Schopenhauer felsefesi, özellikle Nietzsche’nin felsefi perspektifini oluşturması açısından hayati bir öneme sahiptir. Bununla birlikte Schopenhauer, felsefe tarihi açısından hayli spekülatif ve tartışmalı bir konumdadır. Schopenhauer yaşadığı dönem içerisinde birçok eleştiriye tabi olmuş ve özellikle dönem filozoflarıyla girdiği tartışmalarla dikkat çekmiştir.
Hegel’in felsefi pozisyonunu ve sahip olduğu etkileyici şöhretini yüksek düzeyde eleştirmiş ve hatta kimilerine göre “kıskançlık” noktasına kadar uzanan bu süreçte, kendi kariyerini planlamak adına birçok girişimde bulunmuştur. Hegel ve Schopenhauer, bir dönemde Berlin Üniversitesi’nde aynı anda ders vermiş ve Hegel’in dersleri geniş bir katılımcı ile sürerken Schopenhauer, beklediği ilgiyi görememiştir.
Tıpkı yaşamında olduğu gibi Schopenhauer felsefesi de oldukça inişli çıkışlıdır. Bu felsefi pozisyon insan doğasından kaynaklanan nedenlerle melankoli, karamsarlık ve kötümserlik gölgesi altında şekillenmiştir. Fakat her şeye rağmen Schopenhauer’un varlığı Nietzsche’yi doğurmuş ve bu iki büyük filozof; karamsarlığın ve umudun filozofları haline dönüşmüştür.
İçindekiler
Schopenhauer Felsefesi Neden Önemli?
Schopenhauer felsefesi, temel olarak “istenç” ya da “irade” olarak Türkçeye çevrilen “Wille” kavramı üzerine kuruludur. İrade, Schopenhauer’un dünyayı ve dünyaya dair olan her şeyi anlama biçimidir. Onun felsefi pozisyonu açısından da istenç kavramı hayati bir öneme sahiptir. Melankoli, kötümserlik ve karamsarlığın çıkış noktası da yine irade kavramı üzerinedir.
Schopenhauer’a göre öznel varoluşun birincil niteliği iradedir. İrade, öznel varoluşun gerçekliğini ifade eder ve temel olarak acı ile donatılmıştır. Onun tüm felsefi pozisyonunu aktardığı; “Die Welt als Wille und Vorstellung” yani, “İrade ve Tasarım Olarak Dünya” kitabı, tüm detaylarıyla irade kavramının analizi üzerine kuruludur.
Schopenhauer felsefesinin tüm detaylarını içeren kitabın tamamlanması, aynı şekilde Schopenhauer’ın yaşamına mâl olmuştur. İki ciltten oluşan kitabın ilk cildi büyük oranda Kant felsefesinin eleştirisi üzerine dayanmıştır. Gerçek anlamıyla bir başyapıt olan İrade ve Tasarım Olarak Dünya’nın ikinci baskısı ise ilk baskından 25 yıl sonra, büyük bir revize ile tekrardan felsefe tarihine kazandırılmıştır.
İrade ve Tasarım Olarak Dünya
Schopenhauer felsefesi için bir özet yapmak gerekirse onun felsefi derinliğini anlatmanın en etkili yolu “İrade ve Tasarım Olarak Dünya” sözcüklerinden geçer. Bu sözcükler sadece onun yayınladığı başyapıtının ismini ifade etmez. Aynı zamanda irade ve tasarım olarak dünya, Schopenhauer’un varoluşa dair analizinin özünü de en etkili şekilde yansıtır.
Schopenhauer’a göre tüm varlıklar ve özel olarak insan, bir irade güdümünün kontrolü altındadır. İrade, isteme yetisi ya da bir diğer adıyla istenç, insanı kör dehlizlere sürükleyen karamsarlığını özünü teşkil eder. Schopenhauer felsefesi, temel olarak istenç kavramı ve mutluluk bilinci üzerine inşa edilmiştir.
İradenin insan üzerindeki bu etkisinin yanı sıra Schopenhauer, Yunan felsefesi için bir başlangıcı ve nihai sonu ifade eden hayat amacını mutluluk üzerine kurgular. İnsanın bu dünyadaki varoluş amacı mutluluğun peşinden koşmaktır. Peki ama irade, yani istenç bu işin neresindedir? Evrenin, varoluşun ve insanın özünde irade yatar.
Akıl ve Anlayış Ayrımı
Schopenhauer felsefesi her ne kadar irade ve istenç kavramları üzerine yeşermiş olsa da onun yaptığı oldukça kritik bir kavramsal ayrım, bugünki entelektüel gelişime önemli bir katkı sağlamıştır. Schopenhauer, temel olarak “akıl” ve “anlayış” kavramlarını birbirinden ayırır. Bu durumun benzeri Kant’ın “Ahlak” ve “Anlama Yetisi” kavramlarını keskinleştirmesinde de ortaya çıkar.
Schopenhauer’a göre anlayış temel olarak bir beceridir. Bu beceri, terimsel ve kavramsal olarak düşünebilme potansiyelini ifade eder. Akıl ise anlayıştan farklı olarak nedensellik ilişkisinin insanın düşünme yetisine içkin olarak yansımasıdır. Yani gündelik yaşamda neden-sonuç ilişkilerinin otonom bir şekilde kurulduğu tüm durumlar buna örnek olarak gösterilebilir.
Bir bilardo istekasıyla toplara atış yapmak ve bu atışın daha öncesinde belirlenen hedef doğrultusunda şekillenerek gerçekleşmesi, tam anlamıyla akılın işidir. Akıl, insanın bu dünyadaki yapıp etmelerinin bir ürünü olarak tasavvur edilebilir ve anlayıştan farklı olarak nedenselliğin özüne ilişkin önemli bir konumda durur.
Kötümserlik ve Karamsarlığın Kaynağı Olarak “İrade”
Schopenhauer felsefesi, gerçek anlamıyla karamsarlıkla doludur. Bu durumun en temel sebebi yine irade kavramında gizlidir. Schopenhauer’a göre insanın istemesi, yani iradesi bitip tükenmek bilmeyen devasa bir güce sahiptir. Bu güç, insanı mutluluğu arzu etme, arama ve peşinden koşma eğilimiyle baş başa bırakır.
Oysa iradeye karşı olarak doyum ise sınırlıdır. Doyum iradenin tamamlanma potansiyelidir. İnsan istedikçe, daha fazla arzuladıkça istencine yenik düşer. Daima arzu etme ve isteme peşindedir. Buna karşın insanın istediği her şeyin tamamlanmasına ilişkin doyum ise, yaşam alanı içerisinde sınırlı bir düzeydedir.
Doyumun sınırlı olduğu ve istemeyle dolu bir dünyada insan, mutluluğu ararken her zaman biçare pozisyondadır. Sonsuzluk içerisinde sınırlılığa tabii olmak insanı doğrudan karamsarlıkla yüzleştirir. Tam da bu yüzden Schopenhauer felsefesi, içkin olarak karamsarlık ve kötümserliğin doruk noktaya ulaştığı felsefi bir izlenceye ev sahipliği yapar.
Schopenhauer Felsefesi ve Sanat
Schopenhauer felsefesi ve sanat ilişkisi ise onun doyumsuz olarak tasvir ettiği irade ile paraleldir. O, sadece bir durum tespiti yapmakla kalmaz. Aynı zamanda Schopenhauer, istencin zayıflatılması ve dünyada insanın varoluş serüveninin değerli kılınması adına çıkış kapılarını da açar. Schopenhauer’a göre; doyumsuzlukla çevrelenmiş istemenin temel olarak kontrol altına alınması gerekir.
Peki ama insani istencin kontrol altına alınması nasıl mümkündür? Şüphesiz ki sanat, ancak ve ancak doyumsuzluklarla dolu olan istemenin karşısında insani bir üst uğraşıdır. Schopenhauer sanatı, doyumsuzluk dehlizinde kaybolmak istemeyen insanın entelektüel gücü olarak tanımlar. Sanat, insanın doyumsuzlukla sınandığı ve mutluluğu nihai hedef olarak belirlediği varoluşunda dönüşüm ve kırım noktalarından biridir. Doyumsuzluğu yaşamdan uzaklaştırmanın en yaratıcı ve biricik yöntemidir.