Uçurum ve Güç Dönemler
Hepimizin hayatında güç dönemler vardır. Bu dönemleri, geçilmesi gereken bir uçurum olarak düşünelim ve sizinle bu uçurum üzerine biraz konuşalım. Herkes uçurumu nasıl geçeceğini bilir. Aklın yolu birdir. Uçurumu geçmek için dirayetli olmak, sabretmek, azmetmek gerekir. Yolun ne başında ne de sonunda rehavete kapılmamak gerekir.
Bu teknik bilgilerin çoğunluk tarafından bilinmesine karşın uçurumu bir azınlık geçer. Peki bu azınlığın diğerlerinden farkı nedir? Daha mı yeteneklidirler yahut özel güçleri mi vardır?
Uçurum yalnız tehlikeli değildir. İçinde barındırdıklarıyla güzeldir de. Bir adımında ayağına diken batarken diğer adımında o dikenin çiçeği kanayan yarana merhem olur. Uçurumu geçmek için dikenler ayağına battığında pes etmemek, çiçeğe aldanıp gardını düşürmemek gerekir.
Kimse uçurumu geçmenin kolay olduğunu söyleyemez. Kimisi yola çıkar kimisi denemez bile. Yani kimi yola çıkar yenilir kimisi yola çıkmadan yenilir. Mükafatın çoğu ise yola çıkana verilir. Sözün özü, bazı şeyleri söylemesi kolay yapması zordur! Mücadele etmenin güzelliği ise tüm o acılara değerdir.
Merhamet ve Sevgi Üzerine
Hava bugün hayli kapalı. Kuşlar çatı oyuklarında, köşelerinden hiç çıkmadılar. Solucanlar yer altında… Güneş hiç doğmadı, bir yağmur damlası bile yeryüzüne inmedi. Her yer sessizliğe bürünmüş. Kasvetli bir hava her yanı sarmış.
Sıkılan birkaç insan, beyaz perdelerinin ardından mütemadiyen sokağa bakıyor. İşte tam o sırada sokağın başında mağrur bir kedi beliriveriyor. Ağzında küçücük bir balık. Patilerini öylesine gururla öylesine kendine güvenerek ileri atıyor ki kedinin balığı bizzat yakaladığını düşünmekten kendinizi alıkoyamıyorsunuz. Sonra ister istemez kedinin her adımını takip ediyorsunuz. Nereye gideceğini merak ediyorsunuz. Kedi, oturduğunuz binanın hemen bitişiğindeki bahçeye sapıyor. O an sanki dünya o kedinin etrafında dönüyor. Hayatınızı ilgilendiren bir haber bir bilgiymişçesine kediyi daha çok merak ediyorsunuz. Bir anda kalkıp -çok geç olmadan- bahçeyi gören cama doğru yöneliyorsunuz. Gözleriniz küçücük adımlarını devleştiren o asilzadeyi arıyor. Hemencecik buluyorsunuz. Ve bulmanızla şaşırmanız bir oluyor.
Asil yürüyüşün sebebini küçük kedileri gördüğünüzde anlıyorsunuz. Çünkü o gururlu tavır yerini merhametli bakışlara bırakıyor. Sahi ya bu dünyada, hayvanları da insanları da merhameten ve sevgiden daha çok ne onurlandırabilir diye düşünüyorsunuz. Sevginin yüceliği üzerine konuşanların bir bildiği olsa gerek…
İyiliği Selamla!
Hadi, bak gün doğdu. Kalk artık. Pencereyi aç. Rüzgârı, uçan kuşları, güneşi selamla. İyiliği selamla… Bırak yanan yansın. İçindeki ateşi söndürme. Söndürme yansın; utandığın düşüncelerin, kavrulsun… İnan bana bu ateş seni kül etmez. Bu ateş ki ismini anası babası değil, ismini kendisi değil, kalemlerin ilan ettiği çocuğun içinde de yanar.
Bu ateş sayılarla ifade edilen çocuğun gözlerinde yanar. Bu ateş; soğukta falanca dağın filanca sınırında nöbet tutan askerin içinde de yanar. Bu ateş daima yanar. Bırak! Gidilecek yollar var. İçindeki yolcuyu döndürme…
Bak nasıl da buğusu silindi gökyüzünün… Kabak gülleri açıyor birer birer. Sabah olmuş! Güneşin haleleriyle aydınlanan süt beyaz gökyüzü -bugün yeni baştan- yeşille ortaklaşa bir medeniyet inşa ediyor. Her şey temiz, her şey yemyeşil. İşte bu vakitler her şeye inanabilir insan. İyi olacağına, iyiliğe… Güzelliğin çoğulluğuna, güzel olacağına. Gelecek güzel günlere… İşte bu vakit kalkıp güneşi, kuşları selamlamalı insan…