Platon ve Aristoteles başta olmak üzere birçok filozof ve düşünce insanı siyasetin ideal toplum düzeninin yaratıcısı olacağını düşünmüştür. Günümüzde ise siyaset, çoğunlukla toplumları ve devleti yönetmenin bir aracı konumundadır. Bununla birlikte siyaset kavramı, tarih boyunca toplum ve devletler için farklı anlamlar içermiştir. Bunlar arasında en dikkat çekeni Osmanlı Devleti’nin siyasete bakış açısıdır.
Osmanlı’da siyaset, padişah tarafından verilen ölüm hükmü anlamıyla kullanılmıştır. Günümüzde geçerliliği olmayan bu tanım, bir anlamda siyasetin toplum üzerindeki etkisini açık biçimde gözler önüne serecek niteliktedir. Siyaset ve özel olarak siyasetçi; bir toplumun ölüm fermanını da imzalayabilir, toplumu münhasır medeniyetler seviyesine de çıkarabilir.
İçindekiler
Devlet İşlerinin Yönetilme Sanatı Olarak Siyaset
Siyasetin kabaca en bilinen tanımı, devlet işlerinin yönetimi şeklindedir. Söz konusu tanım temel olarak toplum içerisinde yer alan farklı düşüncelerin ahenkle yönetilebilmesi olarak açıklanabilir. Siyasetçinin görevi, toplumdaki tüm düşünce ve yaklaşımları tek bir çatı altından yönetmektir. Tüm bunlara günümüzde toplumun her bir ferdi için farklı hassasiyet ve değerleri ekleyebiliriz.
Günümüzde toplumların siyasetçilerden beklentileri ve siyaset kurumundan talepleri çok daha kategorik bir altyapıya ulaşmış ve sadece düşünce olmaktan öteye gitmiştir. Bu beklentiler; din, mezhep, etnisite, ideoloji gibi toplum içerisinde farklı oluşumların kaynağı olabilecek her türden unsurdur.
Siyasetin Tarih İçerisindeki Dönüşümü
Siyaset, tarih içerisinde birçok uğrak noktadan ve dönüşümden geçmiştir. İnsanlık tarihinin ilk dönemlerinde, siyaset kurumuna uygun bir zemin yoktur. İlkel dönem olarak kabul edilen bu tarihsel süreç, avcı ve toplayıcı toplumlardan oluşur. Zamanla yerleşik yaşama geçen insanın birlikte yaşama arzusunu belli kurallar çerçevesinde gerçekleştirebilmeyi talep etmesiyle siyaset doğmuştur.
Siyasetin doğuşu, aynı anda devletin doğması da anlamına gelir. Daha doğru ifade etmek gerekirse insanlığın bir yönetim modeli talep etmesiyle devlet, devletin insan yaşamının merkezinde konumlanmasıyla birlikte siyaset gelişmiştir. Tüm bu bileşenler, tarihsel süreç içerisinde birbirine organik olarak bağlanmıştır.
Tarihin ilerleyen dönemlerinde ise dünya üzerinde büyük oranda egemen olmuş siyasi gelenek feodalizmdir. Feodal devlet düzeninde siyaset, geniş bir piramidin uygulayıcısı konumundadır. Bu piramidin en tepesinde; bazı bölgelerde kral, bazılarında padişah, birçok feodal devlette prens ya da benzeri asiller bulunur.
Piramidin en alt tabakası ise çoğunlukla mal varlığı ya da asilliği olmayan klasik yurttaşlardan oluşur. Bazı coğrafi bölgelerde ve devletlerin feodalizm temelli siyaset düzeninde en alt tabakada köleler yer almıştır. Bugün ise siyaset, önemli ölçüde dönüşüm gerçekleştirerek yasama, yürütme ve yargı organlarının birbirinden ayrıldığı demokratik devletleri olumlama yolunu tercih etmiştir.
Siyaset Biliminin Kurucuları: Platon ve Aristoteles
Siyaset bilimi, temellerini Antik Yunan filozofları Platon ve Aristoteles’ten alır. Her iki filozof da siyaset biliminin ideal toplumu yaratmadaki rolüne odaklanmıştır. Platon “Devlet” isimli kitabında siyasetçiyi ideal devletinin en tepesine yerleştirmiştir. Ayrıca ideal bir siyasetçi tanımı yaparak ya filozofların kral ya da kralların filozof olması gerektiği düşüncesiyle ideal devletini temellendirmiştir.
Aristoteles ise Platon’dan farklı olarak ideal bir devlet tasviri çizmekle kalmaz. Aynı zamanda o, ideal siyaset anlayışı hakkında da önemli veriler sunar. Felsefe tarihinin en komplike ve geniş siyaset felsefesi geleneğini de yine Aristoteles yaratır. Aristoteles’in siyaset felsefesi, mutluluk peşinde koşan insanın dönüp dolaşıp kendini bulduğu siyaset alanına odaklanır.
Aristoteles için siyaset, etik ve iyi olanının toplum içerisinde yaygınlaşarak bir düzenle uygulanmasını sağlamaktır. Dolayısıyla Aristoteles’in siyasete bakış açısından toplumsal bir “iyi yaşamı” hedeflediği sonucunu çıkarsamak mümkündür. Ve hatta Aristoteles, siyasetin var olma amacını da tam olarak bu düşünceye dayandırır.
Siyaset, kısmi ya da toplumsal olarak devletin ferdi olan vatandaşların iyi bir yaşam sürmesini sağlamakla ve bu alanda incelemeler gerçekleştirmekle görevli bir bilimdir. Erdemi ve ahlaksallığı teşvik eder. Toplum içerisinde düzeni etik prensipler ışığında sağlar. Siyasetin düşünsel arka planında modern dönemde yer alan düşünür ise Karl Marx’tır.
Ünlü alman filozof ve ideolog Karl Marx, siyaseti modern anlamıyla bilim olarak tasvir eden ilk kişidir. Marx’ın düşüncelerinin ardından siyaset, özellikle Avrupa’da yüksek düzeyde ilgi gören bir bilim haline dönüşmüştür. Birçok üniversite, programlarında siyaset bilimine yer vermiş ve siyaset bilimi üzerine akademik çalışmalar gerçekleştirilmeye başlanmıştır.
Başlıca Siyaset Kuramları
Siyasetin bir bilim haline dönüşmesi, bu alandaki düşüncelerin kuramsallaşmasına ve terminolojik olarak ifade edilmesine olanak tanımıştır. Günümüzde birçok siyaset yaklaşımı bulunsa da temel olarak; liberalizm, sosyalizm, muhafazakarlık, komünizm, kapitalizm, anarşizm ve faşizm gibi ideolojik düşünceler dünya genelinde yaygın olarak büyük bir kitleye ulaşmıştır.
Modern dünyanın siyaset anlayışı ise özelikle son 50 yıl itibarıyla büyük oranda liberalizm ve kapitalizm ekseriyetinde gelişmiştir. Bu dünya düzenine karşı çıkan kanatta ise sosyalistler ve komünistler bulunur. Liberalizmin temel öncülü, bireysel düzlemde özgürlüklerin yüksek standartta savunulması üzerinedir. Liberal düşünce, insanı tamamen özgün bir birey olarak kabul eder ve toplum düzeni içerisinde farklı alanlardaki yarışın bir ferdi olarak tanımlar.
Liberal siyaset düşüncesinin temelleri, kapitalist nitelikleriyle ön plana çıkan serbest piyasa ekonomisine dayanır. Kapitalizm ve liberalizmin ortak noktası da tam olarak burada açığa çıkar. Her iki düşünce de üretim araçlarının tamamen özel sektör içerisinde konumlanmasını talep eder. Özelikle liberal anlayışa yapılan en temel eleştiri, devlet ve devlete bağlı kurumların gücünü azalttığı yönündedir.
Liberalizmin tam karşısında konumlanan sosyalizm ve komünizm düşünceleri ise üretim araçlarının tamamen halkın egemenliğinde olması gerektiğini kuramsallaştırır. Komünizm, sosyalizmin daha katı ve keskin kurallarla uygulanmasını içeren bir siyaset kuramıdır. Her iki kuramın bir diğer ortak noktası ise “Komün” olarak tasvir edilen bir toplum düzeninin yaratılması üzerinedir. Bu toplumun tüm fertleri, bütün üretimi eşit ve adil ölçüde paylaşır.