Adı Şükran’dı. Ayşekadın durağında rastladım ona. O günün benim için kısacık da olsa bambaşka bir hayat gibi olacağını bilemezdim ona rastlayana kadar. Soğuktan titreyerek otobüs bekliyordum. Yanıma başka bir genç kız daha geldi. Bir de az önce kaçan bir otobüsün yolcusu bir abla. Abla diyorum tanımıyorum ama bir sıcaklık dolmuştu içim onu görünce. Bana yolumu bulmamda yardım edeceğini nereden bilirdim ilk görüşte. Kendimi çaresiz, üzgün şaşkın hissettiğim anlarda Tanrı’ya şükür bana hep meleklerini gönderirdi. Ablanın adı Melahat’mış. Beraber Marmaray’a giderken sordum. Kurtarıcı meleğim Melahat abla. Çok içtendi. Bir seminerden çıkmıştım. Cebimde minibüs paramın bile olmadığını söyleyemeyeceğim bir topluluğun içinden. Oradaki insanlara imrenmiştim. Benim senelerdir görmediğim çok sevdiğim hocamın çevresinde pervane olmuşlardı. Seminer bittiğinde oradakiler üçer beşer hocamın kitaplarını aldılar. Bir an çok özenerek baktım. Zavallı bir kedi yavrusu gibi hissettim kendimi. Sonra tüm cesaretimi toplayıp hocama bana kitabı hediye etmesini rica ettim mahcup bir gülümsemeyle. O da tabii ki dedi hiç ayıplamadı beni. Kim inanırdı ki halime 37 yaşındaydım ve cebimde beş kuruşum bile yoktu. Ama gerçek buydu. Ben hayatın tokadını yiyenlerdenim. Nasıl anlatabilirdim hocama. Utandım bu halimden. Daimi mutsuz ve parasız ne kadar çabalasa da ışığı yakalayamayandım ben. Bipolar olmayı ben seçmedim. Fakat kaderin bana torpili yoktu. Beni asıl utandıran hocamın sürekli yanında gezen onun yetiştirdiği muhtemelen hayatında hiç bir zorluk görmemiş -ağzında gümüş kaşıkla doğmuş -Esra’nın hakkımda hiç bir şey bilmediği halde “Siz mi ödemediniz?” diyerek insanların içinde beni kocaman egosuyla ezmesiydi. Nasıl oluyordu ki benim biricik hocam böylesine ukala ve insana saygısız birini yanında yetiştiriyor ve onunla anlaşabiliyordu. Oradan hızlıca uzaklaştım ve çıktığımda bir banka iliştim. Biraz soluklandıktan sonra çevredekilere sorarak caddeye çıkıp otobüs durağını buldum. Otobüs beklerken ağlayacak gibiydim boğazım düğümleniyordu. Benim gibi bipolarsanız eğer üzüldüğünüzde birden her şeyi unutursunuz. Bu dünyadan değilmiş gibi bir uzaylı oluverirsiniz o anda. Hikayemin asıl kahramanı Şükran’ı unutmadım tabii. Bir anda otobüs durağına geldi. Adını bilmiyordum aslında yanıma birdenbire çöreklenen iki kara ruh konuşurlarken duydum. Mendil satarmış buralarda. Üstü başı eski püskü ama temizdi. Gürbüzdü ve güzeldi. Vurdumduymaz, asi gözüken koca bir yüreği vardı umarsızca gülümseyen. Başındaki beresiyle öyle tatlıydı ki. Sanki çiçektendi aklı kalbinin şarkısını söyleyen İstanbul sokaklarında… O içten gülümseyiş bütün hüznümü götürdü bir anda. Günahsızlar birbirini tanır. Meczuplar da. Yanımdaki iki kara ruh tekrar konuşmaya başladılar. Bir mendilci alt tarafı nereye gidiyor ki? Onlara baktım ama hiç utanmaları yoktu insan kılığındaki şeytanların. Rahatsız bile olmadılar. Onlara neydi günahsız Şükran’ın nereye gittiğinden? İstanbul ne acımasız bir şehirdi bizim gibi günahsızlar için. Kurtarıcı meleğim Melahat abla olmasa karışan aklımla yolumu bulamayacaktım. Ve birdenbire karşıma Şükran çıkıp bana İstanbul’un inatçı, dimdik, gülümseyen yüzünü göstermese aydınlanmayacaktı ruhum. İyi ki karşılaşmışız İstanbul’un Kadere İnat Gülümseyen Kalpler durağında. Şükran bana o gün İstanbul’un sır perçemli yüzünü göstermişti. Asıl yaşanmışlıklar ve mücadeleler onun tertemiz kalbinde ve gözlerindeydi. Uçurtmamı kaybettiğim anda Şükran bana gözleriyle gökyüzüne gülümsemekten vazgeçme demişti.
Hayatın adil davranmadığı fakat yaşama inadına gülümsemekten vazgeçmeyen kalplere ithaf edilmiştir.
Yazar: Deniz Güneş
Bu yazı, Evde Kal Türkiye Parlak Jurnal Yazı Yarışmasına katılmış olup yayımlanmaya değer görülmüştür.
Elinize sağlık. Katılımınız için teşekkür ederiz.
Çok teşekkür ederim. Bu yarışmaya katılmak ve daha yeni kısa öykü yazmaya başladığım halde begenilip yayınlanmasi beni çok mutlu etti.