Andrey Tarkovski geç keşfettiğim ama iyi ki keşfettiğim dediğim bir yönetmen. 4 Nisan 1935 tarihinde dünyaya gelen ve 29 Aralık 1986 tarihinde hayata gözlerini yuman Tarkovski, geride elbette birçok kişinin de bildiği filmler bırakmış. Her ne kadar kendisi çok sevmese de Solaris adlı filmi, Ayna, Nostalji gibi etkileyici filmleri; sinemaseverlerin hafızasında önemli bir yer ediniyor olsa gerek. Bu yazıda uzun uzun Tarkovski’nin hayatından bahsetmek istemiyorum. Yoğun ve etkili filmleri arasında yer alan Nostalji’yi gün yüzüne çıkarmak istiyorum. Tabi eklemekte fayda var, zaten Tarkovski’yi takip edenler mutlaka bu filmi izlemiştir.
Nostalji, geçmişe özlem, belki de bir çoğumuzun hayatında deneyimlediği duygu durumlarından bir tanesi. Geçmişe özlem insan için itici bir güç olsa da kimi zaman bu duygu o kadar ağır basar ki insan, kendi zamanında yaşayamadığını, geçmişe takılıp kaldığını fark eder. İşte Andrey Tarkovski de tam olarak bu konuyu işliyor. Anılarında yaşayan, memleket hasreti çeken ve insanları anlamaya çalışan bir adamdır filmin merkezinde yer alan.
1983 yılında İtalya’da çekilen Nostalji, Tarkovski’nin İtalya’da çektiği ilk film olma özelliğine sahip. Işığı filmlerinde başarılı bir şekilde kullanan yönetmen, bu filminde de aydınlık ve karanlığın gücüne sığınmış. Etkili ışık oyunları, özelikle bazı sahnelerde çok özel bir atmosferin oluşmasını sağlamış. Hem Rusça hem İtalyancanın yer aldığı filmdeki bütün detaylar, baş karakterin de Tarkovski gibi memleket hasreti çektiğini kanıtlar niteliktedir. Peki film tam olarak neyi anlatır? Bizler geçmişe mi aşığız yoksa?
İçindekiler
Geçmişte Neyi Arıyoruz?
Nostalji, Tarkovski’nin sürgündeyken çektiği bir film olduğu için filmin bütün detaylarında sürgünün yönetmen üzerindeki olumsuz etkileri görünmektedir. Birçok kişi için Tarkovski filmleri içerisinde bir baş yapıt olarak değerlendirilmese de Nostalji, kanaatimce ünlü yönetmenin var olan filmlerinin önüne geçmiştir. Andrey Tarkovski açıkça sormasa da bu filmi izleyenlerin aklında tek bir soru yer eder: Geçmişte neyi arıyoruz?
Ülkesini terk eden, memleket özlemi içinde kendi buhranlarıyla baş başa kalan bir şairin hikayesini anlatır Nostalji. Bir entelektüel olan Andrei Gorchakov, ülkesinden uzakta, İtalya’da yaşayan bir şairdir. Varoluş sancıları çeken ve yaşamın anlamını bulmaya çalışan Andrei, karısından da oldukça uzaktır. Filmde yer alan ve birbiriyle iletişim içinde olan karakterlerin tamamı, Andrei gibi bir geçmişi deneyimler. Her biri geçmişi farklı bir şekilde deneyimleyerek kendileri için önemli olan olaylara odaklanır.
Andrei, oldukça ilginç hayat hikayesi ile kendisini büyüleyen Rus müzisyen Pavel Sosnovsky’nin hikayesini öğrenmek için İtalya’ya gelmiştir. Burada kendisine rehberlik eden Eugenie, Andrei için Meryem’in vücut bulmuş hali olacaktır. Fakat ne olursa olsun Eugenie ona gurbette olduğunu hatırlatır. Bu nedenle aralarındaki ilişki oldukça farklıdır.
Andrey Tarkovski imzalı nostalji filminin baş karakteri Andrei, geçmişe takılıp kalmış bir insandır. Yaşadıklarını derinden hisseden, bu nedenle hayal ile gerçeklik arasındaki çizgiyi de bulanıklaştıran şair, birkaç farklı gerçekliği aynı anda yaşar. Odada tek başına yatıyorken birden karısıyla birlikte uyuyordur. Kendisini Rusya’da hisseder fakat o İtalya’dadır. Büyük bir acı çeken ve kendini bulma yolunda hiç de emin adımlarla ilerlemeyen Andrei, şimdimizi sorgulamamıza neden olur. Zaten filmdeki olaylar ve karakterlerin tamamı, geçmişin gerçekten de geçip geçmediğin üzerine düşünmemizi sağlar. Bitmiş olan tekrar var edilemez mi?
Işığın Oyunu
Andrey Tarkovski filmlerinin tamamında etkili ışık oyunları ile dikkat çeken sahneler yaratılmıştır. Bu durum Nostalji için de geçerli. Karanlığın gücünden yararlanan ünlü yönetmen, karanlığı aslında geçmişe yolculuk için bir araç olarak kullanır. Filmdeki sahnelerden birinde Andrei odada tek başınadır. Yatakta yatan ve geçmiş ile gelecek arasında adeta mekik dokuyan ünlü şaire odaklanır Tarkovski. Bunu yaparken de ışık oyunlarına yer verir. Yavaş yavaş oda kararır, oda yavaş yavaş aydınlanır.
Tarkovski filmlerinde ışık oyunları kadar yağmurun da çok özel bir yer edindiğini söylemek mümkün. Belki de yağmur figürüyle zamanın aktığını anlatmak isteyen yönetmen, bunu bir başka filminde, Türkçeye “Silindir ve Keman” (The Steamroller and the Violin) olarak çevrilen filminde de yapar. Yağmurun yağması, sürekliliği ifade eder.
Nostalji Hastalığının Kurbanı: Andrei
Johannes Hoffer tarafından tanımlanan “nostalji”, ilk zamanlarda “İsviçre Hastalığı” olarak bilinirdi. Çünkü İsviçre paralı askerlerinin yaşadığı bir durumdu. Filmde nostalji hastalığına yakalanmış bir kişi olarak kendisine yer bulan Andrei, bu hastalığı tanımlamaya yarayan belirtileri gösterir. Başka zamanda meydana gelen olayları en ince ayrıntısına kadar hatırlama, halüsinasyon görme; bu belirtilerden sadece birkaçıdır. Geçmiş ve şimdi arasında sürekli gidip gelen Andrei, bir bütün içerisinde yer almaktan çok uzaktır. Andrey Tarkovski ise filminde bu bütünlüğü oluşturmaya çalışır.
Bir Deli mi Konuşan?
Filmin en dikkat çeken karakterlerinden bir tanesi hiç şüphesiz ki eski matematik öğretmeni Domenico’dur. Evinin duvarında 1+1 = 1 yazar. Bir damla ve bir damla iki damla etmez, büyük bir damla eder; demektedir. “Bir” içinde yer almak, bir ile bütünlük sağlamayı ifade eder. Bu nedenle eski matematik öğretmeninin inandığı bu formül gerçekten çok önemlidir.
Andrey Tarkovski imzalı filmde en dikkat çeken sahneler arasında, filmin sonlarına doğru Domenico’nun yapmış olduğu konuşma yer alır. Adeta insanlara haykıran Domenico, “İçimde hangi adam konuşuyor hem aklımda hem de bedenimde.” diyerek başlar konuşmasına. Sahi konuşan kimdir, geçmişe özlem duyan Domenico mu?
“İnsanoğlunun bütün gözleri, içine daldığımız çukura bakıyor.” İnsanların kurtuluşu için mücadele etmek isteyen Domenico, artık yavaş yavaş uzaklaştığımız doğaya dönmemiz gerektiğini söyler: “Sadece doğaya bak, hayatın ne kadar basit olduğunu göreceksin!”