Türkiye ağustosun ortasında İran Genel Kurmay Başkanı Muhammed Bakıri’yi Ankara’ya kabul ettiği zaman, 1979 İran Devrimi’nden beri ilk defa onun pozisyonundaki bir İranlı görevli yurtdışına çıkmış oldu. Ankara da buna eş değer şaşırtıcı bir hareket ile Rus Genel Kurmay Başkanı Velary Gerasimov’u bölgedeki güvenliği tartışmak amacıyla kabul edeceğini açıkladı. Türkiye’nin iki tarihi rakibi olan İran ve Rusya’ya bu şekilde erişme gücü, Beyaz Saray’daki Başkan Trump’ın kaşlarını havaya kaldırmalıydı. Bu hareketler sadece önemli bir dış politika kaymasını değil, aynı zamanda Ankara’nın Vaşington’dan vazgeçmeye başladığının bir göstergesidir.
Kasım 2016’ya dönersek, Trump yönetimi altındaki Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye için iyi olacağına dair Ankara’nın yüksek bir umudu vardı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Trump’ı kazandığı başkanlık seçimlerinden dolayı kutlayarak bu seçimlerin ABD-Türkiye ilişkileri açısından yeni bir döneme işaret edebileceğini söyledi. O tarihlerde Erdoğan, yeni ABD Başkanı’nı desteklemek ve İran gücünü daha geniş Ortadoğu’da fakat özellikle Suriye’de tutma isteğini belli etmek amacıyla güçlü bir İran karşıtı tutum sergiledi.
Buna karşılık olarak Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri’nden Halk Koruma Birlikleri (YPG) yani Suriyeli Kürt askerlerini desteklemeyi bırakmasını umdu. Ankara’ya göre YPG, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğine yönelik varoluşsal bir tehdittir. Çünkü onlar yıllardır Türkiye ile savaşan ve Türk Kürtleri’nin militan bir organizasyonu olan Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) bir dalı olarak görülüyor.
Bununla birlikte, Trump yönetimi YPG’ye askeri desteğini iki katına çıkarmaya karar verdiğinde Ankara’nın ümitleri altüst oldu. Vaşington’a göre YPG, Suriye boyunca savaşan karışık birliklerden oluşan tek yetkili savaş gücü. Trump’ın Ortadoğu’da en büyük önceliği olan IŞİD’i Suriye’den tamamen temizlemek için yerel bölgesel kuvvetleri desteklemek hala en iyi seçenek olarak görülüyor. Ankara ve Vaşington’un Suriye’de hangi grubun en büyük tehdit olduğu konusundaki ayrılığı kendi ittifaklarını zora sokuyor. Fakat her iki taraf da bu kararlarında sağlam duruyor, en azından şimdiye kadar.
İçindekiler
İran ve Rusya İle Örtüşmek
Türkiye varoluşsal bir tehdit olarak gördüğü şeyin kendi NATO müttefiki olan Amerika Birleşik Devletleri tarafından desteklendiği gerçeğiyle yüzleştiği zaman, Ankara ihtiyatlı olarak da olsa İran ve Rusya’yla yakınlaşmaya başladı. NATO’nun itirazlarına rağmen Türkiye, Rusya’nın en ileri füze savunma sistemini almak için görüşmeler yapıyor ve Suriye konusunda Kremlin ile yakından çalışıyor.
Bu arada Türkiye ve İran, son yıllarda tamamen farklı tarafları destekleyen ve resmi rakipler olarak, Suriye ve Irak’ta askeri işbirliğini arttırma konusunda anlaştılar. İran, Rusya ve Türkiye; ayrıca Astana Suriye barışını birlikte destekleme, Hazar Denizi’ndeki petrolün çıkarılması için birlikte çalışma ve Basra Körfezi’nde kendi Arap kuzenleriyle olan çatışmasında Katar tarafını tutmaya kadar bir dizi sorun üzerine üç taraflı işbirliği yapıyorlar.
Lakin Türkiye’yi Rusya ve İran ile bu yakınlaşmaya iten ana sebep, Suriye’de Kürtlerin daha fazla gelişeceği korkusudur. Türkiye ve İran bölgenin sırasıyla en büyük ve ikinci en büyük Kürt azınlık topluluklarına sahip ülkesi durumundadır ve bölgedeki Kürt gelişmelerinin kendi ülkelerindeki Kürtler üzerinde aynı etkileri tetikleyebileceğinden korkmaktadırlar.
Ankara bu nedenle Irak ve Suriye’de ortak bir Kürt karşıtı strateji hazırlamak istiyor. Bu açıdan Tahran, eskiden yaptığından farklı olarak YPG’ye karşı aniden zıt konuşmaya başladı. Ayrıca beklendiği şekilde, hem Ankara hem de Tahran, Irak Kürtlerinin 25 Eylül’de yaptıkları bağımsızlık referandumunu eleştirerek Irak Kürtlerinin bağımsızlık hareketinin Ortadoğu’da istikrarsız bir ayrılık dalgasını tetikleyeceğini belirtti.
Suriye Üzerine Bir Mercek
Ankara Suriye’deki ABD destekli IŞİD operasyonuna karşı ciddi derecede tedirginlik duyuyor. Çünkü IŞİD’den kalan Suriye’nin doğusu ve geçtiğimiz günlerde El Kaide bağlantılı gruplar tarafından ele geçirilen kuzeybatıda Türkiye sınırında bulunan İdlib gibi bölgelerin YPG güçleri tarafından ele geçirilebileceğini düşünüyor. Suriyeli Kürtler ve Başkan Beşşar Esad’ın güçleri arasındaki çatışmaya baktığımız zaman Ankara, Şam’daki rejimle ve kendi müttefikleriyle birlikte Kürtlerin bölgesel ilerlemesini durdurabileceğini umuyor. İran ve Rusya’dan başka herhangi iki ülkenin Esad’ı daha fazla etkilemediğini düşünürsek, Ankara’nın bu ülkelere karşı son hamlelerini de açıklamış oluruz.
Türkiye özellikle kendi sınırındaki Kürt kantonlarından birisi olan Afrin üzerinden gözünü ayırmıyor. Ankara, YPG’nin kuzey Suriye’deki Kürt bölgelerini Afrin’e bağlayabileceğinden ve böylelikle Irak sınırından Akdeniz’e sürekli uzanan bir Kürt varlığı kurabileceğinden korkuyor. Ankara, YPG’yi Türk kuvvetlerine karşı yapılan saldırılarla suçluyor ve Afrin’e karşı askeri bir operasyon yapabileceği tehdidinde bulunuyor. Ancak şimdiye kadar herhangi bir operasyon gerçekleşemedi. Çünkü kanton bölgesi Rus askeri kuvvetlerini barındırıyor. Türk yetkililer, Suriyeli Esad rejimine karşı muhalefeti bastırmak amacıyla; sahip olduğu bazı bölgelerden çekilirse, Rusya ve İran da Türklerin Afrin’e olabilecek olan müdahalesine göz yumacaklar. Fakat Ankara’nın umutları doğru olmayabilir. Bu İran ve Rusya ile yeni kurulmuş ittifağın altında birçok zorluk yatıyor.
Her şeyden önce, taraflar arasında derin ve köklü bir güvensizlik var. Türkiye yüzyıllardır İran ve Rusya ile rekabet ederek bu ülkelerin bölgedeki etkilerini dengelemek üzerine kurulu bir politika izledi. Türkiye, Kürt gelişiminden duyduğu kaygı sonucu Suriye’de İran ve Rusya’ya açıldı. Fakat bu uzlaşmanın derinleşmesi Ankara’nın bölgesel politikasında tamamıyla bir değişimi çağrıştırmaktadır. Bu ise İran ile ve Körfez ülkeleriyle ve İran’ın Irak üzerindeki etki politikalarına karşı olan Suudi Arabistan ile kendisini sürtüşmeye maruz bırakacağı anlamına geliyor. Türkiye’nin Esad rejimiyle olan yakınlaşması, Türkiye’nin Suriye’ye karşı muhalif olan müttefikleriyle arasındaki güven krizini de derinleştirerek Ankara’nın bu müttefiklerine karşı etkisini de azalttı. Bu etki olmadan Türkiye’nin anlaşmayı elinde tutması ve kendi kontrolündeki bölgelerde Suriyeli muhalefete geri çekilmeleri için baskı uygulaması zor görünüyor.
Başka bir potansiyel problem ise Rusya’nın Suriyeli Kürtlere karşı tutumudur. Moskova, Kürtlerin hem Ankara hem de Vaşington’a karşı oynanabilecek çok önemli bir kart olduğuna inanıyor ve bu yüzden Kremlin’in Türk askerlerinin Afrin’e saldırısına izin vermesi pek mümkün değil. Rus rızası olmadan Türkiye, Erdoğan’ın ima ettiği Kürt kantonuna karşı bir askeri operasyon düzenleyemeyecek.
İran için Türkiye’nin bu tutum değişimi bir lütuf. İran’ın Suriye ve Irak’taki etkisini arttırmak amacıyla Kürt ayrılıkçılığına karşı Ankara ile uzlaşması, Tahran için açık bir zaferdir. Fakat İran, ayrıca Ankara’yı Rusya’ya ve kendisine yaklaştıran nedenleri yani Trump’ın Suriye Kürtleriyle çalışmaya devam etmesi niyeti ve Suriye savaşındaki askeri momentumun artık Esad’ın arkasında olduğu gerçeği gibi faktörlerin de net bir şekilde farkında. İran, bu dinamiklerde oluşabilecek herhangi bir değişimin Türkiye’nin politikasını tamamen tersine çevirebileceğini de çok iyi biliyor. Ankara ve Tahran’ın birbirine duydukları derin-köklü güvensizlik ve bölgedeki vizyon farklılıklarından dolayı geçmişte yapmaya çalıştıkları ortak zemin bulma çabaları her zaman başarısızlığa uğradı. İşte bu aynı faktörler de potansiyel olarak onları daha derin bir yakınlaşmadan alıkoyabilir.
Türkiye’nin İran’a karşı ısınması daha çok Tahran’ın Suriye ve Irak’taki etkisini güçlendirecek. Amerika Birleşik Devletleri ile İran arasındaki düşmanlık göz önüne alındığında, bu ülkelerdeki ABD politikaları da azalabilir. Bu durum zaten gergin olan ABD-Türk ilişkileri için kötü görünüyor. Fakat Türkiye ve onun iki resmi rakibi ile arasındaki potansiyel problemler ve kırılganlık göz önüne alındığında bu uzlaşmanın devamlılığı henüz pekişmedi. Vaşington, Türkiye’yi kaybedilmiş bir durum olarak görmek yerine onu askeri ve diplomatik yönlerden kendine bağlı tutmaya devam etmelidir.
(Çeviren Notu: Bu makale Foreign Affairs dergisinden, konuyla ilgili ABD ve Avrupa merkezli bakış açısını daha iyi anlayabilmemiz için çevrilmiştir.)
Çeviri
Yazar: Gönül Tol ve Alex Vatanka
Çeviren: Nihat
Orjinal Metin (04/09/2017)
Allah razı olsun