Her ne kadar ortaokul, lise ve üniversite kurumları farklı şeylermiş gibi gözüküyorsa da aslında bunlar sistemsel olarak aynı şeylerdir. Ortaokuldaki öğrenci okula gider, derslerine girer ve bir üst basamağa geçmesi için gerekli olan sınava çalışır. Lisede durum yine aynıdır. Derslere girilir, sınavlara çalışılır, dershanelere gidilir vesaire… ve bir üst basamağa geçmek için gerekli olan sınava çalışılır… Hedef budur, başka bir hedef yoktur. Ha keza üniversitede de durum böyledir şuanda Türkiye’de.
Bu konuşma bir podcast olarak yayımlandığı için burada okuduğunuz döküm yazı diline uygun olarak düzenlenmemiştir. Podcasti aşağıdan dinleyebilirsiniz…
Her ne kadar bazı bölümların mezuniyet sonrası sınavı olmasa da amaç mezun olmaktır. Yani dersleri verebilmektir… sınavları geçebilmektir. Eğer diyorsanız “tabi ki amaç mezun olmak olacak”, tam olarak öyle değildir aslında dünyadaki üniversitelerdeki amaç. Ancak bugün biliyoruz ki mesela Türkiye’de kaliteli bazı ortaokul ve liselerde öğrenciler derslerin dışında da bir şeyler yapıyorlar ve bunların sonuçları çok iyi oluyor. Mesela bazı ortaokullarda çocuklara bilgisayar bilimi ile ilgili şeyler öğretiliyor. Nasıl kodlama yapılabileceği ile ilgili şeyler, nasıl robot yapılabileceği ile ilgili şeyler öğretiliyor, yurtdışına geziler düzenleniyor, müzelere geziler düzenleniyor… Bu sistemin dışarısında bir şey ama bu bir sistem başarısı değil, bu okulların bireysel başarısı. Ben bu bireysel başarılardan bahsetmek istemiyorum, yani ben sistemi konuşmaya çalışıyorum. Yani, bakın bu aslında, bu eğitimin çok önemli bir parçasıdır ama bu sistemin dışarısına çıkabilen okul sayısı çok az bizim ülkemizdee. Ha keza liselerde de durum aynı. Yani tek amaç üniversite sınavına hazırlanmak ancak hadi bunları göz ardı edelim ve üniversitelere bakalım.
Şimdi, üniversite dediğimiz yer aslında bilimin üretildiği ve bir inovasyonun yapıldığı yerlerdir. Ama Türkiye’de üniversiteler sanki lisenin devamı; lise 5, lise 6, lise 7, lise 8 gibi bir yere dönüşmüş durumda. Birçok üniversite böyle, çok nadirleri dışında. Yani üniveristeye giden öğrenciler yalnızca sınavlarını verip mezun olmaya çalışıyor ya da ben kendi alanım olduğu için biliyorum, bir tıp fakültesi öğrencisinin tek amacı derslerini geçmek ve vakti geldiğinde TUS’u kazanmak. Ama üniversite bu mudur? Bu insan üniversite döneminde nasıl bilim üretileceğine dair bir şey öğreniyor mu? Sistemin dışarısında bir şey yapıyor mu? Üniversitenin temel mantığına uygun bir şey yapıyor mu? Bir dershanenin ötesinde ne yapıyor? Fazla bir şey yapmıyor, ben size onu söyleyeyim. Çünkü sistem bize bunu gösteriyor ve sistemin dışına çıkamıyrouz. Peki sistemin dışına neden çıkamıyoruz? İşte bugün konuşmaya çalıştığım mesele bu mentorsuzluk sendromundan dolayı ortaya çıkan bir problem. Çünkü Türkiye’deki öğrencilere gerek tıp fakültesi gerek mühendislik gerek sosyoloji öğrencisi olsun hiç fark etmez, yol gösteren insanlar yok.
Şimdi bir örnek verelim, tıp fakültesinden başladık oradan devam edeceğim. Bir 2. sınıf tıp fakültesi dersi hayal edelim, hadi fizyoloji dersi olsun. Hoca amfiye girdi diyelim bilgisayara yönelir slaytı açar, okur, anlatır, her neyse, ders biter. Ders bittikten sonra eğer hoca eğitime ve öğretime hevesli biriyse dersi gerçekten anlatmıştır ve öğrenciler memnun kalmıştır, genelde bu böyledir. Dersin sonunda bazı hocalar ender de olsa bir takım kitaplar veya makaleler önerebilirler. İşte bu bir tıp fakültesi öğrencisi için hocanın makbul olduğuna dalalettir. Tabi aslına bakarsanız bu bir yol gösterme metodurur ama bugün konuşmak istediğim yol göstermenin anlamını karşılamıyor bu aslında. Ha bu arada şunu da parantez içerisinde söylemek isterim. Aslında bir hocanın önerdiği… bir kitap önerebilmek bir makale önerebilmek çok zor bir şeydir. Türkiyede ne yazık ki bu konuda da ciddi bir sıkıntı var. Bir öğrenciye makale önermek zordur, o makaleyi anlayabilecek mi o öğrenci, onu anlayabilmek pedagojik olarak çok zordur. Öğrencilik döneminde makale okuyan insanlar ne demek istediğimi çok iyi anlıyorlar şuanda. Bir öğrencinin makaleyi anlayamaması çok genel bir şeydir. O makale ya çok kötü bir dille yazılmıştır, yani makale çok kötü de yazılmış olabilir ve sadece o alanda usta olan adam anlıyor olabilir ya da makale çok teknik bilgi içeriyor ve bu sebepten de yalnızca o konuda uzman insan onu anlıyor olabilir ama öğrencinin seviyesinde ve öğrencinin öğrenmesi gerekenleri veren makaleyi önerebilmek ve bulabilmek gerçekten zordur. Ve bu konuda ne yazık ki Türkiye’de bir problem var. Öğrencilere yol gösterebilen insanlar bile, yol göstermeye çalışanlar bile bunu çok yanlış yapıyor. Yine fizyolojiden başladık, oradan devam edelim…
Mesela çok klasik bir şey vardır, fizyoloji hocası gelir, der ki “arkadaşlar lütfen Guyton Fizyoloji okuyun, yaz tatilinde Guyton Fizyoloji bitirin. Bu felaket bir tavsiyedir bana göre. Benim hayatımda duyduğum en kötü tavsiyelerden bir tanesi budur bence bir tıp fakültesi öğrencisi için… siz ne düşünüyorsunuz bilmiyorum… Ama bana kalırsa bir uzmanlık dalının textbookunu bir öğrenciye önermek kadar yapılacak büyük bir hata yok. Çünkü öğrenci onu alır, okur 20-30 sayfa, veya çok sıkılır ya hiçbir şey anlamaz ve bıkar, bu böyledir. Ya da çok heveslidir, çok meraklıdır hepsini okumaya çalışır ama fazla bir şey anlamaz ve anlamadığının da farkında olmaz. Bir süre de isteyen bir şeydir, bu kitabı baştan sona okumak öğrenmenin yolu değildir ki niye üniversite var o zaman? Ve bunu ne yazık ki hocalarımız algılayamıyor çünkü onlara da vakti zamanında hocaları bunları önermişti, başka hiçbir şey önermemişti. Yani özetle parantezi kapatırken bir kitap veya makale önermek bile bir sanattır ve önerilen yanlış bir kitap, yanlış bir makale aslında öğrencilerin kendi heveslerini de kırmaktadır. Bunun farkında değil birçok hoca, öğrenciler bile farkında değil. Her neyse..
Ama benim bugün konuşmaya çalıştığım mentorluk ya da yol gösterme ya da yol gösterememe bu değil. Bu yine sistemin içerisinde bir tavisye. Bir çok hoca hatta bunları sınavlarda daha başarılı olun diye öneriyor, benim kastım sistemin dışarısı. Benim kendi alanım tıp olduğu için bu alandan örnek vermeye devam edeceğim ancak bu söylemlerimin diğer fakültelere de uyarlanabileceğini düşünüyorum ve uzaktan gözlemlerim de bunu bana hissettiriyor. Şimdi bir hoca gerçekten mentorluk yapmak istiyorsa müfredatın dışarısına da yol açabilmeli. Mesela bir fizyoloji hocası size gelip nasıl makale okunduğunu öğretmesine yönelik bir müfredata sahip değildir. Sınavda bunu da sormaz ama bir hoca bunu öğretiyorsa ya da bu konuda hevesli öğrencisini fark edip bunu öğretmeye çabalıyorsa işte buna mentorluk denir. Bir makale nasıl okunur, bir makalenin türleri nelerdir, bir makale türünden ne öğrenilir ya da ne öğrenilmez? Klinik çalışma ne demektir, kanıta dayalı tıp ne demektir; kanıta dayalı tıp ki bizim hocalarımızın bile çoğu bilmiyor özellikle televizyona çıkanlarda bunu çok görüyoruz. Ya da öğrenmiş ama ne anlama geldiğini öğrenmemiş, ezberlemiş ve ne anlama geldiğini fark edememiş. Çok iyi hatırlıyorum, birkaç yıl önce bir tivit görmüştüm, bir tane hoca artık bundan o kadar illalah etmiş ki bütün hocalara kanıta dayalı tıp dersi vermek istiyorum diye bir tivit atmıştı… Gerçekten öyle, kanıta dayalı tıp nedir bunu öğrenciye öğreten hoca çok yok, çünkü bu müfredatta da yok. Ya da varsa da daha çok ne olduğunu anlatmaya yönelik değil…
Ama bununda ötesinde bir deney nasıl yapılır? Tıp fakütlesi müfredatında böyle bir şey yok, siz heves edeceksiniz, bir de gidip sorduğunuz hoca da heves edecek. İkincisi daha ender onu söyleyeyim. İkincisi çok ender, hatta bir çoğu sizi yapmama üzerine demoralize eder, bu böyledir yani. Çok örneğini yaşadım oradan biliyorum, sallamıyorum…
Ondan sonra, makale nasıl yazılır? Bu da çok önemli, bunları bilmiyor kimse. Ama bunları da geçiyorum tekrardan deney yapmaya dönelim. Bir labda çalışmak… bir klinik çalışma nasıl yapılır? Bir klinik çalışmaya öğrencisini dahil eden hoca var mı, çok azdır bu. Ona bir şey öğretebilmek için yani. Bakın dünyada bu işler böyledir, bazen bazı yerlerde bilerek çok tecrübesiz insanlar çalışmaya dahil edilir ki çalışma içerisinde öğrenebilsin. Yani bu bir usta-çırak ilişkisi içerisinde öğrenilebilecek bir şey. Sadece karşılıklı katkı gözetirseniz hiçbir öğrenciyi hiçbir şeye katamazsınız, çünkü öğrenci daha öğrenememiştir. Onun ötesinde, şunu diyen hoca var mı: “Ya kardeşim sen şu konuda ilgilisin, bak dünyada şöyle bir sosyete var, buna kayıt ol; şöyle bir eğitim program var, şuraya kayıt ol; şöyle bir dernek var, şuraya kayıt olmayı düşünebilirsin; bizim hastenemizin şöyle bir gönüllülük faaliyeti var, buna dahil olmayı düşünebilirsin; şöyle bir internet sitesi var, buraya kayıt olup şu dersleri öğrenmeyi düşünebilirsin”… “Aa senin şu konudaki ilgin çok hoşuma gitti, bak ben şu üniversitede şu hocayı tanıyorum, onun yanına gidip benim ismimi de söyleyerek çalışmaları izlemek isteyebilirsin”. Bunu diyen var mı? Mentorluk budur işte. Yok. İşte mentorsuzluk sendromu bundan kaynaklanıyor, işte bundan dolayı bizim öğrencilerimiz tıp fakültelerinden örnek versem de bütün fakültelerde uluslararası anlamda işler çıkarmakta çok zorlanıyor. Bugün Türkiye’nin bir Nobel ödülü var mı bilim açısından? Aziz Hoca bizi gayet mutlu etti ama Aziz Hoca’nın başarısını Türkiye’ye mal edebilmek mümkün mü? Kesinlikle değil. Aynı şekilde kovid aşısı için, bu Almanya’nın başarısıdır. Gerçekten Türkiye’deki kurumlardan çıkabilmiş bir Nobel ödüllü bilim adamımız olacak mı? Bence yakın dönemde olmayacak. Çünkü üniversitelerimiz sistemin içerisine sıkımış ve bu sistem de yalnızca sınav geçmek üzerine kurulu. Sistemin dışarısına uluslararası anlamda başarılar elde etmeye ve bilim üretmeye yönelik bir sistem yok. Ve bunun birçok insan farkında değil. Hocalar da öğrenciler de. Bu sistemsel sorunu çözmemiz gerekiyor.
Her neyse, şimdi demek istediğim şu, ben yalnızca bir sistem eleştirisi yapmaya çalışmıyorum. Benim buradaki amacım şu, madem ki sistemi çözemiyoruz, ne yapabiliriz? Sistemde bir sorun olduğunu önce bir fark etmek lazım. Şuandaki eğitim sistemimizde, bilhassa üniversiteleri kastediyorum, üniversite bizi dersleri geçmek ötesinde bir şeye teşvik etmiyor bunun farkına varmak çok önemli. Bunun farkına varamazsınız sistemin içerisinde kalmaya mecbursunuzdur. İki, uluslararası açıdan akranlarımız ne yapıyor, bunun farkına varabilmek. Ama şu açıdan, şimdi bir mühendislik öğrencisi, Amerikadaki mühendislik öğrencisi veya Avrupadaki aynı seviyedeki öğrenci ne yapmış? Yalnız derslerini mi geçiyor yani? Yalnızca ev ödevi mi yapıyor, ne yapıyor başka? Çok fazla şey bulacağınızı biliyorum. Aynı şekilde tıp fakültesi öğrencileri. Bu kadar fazla şeyi nasıl yapaibliyorlar biz sadece ders çalışıp, TUS çalışıyoruz. Ama burada şunu da fark etmek çok önemli. Bugün Türkiye’deki ceşitli problemler neticesinde birçok insan, tıp fakültesindeki insan, yurtdışındaki bir asistanlığı kazanmak istiyor. Almanya’da ya da İngiltere’de ya da Amerika’da bu arkadaşlara baktığımızda kendilerinin birçoklarının uluslararası açıdan kendi akranları ile aynı seviyeye gelebildiğini görüyoruz. Aynı onlar gibi sistemin dışarısında birçok şey yaptığını görüyoruz. Demek ki ikinci anlamamız ve bilmemiz gereken şey sorunun bizim beynimizde olmadığı. Herhangi bir ülkenin, milletin toplumundan daha az zeki yada daha çok zeki değiliz ama sistemde ciddi bir sorun var. Bir; bir sorun var, iki; bu sorun bize ait değil, sisteme ait. Üç, size yol gösteren, sizin en sevdiğiniz öğrencilere en faydalı olduğunu düşündüğünüz hoca bile aslında iyi yol gösteremiyor. Bunu bilirseniz, bu üç şeyi bilirseniz, şunu fark edip şunu yapmak için kendinizde enerji bulacaksınız: Ben kendimi nasıl geliştirebilirim? “Bunu kendim öğrenmem ve araştırmam gerekyior.” Bunu demeye başladığınz an dünyada milyonlarca fırsat bulacaksınız, milyonalarca grup, milyonlarca araştırma ekibi, milyonlarca gönülülük etkinlikleri, milyonlarca eğitimi faaliyetleri, kaynaklar… Bunları bulacaksınız ve büyük ihtimalle zaten hayıflanacaksınız “ben niye bunu bu kadar geç buldum” diye. Bunu bulmak çok zordur ha onu söyleyeyim. Dünyada milyonlarca şey var ama bunları bulabilmek de kolay değildir bizim gibi mentorsuzluk sendromu yaşayan ülkeler için. Ben bunu fark ettiğimde baktım akranlarıma, Amerikadakilere özellikle, çünkü bunlar çok fazla sistemin dışarısında işlere dahil olmuşlardı. Bunu nasıl yapıyorlardı onu anlayamadım ben, ben yapamadım onlar nasıl yaptı… sonradan şunu gördüm: Bu adamlara yol gösteren insan sayısı çok. Sistem, sistemin dışarısına çıkılması için bir teşvik içerisinde kurulmuş. Bu önemlidir.
Yani yurtdışındaki insanlar sadece ilgi duyduğu için yapmıyor. Bir de böyle çok büyük bir yanılgı var. Birçok televizyon programında ya da kitaplarda bunu duyarsınız, “ilgi duydu”… Ya ilgiyi nasıl duydu, bir şeye ilgi nasıl duyulur? Bir şeye ilgi doğuştan duyulmaz her zaman. Bence bu en ender ilgi çeşitlerinden birisidir. Bir şeye ilgi duymak için ona maruz kalmalısınızdır, o konu hakkında bilginiz olmalıdır. Yani durup dururken bir tıp fakültesi öğrencisi laboratuvara ilgi duyamayabilir. Onu bir bilmelidir, ne olduğunu bir görmelidir. Ya da sistemin dışarısındaki etkinliklere ilgi duymak da aynı şekilde.
Mesela bir örnek vereyim, ben uzun yıllardır gitar çalıyorum ama ilk gitar kurşuna gidişimi çok iyi hatırlıyorum, ailem beni zorlamıştı. İlk 3-4 ay benim için eziyet gibi geçmişti. Ama daha sonra o kadar sevdim ki şuanda çok minnettarım. Ama beni zorlamasalardı, benim bu konuda bir ilgim olmayacaktı. Ya da kitap okumak da öyledir. Yani bir çocuk durup dururken kitap okumaya heveslenemeyebilir, çoğu zaman heveslenmez zaten. O çocuk ya zorla kitap okumalıdır biraz ya da ebeveynleri ona kitap okumalıdır sesli bir şekilde yani. Bu çocukta bir ilgi uyandırmaya başlar çünkü biraz maruz kalmalısınızdır. Aynı bu şekilde, yurtdışına uluslarası anlamdaki akranların daha fazla iş yapmasının temelinde yatan şey onların daha zeki veya bizden daha hevesli olmalarından ziyade sistemin onlara bunu dayatmasında yatıyor. Onlara öyle bir teşvik ediyor ki sistemin dışarısına çıkma gerkeliliğinizi hissettiğiniz zaman yeni yeni şeyler öğrenip yeni yeni hevelser elde ediyorsunuz ve ilgileriniz oluşuyor. Ve bu size gelecekte bilim üretmeye yönelik bir enerji sağlıyor. Hiçbir şey sürpriz değil, bu çok önemli. Ve bu problem, bu mentorsulzuk sendormu Türkiye’de sistemsel bir sorundur onu da söyleme istiyorum. Burada hocalardan ya da öğrencilerden örnek veriyoruz ama bu mentorluğu yapamayan hocanın mentorluk yapamamasının sebebi yine bu sistemin kendisi. Bazı bireyler kendini sivriltip çok başarılı işler yapıyor olabilir ama bu bireyin kendi başarısı sistemin başarısı veya eğitimin başarısı sayılmaz tam olarak.
O yüzden benim gözümde bugünkü uluslararası açıdan başarıları elde edemeyen bir üniversite sisteminin ortaya çıkmasında öğrencilerimizin yeterince kendini geliştememesindeki… Bunun bir başka dışa vurumu da diplomadır. Amaç nedir diploma kazanmaktır değil mi? E peki diplomayı alıyorsunuz, ne oluyor artık.. ..iş bulamıyor insanlar. Her neyse, bugünkü eğitim problemindeki temel meselelerden bir tanesinin benim tabir etmeye çalıştığım mentorsuzluk sendromuyla da ilişkili olduğunu düşünüyorum. Bence bu en az tartışılan konulardan da bir tanesi. Madem sistemi değiştiremiyoruz önce kendimizi değiştirip daha sonra başkalarına yol gösterebiliriz. Türkiye’ye tarihsel olarak baktığımızda birçok gelişmenin tepeden aşağıya indiğini gözlemleriz ve buna alışmışızdır açıkscası… …ama gelişmeler yalnızca tepeden aşağı olmaz, aşağıdan da yukarı olabilir, ben buna inanan insanlardan bir tanesiyim. Aşağıdan yukarıya bir değişime de inanarak önce kendimizden başlayarak kendimizi geliştirebiliriz. Umarım bu konuşmamı beğenmişsinizdir. Oldukça teşekkür ediyorum, herkese iyi günler diliyorum…