İnsanoğlunu diğer varlıklardan ayıran belki de en önemli özelliği merak duygusudur. İnsanlar merak sayesinde bilim yaparlar. Tabii ki bilim yapmanın ihtiyaç yönü de vardır ama asıl önemli olan merak duygusudur. Aynı bunun gibi, insanlar geçmişlerine duyduğu merak ile tarih öğrenirler. Tarih, insana sadece geçmişini öğretmez. Geleceğini de öğretir.
Burada ince bir nokta bulunmaktadır. Tarih insana geçmişini öğretir ve her ciddi tarih okuru geçmişini okuyup anlayabilir. Lakin geçmişi öğrenip geleceği kurgulama ve planlama sadece “okur” niteliği ile olamaz. Aynı zamanda “düşünür” niteliği de gerektirir.
Tarih süreci içinde öyle olaylar vardır ki size küçük görünebilir. Bu küçüklük sizin algılamanız ölçüsünde küçüklüktür. Olaya kendi zamanınızın mantığıyla bakıyor olabilirsiniz. Veyahut geniş bir açıyla bakmıyor da olabilirsiniz. İşte bu tip hatalar sizi yanlış bir tahlil ve sonuca götürebilir. Tarihte asıl olan, olaylara yaşadığımız dönemin gözüyle değil, incelediğimiz konunun kendi dönemindeki şartlara göre bakabilmektir.
Bu sefer size küçük gibi görünebilecek ama -bana sorarsanız- büyük olan bir olaydan bahsedeceğim. Yazacağım olaylardan ziyade size farklı bir bakış açısı sunmak istiyorum.
Osmanlı’da Divanı Hümayun’da bulunan sınıflardan birisi Kalemiye sınıfıdır. Bu sınıf diplomasi ve mali işlerden yani defter işlerinden sorumludur. En yetkilisi Nişancıdır ve Divandaki kararlara padişahın tuğrasını çekmekle sorumludur.
19.yüzyılda, Kalemiye sınıfından olan Divan-ı Hümayun Başkatibi Sada Efendi vefat edince yerine Hasip Efendi atandı. Lakin maaşı arttırılmıştı.
Hasip efendi: “İş, bir öncekiyle aynı, fazla maaş alamam” diyordu. Israrlara karşı da “olmaz” cevabı veriyordu. Hazinede darlık olduğunu biliyordu ve fazla maaş alırsam hazineyi zarara uğratmış olurum diye düşünüyordu.
Bir gün Hasip Efendi’nin evi yandı ve Keçecizade Mehmet Fuat Paşa hemen vakıflardan bir ev tahsis edilmesini söyledi. Lakin Hasip Efendi “hazinenin darlığı” ve “vakıf hakkı bende kalır” düşünceleriyle bu teklifi reddetti.
“Osmanlı Devleti’ni Hasip Efendi ayakta tutuyordu.”
Hasip Efendi ve onun gibi insanların ayakta tuttuğu Osmanlı Devleti, onların sayesinde bir müddet daha ayakta durabildi. Belki de bu ayakta durma ve son çırpınışları uzatma, münevverlerin yetişmesine olanak sağladı.
Küçük gibi görünse de her doğru yapılan iş Osmanlı’nın sonunu biraz daha uzattı, biraz daha uzattı. Ve hem siyasi hem fikri hem de askeri yönden İstiklal Harbi’ni yapacak kadroların gelişebilmesine, yetişebilmesine zaman tanıdı.
Ve böylece Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.
Doğrular ile yanlışlar ve azınlıklar ile çoğunluklar herzaman birbirlerine paralel giden şeyler değillerdir. Azınlıklardan ve çoğunluklardan ziyade bir birey olarak siz, yaptığınız iş ne olursa olsun onu doğru ve düzgün yapın. Çorbaya bir tuz tanesi atmış olmanız gözünüze küçük görünebilir, lakin çorbanın tadını düzeltecek olan o attığınız tek tuz tanesi niye olmasın?
Bir tarafta hazineyi dara sokmamak için reddedilen para ve diğer tarafta Türkiye Cumhuriyeti…
Günümüze Yansımalar Yazı Serisi:
1) 1.Abdülhamit’in Ölüm Nedeninin Günümüze Yansımaları
2) Yugoslavya’nın Dağılmasının Günümüze Yansımaları
3) Takiyüddin Rasathanesi’nin Günümüze Yansımaları
4) Hasip Efendi’nin Maaşı ve Günümze Yansımaları
Herkesin Hasip Efendi gibi düşünmesi dileğiyle…
özellikle günümüzde ne kadar zor olsa da doğru yaşayabilmek..doğrularımızdan vazgeçmemeli ve emin adımlarla yol almaya devam etmeliyiz..tarihin bilinmeyen, küçük hikaye olup da büyük anlamlar içeren bu güzel yazıların devam etmesi umuduyla..kaleminizin mürekkebi hiç bitmesin:)
Güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim, sağolun 🙂