Ömür Merdiveni
Varlığının sınırlarında gezinen çizgi,
Rüzgarların şahıdır iki telli nefesi.
Her nefeste bin ah eder kimi, nicesi,
Ömrünce eskitir şu biçare bedeni.
İki metreye yakın boyuyla insan,
İncecik sızıyla eder feryat figan.
Doyunca susan, acıkınca bağıran,
Ömrünce bağırır, biçare insan.
Doğum mucize, büyümek garip…
Ömür merdiveni sırlı, tuzaklı gaip
Doğumdan ölüme çizilirse bir ip,
Bir ucundan tut, dünyaya gelip!
Ah, bebeklik! O tertemiz çiğlik
Başın kel, hep üzerinde serinlik.
Boğumlu ellerimiz yumuk yumuk
Fıldır fıldır her yanı gözlerdik…
Yağ satarım, saklambaç, körebeyle,
Onca çocuğu sürükledin peşinde.
En sevdiğin arkadaşın size gelince
Koşardın, sevinçten dönerdin deliye.
Heyecanlı ve tılsımlıydı ilk gençlik
Kanımız delice, damarlarımız delik.
İşte o gün, bu dünyayı kurtarabilirdik!
Evet, işte minicik bir sorun; bencillik…
Büyümek, ucuz bir oyuncak da olsa
Altın bir madalya kazanmak, sokakta
Saklamak anıları, kitapları tozlu raflarda
Biriktirmek, yerlerini değiştirmek arada.
Bak işte! Ne çabuk otuz oldun sahi
Zaman bu, dolmuş mu? Geçer tabii.
Ellerin henüz yarım, nerede sevgili
Huzur! Ömür merdiveninin güneşi…
Ekmek aslanın ağzında, dudak titrer
Yürek gönül sazında, bu ikilemler…
Kara kapılar ardında ferman okunur,
Körpecik bir kuşun hayatına dokunur.
Eritilir! Hayat eritilir, zaman eritilir,
Geceye kurşun eritilir, bir ses işitilir,
Geceleyin boğuk bir ses işitilir…
Zaman küreği fermanla çekilir.
Yaşlanmak, yitip gitmesi gücünün;
Sabahtan akşama geçmesi günün.
Dinlediklerinde enfes tadı büyünün,
Kendini kandırmak, geçmesi bugünün.
Şimdi ne bitti, ne kaldı önümde?
Onca hayat sürükledim peşimde.
Çok gün gördüm kısacık ömrümde,
Şimdi ölüm fikri daha da delice…