İçindekiler
Bizim çay
Çoğumuzun neredeyse her gün içtiği, bazılarımızın da abartarak sevdiği çay, bizim için sadece bir içecek olmaktan çok uzak elbette.
İsmi söylendiğinde bile rahatlatan, çoğumuzun demlerken kendince ritüeller geliştirdiği, bir terapi yönteminin adıdır aslında.
O kadar çok sevmişiz ki bu mübarek içeceği, onsuz gelen yemeği beğenmemişiz, onsuz gelen bisküviyi yememişiz hatta onsuz gelen insanı bile samimi bulmamışız. Adına şiirler yazmışız, türküler çığırmışız ve daha niceleri…
Mesela sevdamızı anlatmışız:
…. Çay bardağında bırakılan dudak payı kadar bile uzak kalamam gözlerine…
Sunay Akın
Sonra yalnızlığımızı paylaşmışız:
Biz, çayın yalnızlığa iyi gelen tarafını da severiz. Avuçlarken ince belli bardağı, hücrelere kadar hissettiren sıcaklığında unuttuk yalnızlığı.
Oğuz Atay
Çay, denizle güzel pozlar verse de aslında bozkırın en samimi içkisidir ve dünyada ki çeşitliliğin aksine, genelde tek tiptir bizim çayımız. Hepimizin ortak dertlerine içeriz.
Sonun Başlangıcı
Çay, işlenmiş bitki yapraklarının kaynatılmasıyla veya haşlanmasıyla elde edilen bir içecek türüdür. Çayı birçok kritere göre sınıflandırsak da temelde üç çeşidi vardır: Siyah, beyaz ve yeşil çay.
Çay; tein, kafein, teofilin ve antioksidanlar için doğal bir kaynaktır. İçinde bulunan mineraller nedeniyle kemik ve diş sağlığına faydalıdır. Ancak neredeyse hiç karbonhidrat, protein ve yağ içermez.
Çay kelimesinin kökeni, anavatanı Çin’e dayanır. Mandarin lehçesinde ki ç’a ve Amoy lehçesindeki t’e çayın iki farklı söyleniş şeklidir.
Çayın ilk yudumlanışınınsa, M.Ö. 2737 de olduğu söylenir. Bir efsaneye göre, Çin’in ilk imparatorlarından Shen Yung, çay bitkisinin tesadüfen sıcak suya düşmesine şahit olur. İmparator, bu keşfiyle çayın büyüsüne kapılır ve yine efsaneye göre 7 yıl boyunca o bölgede kalarak sürekli çay içer. (1)
İsterseniz hikayenin geri kalan kısmını bizzat çaydan dinleyelim.
Bir Çayın Hikayesi: Dem
Bir sabah güneşle beraber doğdum dünyanıza. Su, güneş ve toprak can yoldaşlarım oldular. Öyle ki kanımı su verdi, tadımı güneş. Ruhumu ise toprak…
Zamanla büyüdüm. Yeni arkadaşlarım, dostlarım oldu. Aslen Rizeliyim ama arkadaşlar aralarında bozkırlı diyor bana. Bu ismi bana yarım yaprak verdi. Neden mi? Güneşi çok sevdiğimden tabii ki.
Güneşle, toprakla serpildim bende, diğer arkadaşlarım gibi. Çok iyi insanlar tanıdım. Eee ne demiş büyükler, yiğidi öldür ama hakkını yeme. Doğrusu bize çocukları gibi baktılar. Güneşin olmadığı günler güneşim oldular. Tabiri caizse annem, babam oldular.
Ama bir gün başka insanlar geldiler. Birden bir kıyamettir koptu. Etim kemiğimden ayrıldı sanki. Yarım yaprağın dediğine göre korkudan bayılmışım.
Kendime geldiğimde, mahşeri bir kalabalık her yanımı sarmıştı. Bir ayindi sanki gördüklerim. Sonradan öğrendim ki pazar dermiş insanoğlu bu yere. Ve insanoğlu, pazarda her meta gibi bana da değer biçip, beni de satmıştı. İlk başta şaşırsam da yaşadıklarıma, bir insanın bir insanı satmasına şahit olduktan sonra, tabiri caizse hayret yeteneğimi kaybetmiştim.
Çok uzun süre aç ve susuz kaldım. Tekrar karardı gökyüzüm. İnsanoğlunun tabiri ile bitkisel hayata girmiştim.
Gözlerimi açtığımda geceydi (eminim) ama bir ışık vardı, daha soğuk ve sönük güneşe nazaran. Tamam dedim, artık o eski güzel yakındır. Dert, keder yok bundan gayrı. Ben bunları düşünürken bir el kavradı beni ve bıraktı tekrar. Soğuk bir demirle buluştum ama önceden gördüklerime benzemiyordu, belli ki ona da insan eli değmişti. Sesler geliyordu, korkmaya başlamıştım. Hasret kaldığım sevgilim, ilk aşkım suydu gelen.
Su, sıcak ve kaynardı. Önce direndi çay, salmadı kendini. Bununla baş edebilirdi. Ne de olsa ne fırtınalar ne seller atlatmıştı. Sonra tek damla su. Hayır hayır su değildi bu. Emindi kendinden.
Tek damla gözyaşı, tek damla hayat. Direnmekten vazgeçti çay. Sonra ne mi oldu. İçi dışı bir dost, sarmaladı beni. Ateşimi ateşi belledi o da ısındı demir gibi. Sonra bardağı tuttu, beni tutan eller. Sanki bana da dokunuyordu gözyaşının sahibi.
Yavaşça dudaklarına yaklaştırdı ve bir sevgili gibi usulca öptü yanağımdan. Ve elleriyle, dudaklarına bir tebessüm kondurdu. Bir hilal gibi kıvrıldı dudaklar. Şimdi hem ağlıyor hem gülüyordu sanki.
Gülümsemesi bile ne kadar acılı
Sanki gözyaşları dudaklarından
-Attila İlhan
Gözyaşının sahibi gözler, uzak yerlere bakıyordu şimdi. Ve sessizlik dokunulmaması gereken bir emanet gibi dağıldı her yere. Nefes alışlarımı duymaya başladığım anda bir ses işittim. Sessizliği perçinleyen bir ses.
Demirde biraz soğukluk
Azıklarda gam, yüreklerde acı
Çaylarda dem üstüne dem
Hayattan dem alamayanların
Çayı demli içme sevdası bu
Sanki uzaklardan beklediği birisi vardı. Gelmeyeceğini bildiği halde beklediği biri. Beklemenin en zor olanı. O an anladım, insanoğlunun yazgısıydı bu.
Ve çay çektiği onca sıkıntının nedenini anladı belli ki kolay olmuyordu, bir gözyaşına tuz olmak. Kolay olmuyordu bir insanın acısını, susarak paylaşmak.
(2) = Soğuk Bir İntihar – ekşi sözlük
1) Bir Çayın Hikayesi: Dem
Yapacak bir şey yoktu biz de çayın demini artırdık. Sanki sonuna ulaşmak için çekip durduğumuz koca bir yumaktı yollar, demi artırırsak çabuk biter sandık. Hani hep bir köşe vardır ya, gözler durur insan çıkıp gelsin diye ansızın beklenen. Sanki orada kaybolursa bakışlarımız, zaman koşmaya başlar sandık güzel günlere. Çay dedik yandı, kavruldu, ta şuramız gibi. Bundandır yağmurlarımıza katışımız çayı. Sönsün isteriz yangınları onun da. Bir kıvılcım ondan bir kıvılcım bizden eksilsin isteriz, biraz da zamandan. Ellerinize, yüreğinize sağlık. Yüreğimize dokundunuz.
Asıl sizin yüreğinize sağlık. Bir yazı da anlatmaya çalışıp da anlatamadığım şeyi bir paragrafla anlatmışsınız. Hem de o kadar zarif ve içten. Teşekkür ederim.