Oturduğum yerden denize bakıyordum. Rüzgarın ve giden vapurun etkisiyle bir çarşaf gibi dalgalanıyordu. Müzik yapan üç genç ve elinde bir çanta ile bahşiş toplayan bir çocuk dışında bir tek işportacıların satış çabaları etrafı hareketli gösteriyordu. Vapurdaki yolcuların tümü denizin muhteşem dalgalanmasına kapılmış, kim bilir neler düşünüyorlardı. Müzik yapan gençlere ayıp olmasın diye kulaklığımı çıkardım. Söyleyenin sesi ve denizin dalgaları insanları hipnotize ediyordu. Etrafta inanılmaz bir sessizlik hakimdi. Düşüncelere esir olmamak elde değildi.
Düşünce esirlerinin arasında ben de vardım. Aklım, geride bıraktığım onca şeydeydi. Ailem, işim, arkadaşlarım ve köpeğim. Onları bırakmak istemiyordum desem yalan olur. Baskılarıyla yaşamaktan bunalmıştım. Ülkeyi terk etmeden, martıların sesini, denizin ışıltısını, bu hareketlilik halini, sanki bir kavanoza doldurabilirmişim ve yanımda götürebilirmişim gibi tekrar duyumsamak istemiştim. Karşıda indim. Evime ve diğer her şeye vedamın ilk aşamasaydı bu. Küçük çantam sırtımda, elimde küçük bir valiz ve tüm bunların zıttı, kocaman bir ben. Dönülmez bir hayata adım atıyordum. Sıkıntılardan uzaktım artık. Havalimanına gitmek için bir taksiye bindim. Taksiciye nereye gideceğimi söyledim ve beklenen sohbet başlamış oldu. Takside yapılan o meşhur ’ülkenin hali’ sohbetini başka hiçbir yerde bulamazsınız.
‘’Yolculuk nereye abi?’’
‘’Norveç’e’’
‘’Norveç mi? Bunca senelik taksiciyim ilk defa Norveç‘e gideni görüyorum.‘’ Norveç‘i küçüklüğümden itibaren hep merak etmişimdir. Gitmek istiyordum, yaşamak nasipmiş.
‘’Neden gidiyorsun ağabey?’’
‘’Gitmek değil de, kaçmak diyelim biz ona.’’
‘’Kaçak mısın ağabey, aranıyor falansan başımı derde sokma ne olur.’’ Güldüm.
‘’Dertlerimden kaçıyorum.’’
‘’Ne derdin var ağabeyim, anlat dinleyelim.’’ Ben daha derdimi kendime zor anlatmışım, sana nasıl anlatayım taksici.
‘’Klasik, sağ ol yine de. Seneler sonra ilk defa biri derdimi sordu.’’ Yine güldüm. Tanıdığın hiç kimse hal hatır sormazken, el alem derdini dinleyeyim diyor, insanlar ne garip. Havaalanında taksiciyle vedalaştık ve indim. Ülkemden çıkarken vedalaştığım tek kişi taksiciydi. Dediğim gibi, insanlar bir garip. Sevdiklerinin umurunda değilken tanımadığın insanlar sana yardımcı oluyor.
Kendime anlatamadığım dertlerim, saatli bir bombaymış meğer. İki gün önce patladı da oradan biliyorum. Aynanın karşısındaydım. Yüzüme baktım, baktım, baktım. Kaz ayaklarımın olması gerekirken alnım kırışmıştı. Mutlu olmam gerekirken üzgündüm. Kendi kendime ‘Sen hep saflığından kaybediyorsun.’ dedim ve kahkahalara boğuldum. Madem herkes saflığından kaybediyordu, kimdi bu kurnazlar? Belli ki bende değilmişim. Çünkü ben de saflığımdan kaybetmişim. Pardon, ben ‘saflığımdan’ kaybolmuşum. Doğrusu bu olmalı. Kimim, neyim, ne olacağım, ne olmalıydım? Kurnaz mı olmalıydım, akıllı mı, yoksa böyle saf saf gezmeye devam mı etmeliydim? Sonra durdum. Tekrar kendime baktım. Ve dedim ki: Neden bir şey olman gerekiyor? Kafamı eğdim. Sonra kaldırdım. Sonra eğdim ve yine kaldırdım. Beynimin içindeki soruların kafasını bulandırdım. Sorular, cevaplardan yardım istediler. Avukatlar, tanıkları çağırdılar.
Birinci tanık, ‘Annen hiç yazdığın makaleleri gerçekten okumadı. Yüzündeki o mimikleri görmedin mi? Yalandan gülüşleri?’ dedi. Annemin yüzü gözlerimin önüne geldi. İkinci tanık, ‘Baban hiç seninle gurur duymadı. En azından ağabeyinle gurur duyduğu kadar.’dedi. Babamın ağabeyime destek oluşu ve beni küçümseyişi gözlerimin önüne geldi. Üçüncü tanık, ‘Ağabeyin seni elinde oynatıyor. O tarlayı sana vermeyecek, seni kandırıyor.’ dedi. Ağabeyimin elinde tuttuğu tapu gözümün önüne geldi. Dördüncü tanık ’İş arkadaşların seni sevmiyorlar. Neden hep bir bahane bulup sensiz buluştuklarını düşündün mü?’ dedi. Bu da doğruydu. Peki ya köpeğim, köpeğim beni gerçekten seviyor, Sayın Avukat. Ve beşinci bir tanık ‘Köpeğin bir oyuncak görse seninle oynamayı bırakıyor. Zorunluluktan seninle, bunu da mı anlayamadın?’ dedi. Kafamın içi loş bir ortamdan büyük bir aydınlığa dönüştü. Sonrasında gitmeye karar verdim. Yalnızca ben ve kendim olmalıydık. Herkesten uzakta.
Uçağa bindim. Her şeyi bırakacağım için mutluydum. Uçak havalandı, vedamın son kısmını da gerçekleştirmiş oldum.
Sonra aniden uçak sarsılmaya başladı. Hostes geldi. Ama hostese hiç benzemiyordu. Sakinleştirmeye geldi herhalde diye düşündüm. Cidden, hostese benzemiyordu.
‘’Ben canını almaya gelen meleğim.’’ dedi karanlıklar hostesi.
‘’Ama bir melek neden can alsın ki?’’
‘’Ölümle anlaşmam var. ‘’
‘’Neden beni alacaksın?’’
‘’Bencillik gibi büyük bir günaha esir olduğun için.’’
‘’Nasıl?’’
‘’Hani her şeyin farkına vardığını düşünüyordun ya, hiçbir şeyin farkında değildin. Senin o yaşadığın şeyler, evrendeki küçücük bir yıldız gibiydi. Lakin sen evren kadar büyük sandın. Etrafındaki insanları biraz dinlesen, sorunların sana bir kum tanesi gibi gelirdi. Annen, kanser. Acı çekerken sana nasıl gülebilsin? Baban, işsizlikle uğraşıyor, annenin hastane masrafları ona çok geliyor ve ağabeyin babana yardım ediyor. Sense etkisiz elemansın, nasıl seninle gurur duysun? Ağabeyin borsacı, tarlayı değerlendirmeye çalışıyor. Seni kandırması için bir sebep var mı? Arkadaşların buluşmak istediklerinde bahane üreten sen değil misin, hep bir işin çıkmıyor mu? Küçücük bir köpeğe nasıl kızabilirsin peki, o seninle bir mi? Şimdi seni ölüme teslim etmem lazım. Geç bile kaldık.’’ Tüm bunları bilmiyordum. Belki de biliyordum ve işime gelmedi. Bencilliğimin gözü kör olsun!
Yargıç tahta tokmağı masaya vurdu. Meğer vedamın asıl sonu buymuş.
Yazar: Gülperi Ece BULUT
Bu yazı, Evde Kal Türkiye Parlak Jurnal Yazı Yarışmasında 9. olmuştur.