Hepimiz yazıyoruz; farklı şekillerle, farklı sebeplerle. Bilmiyorum kaç kişi kendini yeterli görüyor. Hep bir doyumsuzluk yaşıyorum ve bu sanki yazdıkça daha çok artıyor. İçimdekilerden taşanları kağıda geçirdiğimde eksik kalıyor. Hem ben’i tam yansıtamıyorum hem de içimdekileri açmanın rahatsızlığını yaşıyorum. Ya da bilmiyorum, tutmaya o kadar alıştığım şeyleri açmaya çalışmak zor geliyordur belki de.
İçimden geçenleri geldiği gibi yazdığımda, içimdeki kadar değerli olmuyor gözümde. Yazdıkça rahatlayan insanlara hep imrendim bu yüzden. Galiba bundan dolayı okudukça rahatlayanlardan oldum ben de. Çünkü kendimi anlatmaya çalışmaktansa kendimi başkalarında bulmaya çalışmak daha çok huzur verdi. Tamamen zorunlulukla başlayan okuma macerası nasıl oldu da gerçekten sevdiğim bir şey haline geldi inanın bilmiyorum. Ya da biliyorum ama bunu sizin de bilmenize gerek yok.
İçindekiler birikir birikir de artık taşmasına izin verirsin ya, işte o yazmaya başlamanın sebebi olur. Aynı sebep bazen de yazmayı bırakmana sebep olur. Çünkü taşmasına izin verdiğin şeyler, izin verdiğin kadar çoğalır. Bunu nerden mi biliyorum? Bir sene önce bulduğum bir mektupta, en yakın arkadaşını kaybeden bir kızın yazmaya başlayıp aynı yazıyla yazmayı bırakmasına şahit oldum. Yazarak anlatmaya çalışmaktansa okuduğumu paylaşarak daha mutlu olacağımı düşünüyorum.
“Özlemini hep hissediyordum da ilk defa bugün yokluğunu hissettim biliyor musun? Bilmiyorum hissediyor musun ama sana çok şey anlatıyorum. Beni asla yargılamadan, söylediklerimi yanlış anlamadan dinleyip dünyanın en mantıklı aklını veren senmişsin.
Bir konuda fikir ayrılığına düştüm ve ne oldu biliyor musun? Sence ne yapmalıyım diyebileceğim kimseyi bulamadım yanımda. Bir kişiye soracak gibi oldum. Sonra senin hatırana düşüncelerine saygısızlık ederim diye vazgeçtim.
Anneme sordum… Anneme. Kürkçü dükkanına mı döndük ne dersin? İşin garip kısmı ben kürkçü dükkanı olarak seni görüyordum. O olsa ne yapardı diye bile düşünemiyorum biliyor musun? O derece unutmuşum seni. Çok ayıp değil mi. İnsan kürkçü dükkanını nasıl unutur ki. Sahi sen de unuttun mu beni? (…)
Sen bilmiyorsun ama ben devam edemiyorum. Hani sürekli içimi dökerdim ya sana. Ne giydiğimi, ne yediğimi, saçımı nasıl topladığımı anlatırdım ya hani. Artık anlatamıyorum ya hani. İşte o yüzden devam edemiyorum galiba. Üstümdeki yükler o kadar ağırlaştı ki, artık ben taşıyamıyorum. Ah bir içimi dökebilsem, ah bir içini dökebilsen…
Anlatamadığımdan mı bilmiyorum ama anlatılamayacak hale geldim artık. Bana kızma ne olur. Senin bana kızmadığın, senin beni unutmadığın umuduyla yaşıyorum ben. Yerine çok kişiyi koymaya çalıştım, itiraf ediyorum. Beni her halimle kabul edecek, bana da mantıklı gelecek şekilde insanlar aradım. Var mıydı bilmiyorum ama kimse yerini doldurmak istemedi.
Bunu da içime atmamak için yazıyorum ama yazdıkça içimdekiler derinleşiyor sanki. Bitiriyorum o yüzden.
Keşke tekrar eskisi gibi olsak.”
Sevgili yazar,insan herzaman içinden gelenleri yazmaz bazende içinden gidenleri yazar.tesekkürler.