Ülkemizde geçmişten beri hekimlik yüceltilir. Öğrencilere bütün büyüklerin tavsiyesi doktor olmaktır. Oysa son yıllarda hekimliğin oldukça büyük problemleri bulunuyor. Yaşanan problemler fakülteye girişten başlayıp emekliliğe kadar devam ediyor. Bu ortak yazımızda tıp fakültesi öğrencilerinin sorunlarına kısaca değinmeye çalıştık.
Tıp fakültesi öğrencilik yılları da mezuniyet sonrası da bir şeyleri görememekle geçiyor.
Zahid tarafından,
Aslında bu konunun gençlerin tercih dönemine denk gelmesi tevafuk oldu. Birçok yeni başlayacak arkadaşımız henüz doktorluğun ne olduğunu, hangi şartlarda icra edildiğini bilmeksizin puanına göre tıp fakültesi yazarak geleceğini garanti altına almayı hedefliyor. Alıyor mu tartışılır fakat tıp öğrenciliğinin uzun, yorucu bir yolculuk olduğu su götürmez. Birçok özel üniversitede hasta görmeden mezun olmaktan, yüzlerce kişilik amfilerde hocayı doğru dürüst görememeye kadar değişiyor spektrum.
Bu örneklerde hasta veya hoca göremeyenleri söyledik ama kimisi ders çalışmakla kaçırdığı gençliğini göremiyor, kimisi hayallerini göremiyor; mezun olduktan sonra eşini göremiyor, ailesini göremiyor, yemeğini göremiyor, kıdemlinin veya hocanın mobbinginden önünü göremiyor, hiçbir hastayı memnun edemediği için hadsizin birinin gözüne indirdiği yumrukla neticede gerçekten göremiyor. Peki tıp öğrencileri olarak bir çoğumuzun ders çalışmak ve bir şeyler öğrenmekle geçen altı veya daha da fazla sene sonrasında elimizde ne kalıyor? Tıp diplomamız. Bu pratisyen hekim olmamız için yeterli belki ama bundan başka bir kazanımımız olmadığı için yapabileceğimiz başka bir iş de olmuyor çoğumuzun. Pratisyenlikle de bitmiyor tabi ki, uzman olmamız gerektiğini hissediyor ve çalışmaya devam ediyoruz. Bu sırada neler kaçırdığımızı, daha neleri göremediğimizi Allah bilir.
Bir de tıp fakültesine başladığımız gün eş, dost, akrabadan gelen bitmek bilmeyen tıbbi sorular var elbette. Hayır bilsek yanıtlayacağız da bilmiyoruz da. Fakat bilmiyorum dersen bir tıbbiyelinin en büyük korkusu olan prestij kaybına uğrayacağın için bir şeyler söylemeye çalışıyorsun. En azından yanlış çıkması durumunda dayak yemiyor yahut dava edilmiyorsun. Fakat herhalde toplum tarafından fakülteye başladığı gün mesleği eline almış kabul edilen başka bir meslek grubu daha yoktur.
Şimdi acaba her yere tıp fakültesi açarak kadroyu arttırmanın mantığı nedir diye düşünüyorum da, bence var olan fakültelerin şartları iyileştirilmeli ve nitelikli, başarılı doktorlar mezun etmek hedeflenmeli. Gerisi laf-ı güzaf. Tercih yapacak arkadaşlarıma da bu zorlu 6 yıl ve akabinde daha da zorlaşan meslek hayatını başarabileceklerine inanıyorlarsa yazmalarını tavsiye ediyorum.
Bilim insanı olmak istiyorsanız bir bilim yuvasına gitmelisiniz. Ama bilin bakalım Türkiye’de ne yok?
Nihat tarafından,
Tıp oldukça değişik bir disiplin. Ciddi derecede teorik yükü olmasına karşın insanlar ile iç içe geçen bir ikinci meslek bilmiyorum. Fakülteye başladığınız andan emekli olacağınız ana kadar sürekli öğrenme sürecinde oluyorsunuz. Bu her bünyeye uygun değil.
Fakat tıp eğitiminin ülkemizde çok ciddi eksiklikleri var. Aslında tüm tıp eğitimi insan sağlığı üzerinedir. Tıp fakültesinde önce vücudun sağlıklı çalışması (fizyoloji) anlatılır. Daha sonra sağlığın bozulma mekanizmaları (patoloji) ve en son da tedaviler (farmakoloji) anlatılır. Dikkat ettiyseniz tüm perspektifler insana yöneliktir. Fakat bu kadar insana yönelik bir eğitim sürecinde size kimse hastayla nasıl iletişim kurmanız gerektiğini, iletişimin profesyonel aşamalarını, hastalarınıza hastalıkları hangi dil ile söylemeniz gerektiğini vs. anlatmaz. Bunların hepsi “usta-çırak” öğretisine bırakılır. Oysa bana kalırsa hekimler profesyonel anlamda iletişimi bilmek zorundadırlar. Çünkü insan yalnızca biyolojik bir canlı değil aynı zamanda psikolojik ve sosyolojik bir canlıdır.
Ayrıca tıbbın bilim adamlığı yönü de vardır. Henüz bilim dünyasında aydınlatılmayı bekleyen çok nokta var. Fakat bilim insanı olmak için gerçek bir üniversite dokusunda yetişmek gerekiyor. Oysa ülkemizdeki üniversiteler ve akademisyenler bizlere bilim nosyonunu kazandırma konusunda oldukça başarısızlar. Çok acı olacak belki ama “profesör” düzeyinde bile bilimsel araştırma mantığını bilmeyen büyük bir çoğunluk var. Bunları özellikle son dönemde sosyal medya ve haberlerde çok güzel görebiliyoruz. Fakültelerde bilimsel araştırma mantığı üzerine bir ders de yok zaten. Ayrıca üniversitelerdeki birçok “akademisyen”, “personel” bilim üretmekten öteye başka uğraşlar içerisinde bulunuyorlar. Bu sebeple ülkemizden bilim insanı çıkamıyor. Ülkemizde bilim insanı yetiştirmeye yönelik bilim ile yoğrulmuş tıp fakültesi bana kalırsa yok. Dünyadaki ilk 500 içerisinde tek bir üniversitemizin olmadığını da hatırlatmak istiyorum.
Ülkemizdeki tıp fakültesi öğrencilerinin sorunları kısaca: gerçekten bir üniversitede eğitim alamıyor oluşları, akademisyenlerin ders anlatmak gibi konularda hiçbir eğitiminin olmayışı, TUS gibi büyük oranda yorumu sorgulamayan ve ezber isteyen bir sınavla muhatap oluyor olmaları, bilimin ülkemizde değer görmüyor olması, fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalma korkusu…
Tıp okumak… ama zorunlu.
Fatma tarafından,
Bence sorun ailelerin çocuklarını tıp okumaya zorlamaları ile başlıyor. Kendi isteği ile tıp fakültesi için uğraşan ve doktorluk mesleği hayalleri kuranların da büyük bir bölümü ne ile karşılaşacağından habersiz. Bir de okula ailesinden ayrı bir şehirde başlayacak ise işler biraz daha karışıyor.
Fakülteye başladıktan sonra ise bir güruh kafasını gömdüğü kitaplardan çıkarmıyor ve 6 koca yılı bu şekilde geçirip ilk hastası ile karşı karşıya geldiği anda bocalıyor. Biraz orta halli olan öğrenciler de bir şekilde tıp fakültesinden mezun oluyorlar.
İlk üç sınıfta amfi derslerinde anatomi ve histoloji laboratuvarında geçiyor vakitler. Slaytlar arasında boğuluyorsun ve hastaneye kendini pek hazırlayamıyorsun. Dördüncü sınıfta büyük stajlara ve sözlü sınavlara alışmaya başlıyorsun. Aynı zamanda da uzun koridorlarda yapılan vizitlerde kendine yer bulmaya. 5. sınıfta ise akademik bir kariyer hedefleyenlerin TUS macerası başlıyor, dershane ile okul arasında adeta mekik dokunuyor. Ve intörnlükte birçok klinikte sekreter gibi kullanılıyor, evrak işleri yapıyorsun.
Bence tıp eğitimindeki en büyük sorunlardan biri yeterince pratik eğitim olmaması ve kan alamayan, pansuman yapamayan, dikiş atamayan, serum takamayan, hasta ile iletişim kuramayan bir doktor güruhunun yetişmesi. Bunun önüne ancak bireysel çabalarımızla geçebiliriz. Bunun için de başta bu mesleği istemeye ve sevmeye ihtiyacımız var. İlk cümlemde dediğim gibi bu yola ne aile zoru ile ne de parası çok diye girilmez. Çünkü bu kısır döngüden kurtulamaz isek ne iyi hekimler yetişebilir ne de daha birçok sorunun önüne geçilebilir.
Ders anlatımı, sınav stresi ve diğer konular olarak üçe ayırabiliriz. En azından aklıma gelenler bunlar.
Ekrem tarafından,
Sanıyorum tıp öğrencilerinin en büyük derdi bazı hocaların dersi anlatmaması, okuması. Yani sunumu açıp okuyan hocadan ne fayda gelir öğrenciye? Ki bu “bazı hocaların” sayısı da fakülteden fakülteye değişiyor. Hocaları “nasıl ders anlatılır” kursuna göndermek lazım.
Sınav stresi gerçekten büyük bela. Sınavın nasıl olacağına dair sonsuz merak, sınavdan önce başlayan baş ağrısı, karın ağrısı ve mide bulantıları… Tüm bunlar hem o son anlardaki öğrenciyi daha ileri taşıyan çalışma azmini yıkıyor hem de bazen sınavların kötü geçmesine sebep oluyor.
Diğerlerine de bir örnek vereyim mesela. Herkes tıp öğrencisini ülkenin en yerinde, sürekli bir yerlerden burs alıyor falan sanıyor. Ama öyle bir şey yok ki. İnsanların kafasına nereden yerleşmiş bu “tıp öğrencilerinin hepsi burs alıyor” mantığı anlamış değilim.
“Tıp fakültesi öğrencisinin en büyük sorunu, tıp fakültesine başlamadan tıp fakültesinin nasıl bir yer olduğunu bilememesidir.”
Yasin tarafından,
Tıp fakültesi eğitimi ülkelere göre farklılık gösteriyor. Ülkemizdeki tıp eğitimi ise diğer ülkelerdeki tıp eğitimleriyle karşılaştırdığımızda, göreceli olarak da olsa iyi bir durumda diyebiliriz. Tabii son dönemlerde açılan, apartman dairelerinden bozma fakülteleri dahil etmediğimizi düşünürsek…
Bir tıp öğrencisi olarak eğitim hayatım boyunca birçok sorunla karşılaştım ve karşılaşmaktayım. Bu sorunlardan şu an aklıma gelenleri bir düzen gözetmeksizin yazmak istiyorum:
Tıp fakültesi öğrencilerinden birçoğu fakültede nasıl bir eğitimle karşılaşacağına dair bilgisi olmaksızın tıp fakültesini tercih ediyor. Tıp fakültesini kazanmak isteyen bir lise son sınıf öğrencisinin ise üniversite sınavında sayısal ağırlıklı bir başarı göstermesi gerekmekte. Buraya kadar bir sıkıntı yok. Her şey güzel. Asıl sorun, matematik-fen dersleri ağırlıklı bir çalışmayla tıp fakültesi kazanan çocuğun, fakültelerde hâkim olan ezbere dayalı bir eğitim almasıyla başlıyor. Çocuk ben neredeyim, neler oluyor diyeceği halde, sürü psikolojisiyle herkes gibi ezberlemeye başlıyor, sınıf geçme telaşına kapılıyor.
Tıp fakültesi öğrencilerinin çoğu ders çalışma grubu kuruyor, birlikte ders çalışıyor. Ancak sadece ders çalışmak için değil, aynı zamanda sosyalleşmek için de kurulması gereken gruplar ihmal ediliyor. Bunun bir diğer nedeni ise zamanın verimli kullanılamaması da olsa genellikle sonuç değişmiyor. Tıp fakültesi öğrencilerinden çoğu sosyalleşmek için vakit bulamıyor. Kendini farklı alanlarda geliştirebileceği aktivitelere katılamıyor.
Hekimlik gereksindiği meziyetler bakımından kompleks bir meslektir. Sadece bilmek yetmez. Bildiğini uygulayabilmek için çeşitli disiplinlere de hâkim olmak gerekir. Bir hekimin halk bilim, sosyoloji, psikoloji ve daha birçok alanda da yeterli bilgiye sahip olması gerekir. Ancak ülkemizde tıp eğitimine yardımcı diğer disiplinlerin altı ne yazık ki boş. Bu konuda sahaya tecrübesiz doktorlar sürülüyor. Bu sadece işine yeni başlayan doktorun hayattan soğumasına sebep olmuyor. Hastanın mağdur olmasından tutun da birbirini izleyen birçok soruna yol açıyor.
Öğrencilerin; isteği dışında tıp fakültesine yerleşmek, hatalı eğitim yaklaşımı ve değişen bakış açısı gibi üç temel problemi var.
Onur tarafından,
Bana sorarsanız ben birden fazla sorunun olduğuna inananlardanım. Bunları temel olarak üçe indirgeyecek olursak:
1-Üniversite puanı ile isteği dışında tıp fakültesine yerleşen öğrenci profili varlığı
Bu profildeki öğrenciler ne tıp fakültesi öğrenciliğini sorumluluklarıyla yerine getirir ne de ileride mesleğini. Ancak bu durumun suçlusunu üniversite tercihi yapan öğrenciler olarak görmek gerçekten büyük hata olur. Diğer branşlardaki işsizlik ve itibarsızlık oranı arttıkça elbette tıp fakültesi gibi sayılı alanlara yönelim artıyor, artacak da.
2-Henüz birinci sınıftan başlayan eğitim yaklaşımı
Birinci sınıftan itibaren yapılan yükleme teorik bilgiler öğrencileri adeta boğuyor. Boğacak da gitgide artan bu teorik yük Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) ile zirveye çıkıyor ve muazzam bir eziyet haline geliyor diyebiliriz. Ancak süreç bu haldeyken klinik eğitimin göz ardı edildiği de aşikâr maalesef.
Dilerim ki sahada göreve başladığımız zaman bizler için gerekli olacak klinik eğitime daha fazla önem verilir.
3-Değişen bakış açısı
Bundan 15-20 yıl öncesinde yapılan ilk 100 sıradaki tıp fakültesi uzmanlık tercihlerinin neredeyse çoğu gerçekten zorluk seviyesi yüksek olan cerrahi branşlar olurken şu anda bu sıralardaki mezun doktorların daha rahat bölümleri tercih ettiğinin görmek aslında ülkemizde çalışma şartlarının, hastalarla haşır neşir olmama isteğinin sonucunu gözler önüne seriyor.
Doktorlar artık en zor ameliyatları yapmayı değil, günün yoğunluğundan bir anca önce çıkıp giden olmak istiyor. Bu da haliyle dermatoloji, aile hekimliği gibi uzmanlık dallarına rehaveti arttırıyor.
Bu bakış açısından gerek haklı gerek haksız yanları olsa da aklımda kalan tek soru şu oluyor: Bir ülkede aydın bir kesimin en iyilerini bu fikirlere sürüklemek sahip oldukları zekaya ihanet etmek değil midir?
Umarım ülkemdeki sorunlar çözülür, getirilerinin ise önü kesilir. Herkes mutlu olur.
çok faydalı oldu teşekkürler başarılarınızın devamını dilerim
güzel bir yazı olmuş elinize sağlık.