımız insanlar değil, kendimiz.”
“Sahi” diye ekledi.
“İnsan kendinden kaçabilir mi?” Hırıltılı sesi hastalığın kapıya dayandığına işaretti. Acıyla boğazını temizledi. Bunu yaparken yüzü buruşmuştu.
“Özgür kalabilir mi bir ruh?” Umutsuzca büzüldüğü yerden Everina’ya baktı. Bir çıkış yolu arıyormuş gibiydi. Kaçarken bunları düşünmemişti. ‘Uzaklara’ demişti içindeki ses. ‘Çok uzaklara. Çünkü uzakta zaman çoktur ve zaman unutmanın en iyi yoludur’ diye teselli bulmuştu. Fakat şimdi gittikleri yerin belirsizliği onu korkutuyordu. Korkulu gözlerine rağmen içinde bir yerlerde cesaret tohumu filizleniyordu sanki. Genç kadına baktı. İkisi de birbirinin aynası gibiydi.
Ağzını açıp birkaç kez açıp kapattı Everina. Kendi ruhunu kaybetmiş biriydi. “Ruhum beni terk ettikten sonra eminim kendini özgür hissetmiştir.” Bir an gülecek gibi oldu. Ama bunu yapmadı.
Bir şey demesi gerekiyordu. Aklında tonlarca şey vardı. Ama arkadaşına umut ya da teselli verecek gücü kendinde bulamadı. Hiçbir şey düşünmek istememesine rağmen aklı her şeye ev sahibiydi.
Biraz bekleyen Kabriya hem kendisine hem de arkadaşına iyi gelecek bir şeyler söylemek istedi. Bu yüzden devam etti sözlerine:
“Bence hiçbir ruh özgür kalmaz. Özgürlük kendini bulman ile olur. İçinde oluşan düşüncelere izin vererek onları eleştirerek olur. Bu yüzden şimdi yollardayız. Düşüncelerimizin özgür olduğu yerde ruhumuz da özgür olacak” diyerek arkadaşına sıkıca sarıldı. İçindeki korkuyu ancak paylaşarak yok edebilirdi. Tıpkı şimdi olduğu gibi…
Yazar: Erva Nisa Boz
Not: Bu yazı, Parlak Jurnal Yazı Yarışması’nda üçüncülük ödülüne layık görülmüştür.