tiyatro-sahne sanatları

Tiyatro Sanatının Büyülü Serüveni – Antik Yunan Tiyatrosu

2

İnsanoğlu var olduğu günden beri anlatmak istedi. Sosyal çevresine düşündüklerini, heyecanlarını, korkularını, anılarını; gelecek nesillere tecrübelerini, yaşadıklarını anlatmak istedi. Bu sebepten ötürü konuştu, mağara duvarlarına resimler çizdi, heykeller yaptı, türküler çağırdı… Ve bunlar gibi daha binlerce yol denedi. Denenen bu binlerce yol aslında insanlığın -anlam arayışı içerisinde sürekli bir devinimle yenilenen ve yinelenen macerasıydı.

Tiyatro, asla bitmediği için değil, sürekli yeniden doğduğu için ölümsüzdür.

-Prof. Dr. Özdemir Nutku

Siz değerli okurlara öncelikle sanat tarihi hakkında bilgi vermek istedim. Bunun için çok okudum. Epey de not aldım. Ancak bu alanda henüz kırk fırın ekmek yiyemediğim için yazamadım. Bu nedenle -bizim için özel olan bu ilk sayımızda- sizlere, sanatın kıyısından köşesinden dolaşarak kısaca sanattan ve bir hayat tarzı olarak tiyatrodan bahsedeceğim.

Modern Tiyatro sanatında üç temel tür vardır: Tragedya, komedya, dram. Alt türlere örnek olarak da tragikomedya, burlesk, revü, kabare, vodvil, opera, müzikli dram… Aslında bu liste bir hayli uzun. Neden mi? Kısaca şöyle izah edeyim: Birbirlerine sıkı sıkıya bağlı olan bu türler-terimler zaman içinde değişmektedir. Bu devinimle yeni listeler, alt türler tiyatro sözlüğüne kazandırılmaktadır. Bu her biri derya deniz olan terimleri tek tek incelemeye kalkarsak sanıyorum ki sayfalar derdimize derman olamaz. O yüzden bu yazımda sizlere tiyatrodan ve genel tiyatro düşüncesinden (bu düşünce dahi Antik Yunan Dönemi’ndeki tiyatro düşüncesinin ekseriyetinde olacaktır) bahsedeceğim.

İsterseniz en başından başlayalım: Sanat hakkındaki düşüncelerini bir bütün halinde sunan ilk düşünür Aristoteles (İ.Ö. 384-322) olmuştur. Poetika adlı eserinde çeşitli sanatları belli başlı özellikleriyle karşılaştırmıştır. Poetika’nın birinci bölümünde sanat “taklit” (Mimesis) olarak nitelenir. Aristoteles karakter, tutku ve hareketi sanatın taklit konusu olarak göstermiştir. Ona göre, bunlar insanın dış görünüşüne yansıyan iç gerçekleridir.

Dilerseniz biraz da tiyatronun temel iki türünden bahsedelim. Bunlar sırasıyla tragedya ve komedyadır. Bu iki tür arasında temel farklılıklar vardır. Ancak size bunlardan değil, bu iki türün nasıl ortaya çıktığından bahsetmek istiyorum.

Tragedyanın, Antik Yunan uygarlığının Arkaik Çağ’ı sayılan İ.Ö. VII. ve VI. yüzyıllarda Tanrı Dionysos onuruna yapılan törenlerde söylenen dithirambos şarkılarından doğduğu varsayılmakta. Tanrı Dionysos’un kutsal hayvanı -kabul edilen- teke kılığına giren kişiler şarkılar söyler kaba saba danslar ederlermiş. Bu koro şarkıları zamanla kalıplaşmış ve şiirsel bir nitelik kazanmaya başlamış. Bu ritüele bir de konuşan kişi hipokrites (yanıt veren) eklenince tiyatronun diyalog çekirdeği oluşmuş. Yunanca teke anlamına gelen tragos sözcüğü ile şarkı anlamına gelen aoide sözcüğünün birleşmesi ile bu konuşmalı şarkı tragoidia (tragedya) adını almış ve dinsel törenin bir parçası olmaktan çıkıp bir sanat gösterisine dönüşmüş.

Komedyanın ise Dionysos için düzenlenen bağbozumu törenlerinden doğduğu varsayılır. Bu törenlerde bolluk ve üreme kutsanırmış. Bu törenlere bir nevi hasat- köy şenliği de diyebiliriz. Bu geçit törenlerinde bayağı taklitler, basit gülünçlükler sergilenirmiş. İşte bu şenliklerde yapılan halk geçit törenlerine komos deniliyormuş. Şarkı anlamına gelen aoide sözcüğünün birleşmesi ile de komedya terimi ortaya çıkmış. Komedya da tragedya gibi zamanla düzenli bir biçim kazanmış.

Bu yüzyılda, oyunlarının ancak bir bölümü günümüze kadar gelebilen Aiskhylos, Sophokles, Euripides gibi tragedya; Aristophanes gibi komedya yazarları yetişmiştir. Bu usta yazarların yapıtlarında ilkel törenlerden kalma büyü ve sihir ögesinin yerini, çağdaş düşünce almış; taklit, tiyatrosal bir değer kazanmıştır.

Tiyatro, algılamaları, hayata bakış açıları farklı olan insanların nihayetinde aynı noktaya yöneldikleri ve aynı doğruya baktıkları bir değişim yeridir. Sanatsal bir değişim yeridir. Çünkü tiyatrodan alınan haz sadece eğlenceden değil, aynı zamanda düşünme yetisinden de kaynaklanır.

Peki sizce tiyatroyu bu denli hayatın içinden kılan nedir? Değerli tiyatro kuramcısı, oyun yazarı ve çevirmen Özdemir Nutku’ya göre bunun iki temel nedeni vardır: “Biri, insanın kendinden ötede olmaya yönelik içgüdüsel eğilimi, öteki de onun, bilinmeyen şeylere, kutsal ve gizemli olana karşı duyduğu korkuyla karışık özlemidir. Tiyatronun kaynağı, yaşamsal gereksinimlerini sağlayan ilkel insanların, onları yaşatan, üreten ve geliştiren eylemlere, duygulara ve düşüncelere karşı takındıkları tavırdadır.” İşte bu nedenle tiyatro hayatın içindedir. İnsanladır, insancadır ve insandan yanadır.

Bu yazımızı da tavsiye ederiz:  Bir Garip Anime: Elfen Lied

Zaman içinde değişen etkenler tiyatroya bakış açısını, onun niteliğini ve etki gücünü de değiştirmiştir. Mesela teknolojinin de gelişmesiyle, 19. yüzyılda sahneleme koşullarında büyük bir değişim başlar. “1880’ler civarında tiyatroya elektrik aydınlatmasının gelmesi buna örnek olarak gösterilebilir: Gaz lambalarından elektrik aydınlatmasına geçiş, oyunların oynanma biçimini, oyunların neyi göstereceklerini (daha derinlikli duygular), seyircinin karanlığa mahkum edilerek nasıl daha fazla kontrol altında tutulabileceğini ve azalan yangın tehlikesi sayesinde oyuncuların nasıl daha az riske atılabileceğini belirlemiştir. Böylece sahnenin dördüncü duvarı, ortadan kaldırılmış bir odaya (ya da daha ziyade, sessiz, yok sayılan, kulak misafiri haline gelen seyircinin kendisine) dönüşerek ‘dördüncü duvar’ yaratılmıştır. Bu gelişme psikolojik açıdan daha gelişkin karakterlerin, açığa çıkarılacak sırlarla dolu iç mekanların yaratılmasını mümkün kılmıştır.” *

Zamanla değişen onca şeye rağmen tiyatronun olmazsa olmazları, değişmeyen ögeleri vardır: Bunlara oyuncuyu, öyküyü ve seyirciyi örnek verebiliriz. Gelin, bir oyun kısaca hangi serüvenlerden geçer birlikte inceleyelim: Bir tiyatro oyunu yazarının zihninde başlar. Metin haline gelir. Sonrasında sahneye konmak üzere yaratıcı ekip tarafından -hitap edilecek kesime özel- düzenlenir. Dramatize edilmiş metin oyuncuyla tanışır. Oyuncu da metindeki karakterlerle tanışır. Kendi dünyasındaki sevinçleri, hüzünleri velhasıl duygudurumunu karakterin duygudurumuyla bağdaştırır. Ve böylece metindeki karakteri anlamaya başladıktan sonra doğal olan tek özütü yaratır. Bu özüt yönetmen tarafından renklendirilmeye, seyircinin anlayabileceği hale getirilmeye çalışılır. Ortaya çıkan bu görsel, işitsel ve duygusal şölen; dekorla, müzikle, kostümle, ışıkla, ek seslerle ve daha birçok şeyle zenginleştirilir. Ee ne dersiniz? Bitti mi dersiniz? Evet, tüm bu hummalı çalışmaya rağmen oyunun serüveni burada bitmez. Bir tiyatro oyunu serüvenini seyirciyle buluştuğunda tamamlar. Seyircisine farklı bakış açıları kazandırdığında, ona hayatın dinamikleri hakkında bir ders verdiğinde tamamlar.

Oyun biter. Işık kapanır. Herkes evine gider. Birçok insanın (deliler gibi) günlerini, aylarını hatta yıllarını verdiği, birçok sanatın birleşiminden doğan ve insanı insana anlatan gösterim yok olmuştur. Evet, yok olmuştur. Ama bu öyle büyülü öyle efsunlu bir şeydir ki kaybolan bir zaman dilimi, onu izleyenlerin akıllarında; kaybolan bir duygu, onu seyredenlerin duygudurumlarında var olmaya devam edecektir. Aktör ile seyircilerin ortak soluduğu bir “hava-nefes” ile o an oluşmuştur. Aynı hava ise aynı şartlarda bir daha asla solunamaz. Bu yok oluş beraberinde canlılığı da getirir. Her gün biter, her gün yenilenir. Ve iyi ki öyledir. Anların bu büyülü değişimi insanlığın var olduğu günden beri sürmektedir ve sürecektir…


Yararlandığım Kaynaklar:

¹ Modern Dram Sanatı – Kirsten E. Shepherd-Bar – Dost 1. Baskı

² Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi – Sevda Şener – Dost 12. Baskı*

³ Dram Sanatı – Özdemir Nutku – Kabalcı 4. Baskı

Gezmeye, okumaya, güzel bir tiyatro izlemeye aşığım. Gecenin bir yarısı eve giderken, sessizce yanınızdan geçebilirim. Sizinle aynı oyunda, yan yana aynı repliğe gülebiliriz. Evet, o gün bunun farkına varamayabiliriz. Ama belki bir gün, bir anıda, bir yazıda rastlaşırız sizinle. Kim bilir?

2 Comments

  1. Ruhu olan şeyler asla ölmez Tiyatro da böyle bir ruhu var. Tiyatro izlerseniz ve severseniz ömür boyu unutmazsınız adeta sevdiğiniz bir yemek gibi tadı damağınızda kalır. tiyatro bir yetenektir. saf emektir. Tiyatrosuz bir hayat düşünemiyorum. ancak çok tembeliz…

Yorum bırakın

Your email address will not be published.

Sanat, Sinema & Tiyatro Kategorisinde Son Yazılar