Pablo Neruda ve postacı arasındaki hikayeyi anlata Il Postino (Postacı) gerek müziği gerek konusuyla çok özel dönem filmlerinden bir tanesidir. Dünya edebiyatında en lirik şairlerden biri olan Neruda’nın yaşamına odaklanan film, 5 Ocak 1996 tarihinde Türkiye’de gösterime girer. Yönetmenlik koltuğunda Michael Radford’un oturduğu filmin başrollerinde ise Philippe Noiret, Massimo Troisi, Maria Grazia ve Cucinottta yer alır. Türkçeye “Postacı” şeklinde çevrilmiştir. Film, birçok duygunun en estetik yansımasıdır.
Postacı, her anlamda çok özel bir yapımdır. Ardience Paciencia’nın “Ateşli Sabır” oyunundan uyarlanmıştır. İtalya’da her şeyden uzak, yoksul bir adada geçer bütün olay. İnsanın kendisini izlerken oldukça keyifli, bir o kadar da hüzünlü hissetmesine neden olan bir kurguya sahiptir.
Daha önce filmden bir sahneye tesadüfen şahit olduktan sonra, “Bu filmi mutlaka izlemeyelim!” diyerek izlemeye başladığım filmdeki mekanların her biri, karakterler, olay ve tabi ki Neruda’nın kendisi; farklı bir diyara keyifli bir yolculuk yapmamı sağladı.
Pablo Neruda ve postacı, çok özel ve dikkat çekici bir konuya sahip. İtalya’nın fakir bir balıkçı köyünde yaşayan Mario Ruoppolo (Massimo Troisi), baba mesleği balıkçılık yapmak istemeyen bir karakterdir. Yaşadığı yerde herkes, aynı kaderi paylaşır. Bir ada köyü olması nedeniyle kimsenin farklı bir meslek seçme hakkı yok gibidir. Fakat Mario Ruoppolo, kaderini değiştirmek ister. Bu nedenle postacı olur ve mesleğe adımını atar.
Sürgün hayatı yaşayan Şilili Pablo Neruda (Philippe Noiret) de bu adada yaşamaktadır. Neruda’ya gelen postaların, ünlü şaire götürülmesi gerekir ki bu iş, Mario Ruoppolo’ya düşer. Neruda’yı aşk şairi olarak niteleyen Mario, şairin mektuplarını götürmeye ve ünlü şairle çok özel bir dostluk geliştirmeye başlar. Neruda sayesinde “mecaz” sanatıyla tanışan postacı, bu sanatın tam olarak ne olduğunu bilmez. Neruda ile sohbetlerinde, mecazın inceliklerini öğrenmeye başlar.
Postacı, köydeki kafenin sahibinin yiğeni Beatrice Russo’ya aşık olur. Neruda’nın şiirleriyle kıza olan aşkını en estetik şekilde ifade eder. Beatrice, bu şiirlere ve Mario’nun aşkına “aşık” olur. Filmin konusu her ne kadar basit olsa da filmde çok özek duraklar bulunmaktadır. Bunların her biri yaşama dair bir fikir edinmemizi sağlar.
İçindekiler
Bir Sahil Kasabasında Kaderi Değiştirmek
Modern dünyanın en sorunları yanlarından biri, 1950 yılında bir balıkçı köyünde geçen olaylar üzerinden izleyiciye yansıtılır. Bir sahil kasabasında, balıkçılık bir kader değil de nedir? Dört bir yanı sularla çevrili bir köyde, yapabileceğiniz en iyi şey, balık tutmak gibi görünür. Pablo Neruda ve postacı balıkçılık mesleği üzerinden özgürlük konusuna odaklanır. Gerçekten özgür müyüz? Mario, balıkçı olmak istemez. Hatta filmde bu durum oldukça etkileyici bir şekilde anlatılır.
Babası ile konuşan Mario, ne zaman tekneye çıksa, kendisini hasta hissettiğini söyler. Oysa babası, onu pek de dinliyor görünmez. Balıkçı olmak istemediğini fark eden Mario, kendisine yeni bir meslek bulur: Postacılık.
Her ne kadar postacı şefi, bu işte çok fazla para olmadığını, bahşişlerden para kazanacağını söylese de bu durum Mario için önemli değildir. Ki bu bahşiş kısmı, filmin ilerleyen kısımlarında bazı olayları çok daha net bir şekilde anlamamızı sağlar. İşe başlayan Mario, Neruda’nın mektuplarını ünlü şaire götürür. Bisikleti ile geçtiği yollar, filmin belki de en özel sahneleridir. Denizin pırıl pırıl hali, balıkçıların telaşı ve elbette eşsiz yolculuğa eşlik eden muhteşem müzikler…
Pablo Neruda ve Postacı, Eşsiz Başlangıçların Hikayesi
BAFTA ve Oscar ödüllü filmde, insanın kendisini her şeyden soyutladığı müzikler eşliğinde Neruda ve Mario, çok özel bir dostluk kurar. Mario, Neruda sayesinde şiir sanatının incelikleri hakkında bilgi sahibi olmaya başlamıştır. Şiir okur, mecazlar üzerine düşünür, edebiyat yolculuğunda çok özel bir adım atar.
Bir gün, köydeki en güzel kız olan Beatrice’ye aşık olur Mario. Pablo Neruda ve postacı filminde kırılma noktalarından biri, bu aşk sahnesidir. Neruda’dan yardım isteyen Mario, kızı şiirlerle kendisine aşık etmek ister. Neruda, sevgili dostu Mario’ya yardım edecektir. Gerçekten de kız, şiirin ve Mario’nun çekimine kapılmıştır. Ama yiğeninin içinde bulunduğu durum, kafenin sahibini mutlu etmeyecektir. Bütün işin Neruda’nın başının altından çıktığını düşünen kadın, hesap sormak için Neruda’nın evine gelir. Onun yüzünden Mario’nun şiirler yazdığını ve yiğenini etkilediğini söyler.
Evde saklanan Mario, her şeyi duymuştur. Kadın, adeta bütün kinini kusar ve evden ayrılır. Ardından Pablo Neruda ve postacı arasında çok özel bir diyalog geçer:
Neruda: Benim şiirlerimle kızı başta çıkarmışsın.
Postacı: Senin yazdığın şiirle kızı baştan çıkardığım doğru. Ama o şiir sana ait değil.
Neruda: Benim yazdığım şiirin bana ait olmadığını mı söylüyorsun?
Postacı: Evet. Şiir yazana değil ihtiyacı olana aittir.
Pablo Neruda ve postacı filminde geçen bu diyalog, insanı sanatın özü hakkında bir kere daha düşündürür. Sahi, bir şiir kime aittir?
Massimo Troisi: Filmdeki ve Yaşamdaki Benzerlik
Filmde Mario Ruoppolo karakterini canlandıran Massimo Troisi, filmden önce, yaşadığı kalp rahatsızlığı nedeniyle tedavi olmak zorundadır. Fakat filmin çekimlerinin ertelenmemesi adına, tedavisini ertelemeyi tercih eder. Filmde, bir gösteri sırasında polisin müdahalesi nedeniyle hayatını kaybeden Mario, gerçek hayatta film çekimlerinden 1 yıl sonra hayatını kaybeder. Bu çok ilginç tesadüf, birçok açıdan sancılıdır.
Massimo Troisi, filmin başarısını görecek kadar yaşayamamıştır. Filmde de sessiz sedasız hayatını kaybeden, daha doğrusu öldüğünü daha sonradan öğrendiğimiz Mario karakteri ile gerçek hayattaki Massimo ve Neruda, filmin konusu ve olaylar ve daha pek çok unsur; Il Postino filminin neden izlenmesi gerektiğini bir kere daha gözler önüne serer. Eğer bu filmi izlemediyseniz, şimdi filmin o derin sularına dalmanın vakti!