Çok kahve içmekten sararan cam bardağını usulca masaya koydu. Az önce yudumladığı kahve boğazını yakmıştı. Başını hafifçe yukarı kaldırıp daktilosuna odaklandı. Saatlerdir masa başında oturmasına rağmen tek kelime yazabilmiş ve onu da tam yazamamıştı. Son harfi tuşlayacaktı ki biraz gergin hissetti. Basacağı tek bir harf onu neden ürkütmüştü? Biraz sağa sola bakındıktan sonra kahvesinden bir yudum daha aldı. Soğumuş kahvesini yarı tiksinti ve yarı sevgiyle tekrar masaya bırakırken kararlı bir edayla boğazını temizledi. Bu teatrallik onu bir tuşa daha basmaya cesaretlendirmiş ve daktiloda şu kelime belirmişti: “korku…”
*
*
*
Düşüncelere dalmışken kapı çaldı. Bu durum irkilmesine sebep olmuş ve birden, saatlerdir tek kelime yazabildiği kâğıdı daktilodan çıkarıp kitaplarının arasına koymuştu. Telaşla kapıya koştu ve kapı deliğinden baktı. Gelenin bir postacı olması onu rahatlatmış fakat aynı zamanda meraklandırmıştı. Gelen ne olabilirdi ki? Kapıyı açtığında postacı:
-“Bay Berthold siz misiniz?”
-“Ben, ben… evet benim.”
-“Size bir posta var bayım, buyurun.”
Kapıyı kapatıp merakla masasında yöneldi. Üç ay önce vefat eden babasından yadigâr mektup açacağını kullanarak mektubu açmıştı. Ağır bir obsesyon ile yıllardan beri mektup açacağını kâğıda iki defa sürterdi. Sürtünmenin çıkardığı sesten garip bir zevk alıyor ve içi rahatlıyordu. Kâğıdın dokusu onu büyülemiş ve başını döndürmüştü. Bu kaliteli bir kağıttı, elbet ciddi bir meseleyi içeriyor olmalıydı:
“21 Ocak 1967,
Sayın Bay Berthold,
Geçmiş çalışmalarınız göz önüne alındığında, kıymetli devletimizin birikiminizden faydalanabileceği ortaya çıkmıştır. Dünya camiasında tanınmış bir kişilik olarak ülkemizde şüpheyle karşılanmakta olduğunuz bir sır değildir. Emperyalizm dünyayı ve ülkemizi tehdit etmekte fakat yüce devletimiz hainlere hesabını sormaktadır. Eğer devletimize çalışırsanız, bu şüpheyi ortadan kaldıracak ve vatandaşlık görevinizi yerine getireceksinizdir.
Aşağıda belirtilen tüm istek ve gereklilikleri karşılayarak ilgili birimimize 15 gün içerisinde başvurabilirsiniz:
…
Yüce Devlet Birey Araştırma, Tespit ve Teşhir Bakanlığı adına,
Sekreter Susanna von Bothmer”
Mektup kafasını karıştırmıştı. Terleyen elleri kâğıdı buruşturmaya devam ediyorken hiçbir şey yapmadı. Normalde bir kâğıdın buruşmasına tahammül edemezdi. Yavaşça mektubu masasına koydu ve derin bir düşünceye daldı. Neyin nesiydi bu mektup? Yüce Devlet neden ondan yardım istiyordu?
Kabul edip etmemek konusunda pek bir fırsatı olmadığını biliyordu. Zira mektubun yollandığı Birey Araştırma, Tespit ve Teşhir Bakanlığı kötü bir şöhrete sahipti. Üniversite arkadaşının başına gelenler hakkındaki dedikodular bunu kanıtlar nitelikteydi. Fakat birkaç dakika öncesine kadar çok farklı düşüncelere sahip olan Bay Berthold’un içerisindeki o eski düşünceler birden kaybolmuştu. Bunu bir an hissetti ve sandalyesinde geriye doğru yaylanarak esnemeye başladı. Sanki yıllardır hiç esneyememiş gibiydi.
Tek bir mektup ile Berthold’un beyninde artık farklı düşünceler cereyan ediyordu. Islanan kâğıdı her zamanki gibi bir kitabın arasına koyacaktı ki bundan vazgeçti. Oysa buruşan kağıtları, en sevdiği yazar Émile Zola’nın kitapları arasına koyarak düzleştirmek bir başka takıntısıydı.
Bu sırada bir hışımla daktilosuna doğrularak kenara attığı kâğıdı tekrar daktiloya koydu. Büyük bir gurur ve güç ile tuşlara basmaya başlamıştı. Geçmişte saatlerce yazı yazmaya çalışıp her seferinde yazdığı birkaç kelimeyi de silen sanki o değildi. Uzun paragraflar birbirini kovalarken içinde bir çocuğun heyecanı vardı. Eski karamsarlığını hatırlayamıyor ve yıllardır neye üzüldüğünü anımsayamıyordu. Yirmi dördüncü sayfayı yazıp sona yaklaştığında ilk defa tüm yazıyı silmeyi aklından geçirmedi. Zira artık “hain” olan o değil başkaları olmalıydı. Havanın iyice karardığını gören Bay Berthold, yazısını bitiriyorken son cümlesi eski üslubunu hatırlatmıştı: “korku… yoktur ve yalandır”
Gerek edebi dil gerekse konu bakımından şahane olmuş, çok beğendim… Bravo 🙂
Teşekkür ederim 🙂