“Masum bir kalbin gün ışığı görmemiş odasında saklanan sana.”
Bundan yüzyıllar önce bilinmeyen ülkenin en karanlık ormanında ‘Yaşam’ isimli bir Kyubi yaşarmış. Bu Kyubi fazlasıyla kurnaz, birazcık da yaramazmış. Oradan oraya zıplar da kimselere gözükmezmiş. Yani Yaşam’ı gözleriyle gören kimsecikler olmamış ama herkes orada olduğunu bilir dokuz kuyruğunun izlerini en derinlerde hissedermiş. Herkes Yaşam’ın resmini kendine göre çizermiş. Belki binlerce farklı tasviri varmış ama hiçbir çizimde kuyruklar atlanmazmış.
Yaşam ormanda gezer, gezerken geçtiği yerleri güzelleştirir her şeyin en iyisini öğrenmek için çabalarmış. Gerçi bir de kötü bir huyu varmış. ‘’Bütün güzellikleri gördüm ben!’’ diye böbürlenmeden edemezmiş. Dahası tüm güzelliklerin tek başına kendi eseri olduğunu savunur, kimselere hak iddia ettirmezmiş.
Güzellikler arttıkça kuyrukları heybet kazanır, kendinden daha çok söz ettirir hale gelirmiş. Anlayacağınız bizimkinin kuyrukları güzelliklerden beslenirmiş. Tabi her kuyruğun bir hafızası, kendi ilgi alanı varmış. Hayat, kuyrukların biri dışında tümünün neye ilgi duyduğunu bilirmiş. Neşeden beslenen kuyruğu aralarında en kuvvetli olanıymış çünkü diğer kuyruklar kendi ilgi alanlarıyla karşılaştıklarında dünyadaki en neşeli varlık oluverirlermiş. Yani bizim neşeye ilgili kuyruğumuz, güzel ezgiler duyduğunda da renk cümbüşündeki görsel şöleni görünce de, iyilikle karşılaşınca da, ufak bir şefkat gösterisi görünce de birilerini özleyen kimselerle tanışınca da, özlediklerini göreceklerini umut etmeyi asla bırakmayan kimseleri duyduğunda ya da yeni şeylere karşı heyecan hisseden bir kimseyle karşılaşınca da heybetine heybet katarmış.
Günler birbirini kovalamış, her biri kendini keşfeden kuyruklar hep beraber gördükleri güzelliklerden kendi paylarını alarak yetinemez olmuşlar. Aç kalan kuyruklar kendi ilgilerine yönelmek için büyük bir kavgaya tutuşmuş. Birbirlerini yenmeye ant içen kuyruklar kavga sırasında ormanın en pis suyuna dokunayazmışlar. Bu karanlık ormanda her şey gibi su da sihirliymiş ve içinde en korkunç ve kurtulması en zor sorulardan birini barındırırmış. Suya dokunması ile ‘Ben kimim? Neden varım, neden yaşarım?’ sorusu Yaşam’ı bütünüyle sarmış.
Kimdi hakikaten Yaşam? Tek özelliği 9 kuyruğu olması olan bir tilki mi? Yoksa tüm ihtişamı ile oradan oraya durmadan koşuşturan bir kimse mi? Belki de orman halkı uyuduğunda alabildiği kısacık soluklardaki nefesti. Bu düşünceler arasında kayboldu, dara düştü Yaşam. Artık sadece durmak istiyor, hiçbir şeye mecali olmuyordu. Kuyrukları da günden güne heybetlerini kaybediyordu.
Sorunun yanında bir acı gerçek de en sert haliyle yüzüne çarpıyordu Yaşam’ın. Kyubi olmanın ilk kuralı 9 kuyruğu birden muhafaza edebilmekti. Kuyruklarından birini kaybeden bir Kyubi sonsuza kadar yeryüzünden silinir giderdi. 8 kuyruğunun uzun süre dayanacağına emindi de, ah bir tanesi… Neye ilgili onu bile bilmiyordu, cılız mı cılız kalmıştı zavallı kuyruğu.
Bir gün kuyruklarından en cılız olanının değişimini hissetti. Diğerlerinden daha çok pis suya bulanmış olan kuyruğu, artık ne pis ne de cılızdı. Sanki o da ilgisini keşfetmiş gibiydi. Sakince kafasını arkaya çevirdi. Kanatlarındaki renklerle gözlerini alan bir varlığa nazikçe sarılmış kuyruğunu şaşkınlıkla izledi. “Bütün güzellikleri gördüm ben!’’ diye böbürlenişi geldi aklına. Kızdı kendine. Bütün gördüklerini toplasa bunun yarısı kadar güzel etmezdi çünkü. Yüzü kızarmaya başladı, turuncu tüyleri birden yok olup mor renge büründüler.
Öleceğini düşünen Yaşam, gözlerine inanamadı. Bu olanlara daha önce hiç şahit olmamıştı. Büyük babası yuvadan ayrılmadan bir efsane (gerçi şu an efsane demek doğru olur mu bilmiyordu ya)anlatmıştı. Efsaneyi hatırladığı kadarıyla aynıları geliyordu başına.
Büyük babasının sözleri yankılandı kulaklarında tam da o anda.
“…..Yaşam, unutma benim güzel torunum. Yalnızca şanslı Kyubiler’in gerçek sevgiyi tanıyan kuyrukları vardır ve bu Kyubiler er ya da geç gerçek sevgi ile tanışır. Eğer sen de şanslı olanlarımızdansan dilerim en zor anında tanışırsın gerçek sevgi ile. Yaşamdan umudunu kestiğinde.”
Büyük babasının dileğinin gerçek olmasını diledi. Aklından bunun geçmesi ile kuyrukları önce pis sulardan arındı sonra da mosmor bir hal aldı. Gerçek sevgiyi bulduğunu işte tam da o anda anladı. Efsaneye göre gerçek sevgiyi elde etmeye hak kazananlar tüm sevdiklerini koruma altına alabilme gücüne de sahip olurlardı. Bir Kyubi için ölümsüzlüğü elde etmenin tek yolu da buydu.
İçini garip bir heyecan kaplamıştı. Sanki gördüğü onu ondan alan tüm kelebekler midesine doluşuvermişti. Sonra tekrar yüzü düştü. Sevgi’ye nasıl yaklaşması gerektiğini bilmiyordu ki. Hem o bu kadar güzelken nasıl onu hak ettiğini kanıtlayabilirdi? Hem ona hem tüm orman halkına…
Düşüncelere daldı tekrar. Onun yüzünün düştüğünü gören Sevgi’nin kanatlarının renkleri soldu. Hayat bilmiyordu ki gerçi sevgi ancak onla yaşardı. Sevgi’nin bu halini görünce iyice telaşa kapıldı. Aceleyle ve biraz da yüksek sesle geriye doğru seslendi:
“Ey gönlümü şen edenim, sakin kalbimi festival alanına çeviren güzeller güzeli sevdiğim; neden solduruyorsun kanatlarını? Ben burada senin için yanarken, neden asıyorsun o güzel yüzünü?’’
Sevgi yüksek sesten biraz irkildi. Sonra da hız kaybetmeden cevap verdi:
“Sevgili Hayat, asıl sen neden böyle yapıyorsun? Bütün masum kalpler gibi biz de hak ettiğimiz sevgiyi bulmuşken neden kendini kanıtlama çabasına giresin? ‘Gerçek sevgi kanıt ister mi dersin?”
Hayat’ın içine oturmuş olan koca yük tüy gibi oluverdi Sevgi’nin sözlerini duyduğunda. Bu defa neşeyle yükselmiş sesi ile cevap verdi:
“Şimdi diyorsun ki kanıta gerek yok. Ya sana olan aşkımı nasıl belli edeceğim? Nasıl koruyacağım seni tüm kötülüklerden?’’
Gülümsedi Sevgi, Hayat’ın bu heyecanı çok hoşuna gitmişti. Sevdiği adam bilmiyordu ki onun da onun gibi bir Kyubi olduğunu. Mutlulukla döküldü kelimeler dudaklarının arasından:
“Güzel gözlü sevdiğim. Benim güzelliğim ancak sevgiyledir unutma. Dünyanın en güzel varlığı bile onu seven oldukça güzeldir. Benim bu kanatlarım yani senin gözünde beni güzelleştirenim senin sevginden dolayı varlar. Unutma ki sevgi değdiği her şeyi güzel kılar.’’
Kendi yaptıkları hiçe sayıldığı için bozuldu Hayat. Nasıl tüm güzellikleri kendi üstlenirdi? Kaşlarını çattı ve konuşmaya başladı:
“Nasıl bütün güzellikleri kendine alıp da beni hiçe sayıyorsun? Benim hiç mi emeğim yok tüm bu olanlarda?’’
Sevgi kahkahaları arasında cevap verdi:
“Bu zamana kadar köşe bucak aradığım sevgilim, neden dediklerimi hep farklı yönlere çekiyorsun? Hayat olmadan Sevgi, Sevgi olmadan Hayat olur mu sanıyorsun?’’
Biraz afallamış, biraz da utanmış olan Hayat utana sıkıla cevap verdi:
“Ben günlerdir tek bir sorunun derdiyle yanardım. Bilmezdim ki tüm çare sendedir. Ben şimdi anladım. Hayat, tüm koşturmaca içinde zamanın durduğu yerdir. Ve ben eminim ki, tüm bu koşturmaca içinde nefes alabildiğim, dünyanın durduğu tek yer senin yanından başkası değildir.’’
Bu konuşmalardan sonra Hayat ve Sevgi sonsuza kadar birlikte yaşamışlar. Kâh gülmüş, kâh ağlamışlar ama birbirlerinin ellerini sımsıkı tutmaktan asla vazgeçmemişler. Bir sürü de çocukları olmuş, evrenin her yerine dağılmışlar. Aşk, Kin, Merhamet, Zulüm, Huzur, Nefret, Mutluluk, Korku, Umut, Savaş, Barış ….
(Kyubi: Japon mitolojisine ait 9 kuyruklu tilki/koruyucu yaratık)
Bu yazı, Evde Kal Türkiye Parlak Jurnal Yazı Yarışmasında 12. olmuştur.
Rabia Aktaş