Kendinin ve çevresinin farkında olan birçok kişi hayatının bir bölümünde kesinlikle “Ben feministim” demiştir. Neden diyecek olursanız elbetteki ülkemizin içinde olduğu kadın-erkek eşitsizliğini göstereceklerdir. Örneğin erken yaşta evlendirilen, bana baksın diye okula gönderilmeyen ve daha nice ataerkil toplumların, kızların üstüne dayattığı “ahlak kuralları”. Yalnız beni yanlış anlamayın ben feminist değilim. Evet, değilim diyorum çünkü kendimi bu topluluğun içine katmak istemiyorum.
Feminizm denilen bu düşüncenin ortaya çıkışı ne kadar haklı olsa da geldiği nokta (bizim ülkemiz için geçerli değil) pozitif ayrımcılık oldu. Eğer biraz olsun internet kullanıyorsanız ve youtube’a girmiş iseniz kesinlikle feministlerin ilginç olaylarına tanık olmuşsunuzdur.
Örneğin Hugh Mungus adlı bir video. Bu videoda “Hugh Mungus” adlı baba (gerçek ismi değil) bir dernek toplantısında, derneğin kızını nasıl uyuşturucudan ve sokaklardan kurtardığını kameralara anlatıyor. Konuşmasından hemen sonra elinde telefon ile gelen bir bayan haber spikeri (Zarna Joshi) adama adını sorduğunda adam şakasına göbeğini göstererek Hugh Mungus (humongousà: Kocaman) diyor. Zarna buna alınarak o ünlü olan lafını söylüyor “Is that sexual harrasment?” ve böylece oracıkta bağırarak olay çıkartıyor ve adamın adını tacizciye çıkartıyor… Sonra davayı adam kazanıyor ama neyse. Sonuç olarak pozitif ayrımcılık işte burada iyice görülüyor.
Bu feminist düşünceyi yanlış anlayan birçok insan gibi oracıkta ismini sorduğu adama birden bire tacizci diyor ve insanlar hemen orada adamı fişliyor. Bu olay aslında ipin sadece ucu çünkü bunun gibi nice olaylar daha var.
Şimdi bu uzun girişten sonra asıl konumuza gelelim. Konunun aslı “The Red Pill” filmi. Hikâyeyi basitçe özetleyecek olursam ünlü bir feministin, feminizm düşüncesinin kadın-erkek eşitliğinden sapıp pozitif kadın ayrımcılığına dönüştüğünü gözlemlemesi diyebilirim.
Cassie Jaye adlı ünlü bir feminist, yeni bir araştırma konusu ararken MRA adlı bir anti-feminist gruba denk geliyor. Bu grubun neden bu kadar takipçisi olduğunu araştırmak için onları ziyarete gidiyor.
MRA grubunun savunmalarından bir tanesi, aslında kadın-erkek eşitsizliği diye bir şey yok, yalnız kadının ve erkeğin rolü farklı, bu rol farklılığı yaşamın gereği. Yani erkekler güçlü ve kadınları eziyor değil erkekler güçlü ve ava çıkıyor, kadınlar ise eve bakıyor gibi düşünüyorlar. Amaçları ise erkeklerin kadınlarda olduğu gibi üstlerine yıkılan rollerin aslında hiç de cazip olmadığını aksine çok kötü olduğunu dile getirmeye çalışıyorlar.
Burada karşılaştığı fikirler beni acayip etkiledi ve şimdiye kadar duyuğum feminist argümanlarının aslında tam olarak yanlış olmadığını ama arkasında bir başka gerçekliğin de olduğunu öğrendim.
Bunların yanında MRA üyesi olan erkek hakları savunucularının neden bu gruba katıldıklarını ve hayatlarındaki o ilginç olayları paylaşıyorlar. Özelikle bir tanesi beni çok etkiledi, o adam için gerçekten beni üzdü.
Hiç spoiler vermeden burada kesiyorum ama eğer benim gibi üzerinde bu kadar tartışma olan bu konuları daha derinden incelemek istiyorsanız olaylara bir de tersinden bakmak istiyor, terazinin nerede ağır bastığını görmek istiyorsanız size “The Red Pill” belgeselini kesinlikle ve kesinlikle öneriyorum. Keyifli seyirler.
Evet ‘bazı’ ülkelerde feminizm denen ideolojinin abartıldığı, işin pozitif ayrımcılıktan da öteye taşındığı doğru, kabul ediyorum. Ancak Dünya geneline bakıldığında, bunca kadına şiddet, cinayet, çocuk gelin, cinsel istismar, hatta tüm bu somut örneklerin yanında iş hayatında yaşanan adaletsizlikler -en basitinden aynı konumda çalışan bir kadın ile bir erkeğin aynı maaşı almaması örnek verilebilir- söz konusuyken ve tüm bunların yanında feminizmin en basitinden internetteki tanımından yola çıkarak anti-feministim ifadesi kullanmanızı yanlış bulduğumu belirtmek isterim. “Tüm dünyada algılanan feminist olgusuna, ideallerinden sapmış olan kendine feministim diyenlere karşıyım” tarzında bir ifadenin daha doğru olacağının kanaatündeyim. Bahsettiğiniz uç noktalarda kendini üstün ırk gören feministler dünyanın gelişmiş tarafında bizim gibi gelişmekte olan ve diğer gelişmemiş ülkelerde böyle bir düşünce söz konusu olamaz çünkü daha biz ve bizim gibi ülkeler kadın erkek eşitliğini sağlayamadılar maalesef. O nedenle ülkemiz ve kalan diğer ülkeler için feminizm düşüncesi, düşüncenin kendi asıl doğrularıyla var olmalı ve mücadelesine devam etmeli. Türkiye’de yaşayan biri ben anti-feministim diyince bahsettiğiniz uç noktalarda yaşayan feministlere değil de kadın hakları için mücadele edip cinayetlere dur demeye çalışan feministlere antiymiş gibi algılandığını da eklemek isterim.
Sevgili Erkan,
Sen bir feministsin.
Feminizm kadına sırf kadın olduğu için, vücut yapısı diğer cinsiyetten farklı olduğu için farklı davranış gösteren insanlara karşı cıkmış bir tutumdur. Eğer kadın sırf kadın olduğu için ne kadar ürettiğine, faydalı olduğuna bakılmaksızın aynı işi yapan erkekten daha az ücret alıyorsa; eğer kadın sırf kadın olduğu için kocasıyla aynı şekilde sabah 9- akşam 6 çalışıyor olmasına rağmen kendisinden masaya yemek koyması, kaldırması ve temizlemesi bekleniyorsa; eğer kadın sırf kadın olduğu için beyni olan bir insan yerine damızlık hayvan muamelesi yapılıyorsa; eğer kadın sırf kadın olduğu için düşüncesini belirtmek yerine susması bekleniyor, susmadığında ise yüzüne inen tokada haklı gözüyle bakılıyorsa burada bir yanlışlık vardır. Işte bu yanlışlığa dur demektir feminizm, ve sen sevgili yazar, eminim ki sırf ne derler korkusundan titreyerek bindiği otobüste taciz edilirken dudaklarını ısıran o kadını gördüğünde dur dersin.
Sen de bir feministsin Erkan, yapılan zulme dur demek insanlıktır eğer bu duruma gözlerini yuman varsa işte o asıl hayvandır.
Efendim haklısınız ancak siz farklı konudan, ben farklı konudan bahsediyorum; ayrıca kendimin bir kalıba sıkıştılmasından pek de haz almıyorum.
Öncelikle yorumunuz için teşekkür ederim, bana kendimi daha iyi anlatmam için fırsat verdiniz.
Sizin dediğiniz her şeye katılıyor olmakla birlikte yazımdan anlamadığımız bir kısmı tekrar dile getirmek istiyorum, konunun bir de diğer tarafı var. Yani bu cinsiyet ayrımcılığı sadece kadınlara değil erkeklere de yapılıyor. Kadınlar evde yemek yaparken erkeklerden evi savunma, aileyi koruma bekleniyor. Hani şimdi diyeceksiniz feministlik onu da düşünüyor kadın erkek eşitligini savunuyor, ancak yanılıyorsunuz, “The Red Pill” filmini izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
Bu arada belirttiğiniz gibi bir olaya şahit olsam eminim dediğiniz gibi yerimde duramazdım, hatta hiçbir şey yapmadan durabilecek birisini tanımıyorum, ancak bunu feministlik olduğu için değil olması gereken olduğu için yaparım.