Dünya tarihinin her döneminde insanlar başka insanlara haksızlıklar yaşattı ve mağduriyetler yarattı. Ne yazık ki bunlar insanın kendi içerisinde var olan bir takım kötülüklere işaret ediyor. İnsanlık medeniyeti, bu kötülükleri engelleyebilmek ve daha iyi yaşayabilmek için bir toplum sözleşmesi (contrat sociale) imzalamıştı. Fakat bilakis, bu sözleşmeyi yine insanın kendisi çiğnedi.
Kolaya kaçmanın dolaylı bir yolu da her kötülüğü insanın doğasında arayarak meşrulaştırmaktır. Aslında insanın doğasında iyilik, vicdan ve umut da vardır. Pandora’nın kutusundan her kötülüğün yanı sıra umut da dünyaya saçılmıştır. İnsanın doğasına olumsuz yönden bakmaktan ziyade insanlık medeniyetini ve toplumumuzu ileri taşıyacak olumlu yönlere odaklanmamız gerekiyor. Bu ise daha teknolojik olmaktan ziyade insan hakları ve hukuk kavramlarının daha iyi özümsenmesini sağlayacak yollarla olabilir. Teknoloji ve bilimsel gelişmenin bizi daha kaliteli yaşattığı doğrudur fakat daha iyi insan yapamamıştır.
Kafka Ceza Sömürgesi’nde, bozuk çarkların yönettiği bir sistemden dem vuruyor. Çarklar her döndüğünde insanlara acı ve topluma sorun doğuruyor. Fakat bu çarklar öylesine yerleşmiş ki bireyler ses çıkaramıyorlar. Zira birey kavramı da yok edilmiş. Çünkü bozuk çarklar yıllar yılı dönerek bireye işkence etmiş ve ideolojik bir “biz” yaratmış. Her coğrafya ve döneme ait bir Ceza Sömürgesi olmuş olmakla birlikte bu tabiri bir bölge veya coğrafya olarak algılamanın ötesinde bir durum olarak algılamak daha doğrudur. Franz Kafka’nın hikâyesinde konu edindiği Ceza Sömürgesi, insanlığın içindeki kötülüğün bir birleşme noktasını simgeliyor. Burada insan hakkı, insan güvenliği, birey, adalet ve mantık bulunmuyor. Yalnızca korku ve manipülasyon hayat buluyor.
İnsanların oldukça saçma suçlarla çok büyük cezalara çarptırıldığı bir koloninin anlatıldığı Ceza Sömürgesi’nde, zalim bir komutanın akılalmaz bir işkence ve idam makinesiyle “suçlu” fakat suçunun ne olduğunu bilmeyen insanları idama mahkum edilişi konu ediliyor. Bu akılalmaz işkenceye karşın bu sömürgede yaşayan tüm insanlar bu komutana boyun eğiyor ve bu işkenceyi meşrulaştırıyor. Bu makineyi kullanan komutan, işkenceyi gerçekleştirdiği sırada gurur içerisinde coşuyor. Sürekli bozulan işkence aletini tamir etmeye ve idamları sürdürmeye çalışan görevli subay, bozuk ve hukuksuz sisteme duyulan hayranlığın bir dışavurumu olarak karşımıza çıkıyor. Kafka’nın şahsına özgü üslubuyla anlattığı sömürgede, işkence aletinin insanlara yaptığı eziyetler ise halk için bir eğlenceye dönüşerek normalleştiriliyor. Kendi destekçileriyle tüm sömürgeye hâkim olan bu komutan, bir gün ecelin pençesine yenik düşüyor ve ölüyor.
Kafka’nın hikayeleştirerek kendi dönemindeki haksızlıkları eleştirdiği bu eserden her toplumun çıkaracağı birçok ders var. Bireyleşme sürecini tamamlayamayan insanlar genellikle etrafta olan biteni algılamaktan aciz kalırlar. Çünkü doğru normları toplumsal çoğunlukla özdeşleşmiştir ve onlar için çoğunluk ne yaparsa meşru olan odur. Topluma büyük bir değer atfedilirken bireylerin küçümsenmesi oldukça hatalı bir yaklaşımdır. Zira toplum denen kavram bireylerden oluşmaktadır.
Kafka’nın Ceza Sömürgesi’ndeki zalim komutan ölüp geriye yardımcısı kaldığında da aynı işkenceler devam etmiştir. Lakin ölenin yerine yeni atanan komutan, insan haklarına değer veren ve bu işkenceleri tasvip etmeyen birisidir. Ama doğrudan bu işkenceyi ortadan kaldırmaya da cesaret edemez. Bu da bazı gerçeklerin farkında olan yetkili kimselerin olaylara korkudan dolayı doğrudan müdahale etmediğini simgeler. Dolaylı yoldan eski komutanın yardımcısını engellemeye çalışan yeni komutan, bir gün sömürgeye bir gözlemci yollar. Bireyi temsil eden gözlemci, gördüğü işkence karşısında hayretler içerisinde kalır ama bunu içinde duygusuzca yaşar. Sömürgede yaşananların hukuksuz ve insanlık dışı olduğunu gören fakat duyguları olmayan gözlemci, olaylar karşısında korkmuş ve sözünü sonraya saklamıştır. Bu da günümüzün eğitimli bireyine yönelik bir eleştiridir. Esasında ideolojik olarak bozuk sisteme bağlanmış eski komutanın yardımcısının yanı sıra yeni komutan ve gözlemci de korkaklıklarıyla bu suçla ortak olmuşlardır. Kimin ne kadar suçlu olduğunun ahlaki açıdan ne önemi var ki? Kafka’nın hukuksuz sistemle özdeşleşmiş bir portre olarak çizdiği eski komutanın yardımcısı, yine tüm bir hevesiyle bir insana işkence ederken artık bu düzenin devam edemeyeceğini anlar. Ve en sonunda kendisini o işkence makinesine bağlar. Aynı ve hatta daha acılı bir son kendisini bulmuştur.
“Gezgin, yabancısı olduğu durumlara, kararı etkileyecek şekilde müdahale etmenin hep sakıncalı olduğunu geçirdi aklından. Kendisi ne ceza sömürgesinin vatandaşıydı ne de sömürgenin bulunduğu devletin. Bu idam hakkında karar vermeye ya da onu engellemeye kalkışsa ona sen bir yabancısın, sesini çıkarma, diyebilirlerdi. Buna verecek bir yanıtı olamazdı, olsa olsa bu durumda kendini anlayamadığını, çünkü sadece gözlemlemek amacıyla yolculuk ettiğini, yabancısı olduğu mahkeme kararlarını değiştirmeyi düşünmediğini söyleyebilirdi. Oysa şimdi buradaki durum son derece kışkırtıcıydı. İşlemin haksız ve idamın insanlık dışı oluşundan en ufak bir kuşku duyulamazdı.”
İnsan hakları ve insan güvenliğini sağlayamamış toplumların birer ceza sömürgesine dönüşeceğini anlatmaya çalışır Kafka. 1994 yılına ait Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı raporu, insan güvenliğini çok güzel özetlemektedir: “İnsan güvenliği, ölmemiş bir çocuk, yayılmamış bir hastalık, sonlandırılmamış bir iş, şiddete varmamış etnik bir gerilim, susturulmamış bir muhaliftir. İnsan güvenliği silahlarla değil, insan yaşamı ve onuruyla ilgilenir.”
Kafka’nın Ceza Sömürgesi, hem insanın kötülüğünün varabildiği noktaları hem de eğitimli bireylerin korkularından dolayı gerçekleri söylemeyebileceğini göstermesi açısından çok etkileyici bir hikaye olarak karşımıza çıkıyor. İçerisinde, her ceza sömürgesinin bir gün yıkılmaya mahkûm olduğuna dair bir mesaj da içeren bu hikayede saf bir iyimserlik de bulunuyor. Franz Kafka’nın etkileyici üslubuyla okura dokunduğu bu kısa hikayeyi herkese tavsiye ediyorum…