Şu diyarı gurbet elde,
Şen değil gönlüm şen değil.
Aman kimse bilmez ahvalimden,
Şen değil gönlüm şen değil.
Âşık Nesimi’nin eserini Arif Sağ hocadan dinlemenizi salık veririm.
.
.
Üçüncü nesil kahve dükkanları, rustik tabelalar, barlar, chester koltuklar, deri berjerler, mermer masalar, endüstriyel iç mekanlar, rengarenk fincanlar…
Onlarca farklı demleme ekipmanı, ekspresso makineleri, çekirdekler, öğütücüler, hipster baristalar, alışılmadık lisanlar…
Her yerdeler!
Ara sokaklarda, işlek caddelerde, alışveriş merkezlerinde, rezidanslarda, kimi kamu kurumlarının yerleşkelerinde, üniversite kampüslerinde…
Orantısız talebe karşılık orantısız arzın sonucu, her yerdeler!
Tepkimi çeken sayıları değil. Tepkimi çeken; mitoz bölünen dükkanların ekseriyetinin nitelikli kahveden bihaber olması, kahve kültürünü ayaklar altına alması. Söz konusu yolun yolcusu bir avuç insanın gayretini, çabasını boşa çıkarması.
Yıldım!
Bundan mütevellit okuyacağınız satırlarda farklı bir kavramın üzerinde duracağım. Nitelikli kahveyle benzer sonu yaşayan kavram. Hesapsız talebin hesapsız arzla karşılık bulması sonucu içler acısı hal alan kavram.
Müzik!
Sorarım:
Son on yılda elle tutulur kaç albüm yapıldı? Kaç şarkı yazıldı? Kaç beste yapıldı? Yeni eserler derlendi mi? Kaç eser notaya alınıp arşivlendi? TRT Ankara Radyosu ne alemde? Ya İstanbul Radyosu?
Günümüz müzik üretimi şu şekilde: Popüler Müzik (Pop Müzik) adı altında, kabiliyetli aranjörler -ve dahi teknoloji- vasıtasıyla enstrüman çalmaya gerek kalmadan şarkılar yapılıyor. Şarkıcıların söylediği on, on beş kanal cümle yazılım marifetiyle kesilip, biçilip, birleştirilerek dört dakikalık bir “şey” piyasaya sürülüyor. Sonrası, satın satabildiğiniz kadar. Nitelikli üretimin peşinde olan yok. İyi şarkılar iyi şarkıcılar, sanatçılar eskide kaldı. Çok eskide. Vahim! Genç kuşağın kulakları bunlarla doluyor. Zihinleri bunlarla kirleniyor. Müziğin esas sahiplerini kimse tanımıyor, bilmiyor. Merak etmiyor. Herkes önüne koyulanı tüketmekle yetiniyor.
İlgi alanım olan Türk Halk Müziği’ni ele alalım. Kaç kişi Âşık Nesimi’yi duymuştur? Dâimi’yi, Beyhâni’yi? Ali Ekber Çiçek’i, Yücel Paşmakçı’yı, Nida Tüfekçi’yi, Muzaffer Sarısözen’i? Günümüze yaklaşalım. Kaçımız Mehmet Erenler’i, Arif Sağ’ı, Erdal Erzincan’ı, Çetin Akdeniz’i bilir? Müziğin esas sahibi bu sanatçılardır. Dinlediğiniz, söylediğiniz birçok eser bu sanatçılar ve öğrencileri sayesinde topluma kazandırılmıştır.
Adını andıklarım ve sonraki yazılara bıraktıklarım… Bu beyefendiler, hanımefendiler halk sanatçısıdır!
Bakınız Muzaffer Sarısözen “Ankara Devlet Konservatuarı Derleme Gezileri” ile Cumhuriyet tarihinin en büyük müzik organizasyona imza atmıştır. Ekibi, talebeleriyle birlikte Anadolu’yu karış karış gezip yaklaşık 10.000 eseri notaya almıştır. TRT arşivine kazandırmıştır. Yıllarca -dillere destan- Yurttan Sesler Korosu’nu yönetmiş, yüzlerce müzisyen yetiştirmiştir. Yine, Ali Ekber Çiçek 400’ü geçkin eseri derlemiştir. Arif Sağ onlarca türkü yazmış, bestelemiş, kendi metodu ile yüzlerce talebe yetiştirmiştir. Bugün dijital platformlarda, televizyonlarda, radyolarda çalınan eserlerin çoğu eski toprakların gayretiyle var olmuştur. Onların alın teriyle…
Gerçek müziğin peşinden koşmak, araştırmak, öğrenmek, öğretmek onlara en büyük teşekkürümüz olacaktır.
Ve, niteliksizi tüketmemek. Yok etmek!
Göçenlerin mekanı Cennet olsun, yaşayanlar var olsun!
İyi dinlemeler!
Efendim,bendeniz bir halk ozanının torunu olarak haklı serzenişinize sonuna kadar katılıyorum.Değişen zaman ve mekâna,gelişen teknolojiye iştirak eden mevzubahis neslin bu şâhânelerden bihaber olduğu kadar bigâne olduğunu da eklemek isterim.Sazın her türündeki tınının efsunkârlığına erişemeyen, kulaklarını tıkayan,güftelerdeki derûn anlamın derinliklerine destursuz dalan birçokları var.Bunda niteliksiz tüketimin olduğu kadar var olanı niteliksizleştirmeye yönelik pespaye girişimlerin de rolü büyük.
Misâl cânım dilimiz Türkçeyi katledip tarumar eden bir güruhtan türküleri anlayıp,türkülerle hemhâl olmasını-şahsım adına söylüyorum-beklemem.
Misâl Türk dili ve edebiyatını yalnızca ders zanneden bir gençlikten bağlama,tanbur,ud çalmayı hattâ bırakın efendim çalmayı bunları tanımalarını bile beklemem.
Misâl günümüz hodbin kültürüne karşı sadece avam kitaplar okuyarak kendini medenî hâle yükseltmeye çalışan erkândan Itrî’yi,Cemil Bey’i,Dede Efendi’yi bilmesini beklemem.
Misâl halk müziğini,sanat müziğini ve klasik mûsikîyi kırk yaş üstü olgun insanlara atfeden 21. yüzyıl kuşağından Aysun Gültekin’i,Nesrin Sipahi’yi,Kânî Karaca’yı dinlemesini beklemem.
İsmini zikrettiğim bu zât-ı muhteremlere ve evvelden giden ahbablara selâm olsun,rahmet olsun.
Özetle Sayın Yazar,keşke “niteliksiz” sıfatını sadece kahvede bırakabilseydik.”Kötü yapıyorlar cicim,becerememişler işte,başka yerden alırız.” der geçiştirirdik.
Korkarım ki bu sıfat şu anki zamana,mekâna,kişiye ve topluluğa müstahak!
Lâkin yine de şükür ki bu bercesteleri keşfedip baş üstü yapan,türkülerin değerini anlayıp dile getiren,halkı kahve misali uyandırmaya çalışan yazarlar var.Var olsunlar.
Haddizâtında gevezelik ettim,kusura bakmayınız.Kaleminize sağlık,nitelikli dinlemeler.
Yaşayınız hanımefendi! Kıymetli katkılarınız için teşekkür ederim.
Türk kahvesinin üstüne krema sıkıp kalp yapan aptallar gördü bu gözler… Maalesef değer, eder, kıymet ve köpük hepsi birbirine karıştı ne ne köpük ne de değeri gençler bilmiyor. sert bir yorum olacak ama 2000 sonrası doğan nesil büyük oranda krema köpük peşinde