Efsaneleriyle, hikâyeleriyle ve kendine has müziğiyle Aborjin halkı herkesin dikkatini çekmiştir. Öyleki bu merak, ekrana da yansıtılmış, bir sürü filmin konusu olmuştur. Ben de bu ilgi çekici ve hareketleri ile devleşmiş milletten biraz olsun bahsetmeye çalışacağım.
Avustralya yerlileri yani Avustralya Aborjinleri, Avustralya kıtası yerlilerine verilen addır. Aborjinler ifadesi genel olarak tüm bir Avustralya, Tasmanya ve çevre adalarda yaşayan yerlileri tanımlamakta kullanılmakla birlikte bu isimlendirmenin dil ve yaşayış biçimi olarak ortak noktalarıyla birlikte farklılıklar da taşıyan geleneksel toplulukları işaret ettiği de unutulmamalıdır. Aborjinler, Avustralya’ya Güneydoğu Asya’dan gelmişlerdir. Bir göçebe hayatı sınırları boyunca hareket halinde yaşamışlardır. Avlanırken mızrak ve bumerang, balık avında ise kanolar kullanmışlar, meyve ve sebze toplamışlardır. Yazılı bir dilleri olmamasına rağmen şarkılar yoluyla ağızdan ağıza birçok bilgi aktarılmıştır. Yazılı bir dilleri olmamasından kaynaklı bazı milletler tarafından “Tarihi olmayan millet” olarak adlandırılmışlardır. İngilizler 18. yüzyılda Avustralya’ya yerleştiklerinde 300.000’den fazla Aborjin yaşamaktaydı. Ancak birçoğu İngilizler tarafından öldürülmüş ya da topraklarından sürülmüştü. 1900’lerin ortasında Aborjin nüfusu 45.000’e düşmüştü. 1960’larda hükümetin Aborjinlerin toprak haklarını tanımaya başlamasıyla birlikte bu rakam yükselmiş ve bugün 250.000’in üzerine çıkmıştır.
Aborjinler, geleneksel olarak açıkta ya da dallardan ve ağaç kabuklarından yapılmış barınaklarda yaşamaktaydılar. Vücutlarının boyanmış kısımları sayılmazsa Aborjinler pek fazla örtünmezlerdi. Aslında bu olguyu bize yansıtılan filmlerden de tahmin edebiliyoruz. Bunun dışında Aborjinlerin süsleri, kemerleri ve paltoları kanguru derisinden yapılmaktaydı. Boyanmayı, süsü çok severlerdi. Hatta yine kanguru kemiğinden yapılma çubuk şeklinde burunlarına taktıkları hızma türünden bir takıları bile vardı. İlkel yolla da olsa sanatlarını konuşturmuş, mağara duvarlarını, ağaç kabuklarını boyamışlardır. Tabi bu sanat anlayışı sadece boyama ile kalmamış, kendilerine has ‘didgeridoo’ adı verilen kaval tarzı bir aletle eşsiz müziklerini oluşturmuşlardır. Bunun yanında çubukları birbirine vurma gibi yöntemlerle de müziklerini geliştirmişlerdir.
Kabile üyelerinin birbirlerine karşı belirli görevleri bulunuyordu. Kabile içinde kimin kiminle evlenebileceği kurallara bağlanmıştı. Kabilenin iki alt grubundan birinden olan bir erkek ancak öteki alt gruptan bir kızla evlenebiliyordu. Toplumsal örgütlenmelerinin bir başka görünümü totemleriyle ilgili idi. Genellikle bir bitki ya da hayvan olan totem, grubun simgesi kabul ediliyordu. Yerlilerin inanışlarında toprağın özel bir yeri vardı. Toprağın, atalarının dünyada yaşayıp kültürlerini oluşturduğu dönemden kendilerine kalan, bir armağan olduğuna inanıyorlardı. Genç erkeklerin çoğu acıyla sınanıyordu. Bir dizi dinsel törenle, derin gizlere ortak olup kendilerini kabileye kanıtlıyorlardı.
“Maddi nesnelerden ve ön yargılardan kurtulmak ”var olmaya” doğru yapacağın yürüyüşün gerekli ve vazgeçilmez adımıdır.”
Aborjinler kendilerini yaşadıkları toprakların sahibi olarak görmüyorlardı. İnançlarına göre, bu toprakları ataları ve efsanevi varlıklar adına kolluyorlardı. Bu efsanevi varlıklar, Aborjinler için “Düş Zamanı” varlıkları olarak adlandırılıyordu.
Düş Zamanı varlıkları ilk olarak boş dünyayı, sonra yüzey şekillerini, daha sonra ise dağları, nehirleri, hayvanları ve insanları yarattı. Aynı zamanda insanlara ateşi kontrol etme, silah kullanma gibi yaşama dair bazı kurallar getirdiler. Bu varlıklar dünyayı yarattıktan sonra buraya bakma görevini insanlara bıraktılar ve geride bazı izler bıraktılar. Düş Zamanı varlıklarının dünyayı dolaşırken izledikleri yollara “Düş Yolları” adı veriliyor ve bu yollar kutsal kabul ediliyordu. Aborjinler ritüelleri sırasında, Düş Zamanı yollarını izleyerek, düş zamanı varlıklarınca açılmış patikalarda yürüyordu. Bu yolculuklar sırasında şarkılar söylüyordu. Bu yüzden bu yollara Şarkı Yolları da diyorlardı. Bu şarkılarda genellikle Düş Yolları tarif ediliyordu. Yaratılış döneminin ata varlıkları Wandjina olarak adlandırılıyordu. Bu bulut ve yağmur ruhlarının denizden çıkıp gölcüklere ve pınarlara girdiklerine inanılıyordu. Zaten şu an tek yaşayan düş zamanı varlığının pınarlarda yaşayan gökkuşağı yılanı olduğu inanılıyordu. Mağara resimlerinde betimlenen Wandjinaların gözleri ve burunları abartılı bir şekilde büyük fakat ağızları yoktu. Aborjinler, insanlardan memnun kalmayan Wandjinaların ağızlarını açtıklarında büyük su taşkınlarına neden olabileceklerini ve kayalardaki resimlerini de Wandjinaların bizzat kendilerinin yaptıklarını düşünüyordu.
“Gerçek insanlar, sesin varoluş nedeni olarak konuşmayı görmezler. Konuşmak, yürek ve akılla yapılır. Ses, konuşma amaçlı kullanıldığı zaman ortaya dökülenler boş sözlerdir, içerikli olmazlar.”
Aborjinler, sesin iletişimdeki yerinin kelimelerle kurulması şartına inananlardan değillerdir. Bu yüzden aralarında kendilerine has iletişim yöntemleri geliştirmişlerdir. Bunlara yaptıkları ilginç müzikler, şarkıları ve şiirleri dahildir.
Aborjinler, Korrobori adı verilen ve önceden belirlenmiş bir düzenle dans ederek, müzik çalarak ve şarkı söyleyerek Düş Zamanı varlıklarıyla bağlantıya geçiyorlardı. Bu törende sahnelenen oyunlar, müzikler, danslar her klanda farklı oluyor ve kutsal sayılıyordu. Bu yüzden Korrobori’ye başkalarının katılması ya da izlemesi yasaktı. Gösterilerde Düş Zamanı sahneleri canlandırılıyordu.
Avustralya Aborjinlerinin efsaneleri binlerce yıl önce gerçekleşen meteor düşmesi gibi doğa olaylarına dair izler barındırıyordu. Aborjinlerin meteor olaylarından bahseden hikayeleriyle 4700 yıl önce gerçekleşen çarpışmalar sonucu oluşmuş kraterler arasında bağlantı kuruldu. Bunun üzerine 4700 yıl önce Kuzey Bölgesinde bulunan Henbury’de meteor yağmuru yaşandığı tespit edildi. Araştırmacılar, sözlü geleneklerin bu kadar ayrıntılı olmasının, Aborijinlerin Henbury olayına tanık olduklarını ve bunu efsane haline getirerek binlerce yıl boyunca nesilden nesile aktardıklarını söylüyorlar. İlginç olan kısım, Aborjin erkeklerin krater topluluklarının yakınına gitmeyi reddetmesi çünkü burası ateş şeytanının güneşten gelip yere çarparak herkesi öldürdüğü yer olduğuna inanmaları. Ateş şeytanının insanları kutsal yasaları çiğnedikleri için yaktığına inanılıyor. Avustralya’nın her yerindeki Aborjin geleneklerinde ateşten yıldızların gökyüzünden düşerek kulakları sağır edici bir ses çıkardığı, oluşturduğu yıkıntıyı bölge boyunca savurduğu ve yeri ateşe verdiği ile ilgili benzer hikayeler bulunuyor. Ve başka olayları içeren bir sürü hikâyeleri…
Aborjinler hakkında anlatılacak o kadar bilgi, hikâye var ki buraya yazmakla bitmez. O yüzden sizleri sıkmak istemiyor lâkin son olarak sizlere bir öneri sunmak istiyorum. Aborjinlerin hayat felsefesini anlatan Marlo Morgan’ın “Bir Çift Yürek” adlı kitabını okumalısınız. Emin olun ki bu kitabı okuduktan sonra hayata farklı bir pencereden bakacaksınız.
https://arkeofili.com/efsaneleri-ve-etkileyici-inanc-sistemleriyle-aborjinler/
https://tr.wikipedia.org/wiki/Avustralya_Aborjinleri
https://www.neokur.com/kitap/33763/bir-cift-yurek
https://ekstrembilgi.com/din/avustralyali-aborjinlerin-mitolojisi/
Aborjinlerle ilgili bilgiler icin tesekkurler.ingiliz imparatorluğunun tarihi soykırımlar tarihidir..Yeni Zelanda ,da Maoriler…de Aborjinler gibi soykırıma uğramıştır.. Güney Amerika,da Maya-İnka-Azteklerde yanı akibetle karşılaşmıştır…buna ilavetende KuzeyAmerikadaki kızılderilileride ilave edebiliriz..sayğılarla.