Likya-Lisiya(Lycia), günümüzde Muğla ve Antalya sınırları içerisinde yer alan ve bu bölgeyi kapsayan tarihi bir coğrafi alandır. Likya, Işık Ülkesi demektir. Likyalıların yaşadığı bu bölge hakkındaki bilgilerimiz Antik Mısır ve Hitit İmparatorluğu’nun kayıtlarından geliyor. Likyalılar kendi dilleri olan Likçe(Lycian Language) ile taşlara çeşitli yazılar yazmışlardır. Fakat tarihi süreç içerisinde farklı imparatorlukların denetimine girdikleri için dilleri unutulmuştur. Demir Çağında Persliler(Ahameniş İmparatorluğu) tarafından istila ve talan edilen Likya’ya bu dönemde Persliler hakim oldu. Daha sonra Ahameniş İmparatorluğu’nun Yunanlılara yenilmesiyle Likya, önce Grek kent devletlerine dahil oldu ve daha sonra bağımsız hale geldi. İlerleyen süreçte tekrardan Perslilerin egemenliğine giren Likya, sonraları Makedonya Kralı III. Aleksandros’un(Büyük İskender) Perslileri yenmesiyle Makedon hakimiyetine girdi. Bundan sonra bölgeye Yunanca konuşan insanlar akın edecektir. Böylelikle Makedonluların yönetimi altında bu bölge tamamen Helenize olacak ve Likçe tamamen kaybolacaktır. Tarihi süreç içerisinde Romalıların, Bizanslıların ve nihayetinde Osmanlıların eline geçen bu gölgede, bütün bu unsurların kalıntılarını görebiliyoruz.
Likyalılar bir çok farklı şehir devletiyle birlikte bir Likya Ligi(federasyonu) kurmuşlardır. Bu Ligdeki her şehir, büyüklüğüne göre farklı oy hakkına sahipti. İşte bu şekilde, tarihte bilinen ilk demokratik birliği kurmuş olan Likyalılar, Amerika Birleşik Devletleri’nin bugünkü federal sisteminin temelini oluşturmuştur. ABD Anayasası oluşturulurken Likya’nın bu federal sisteminden ilham alınmıştır.
Bugün sizlere Likyalıların bir şehri olan Tlos’tan bahsedeceğim.
Muğla ilimizin Fethiye ilçesi sınırlarında yer alan Tlos Antik Kenti gerçekten görülmeye değer bir şekilde güzelliğini hala koruyor. Likya’nın en büyük ve en güçlü kentlerinden biri olan Tlos(Likçe yazıtlarda Tlawa şeklinde geçer), tarih boyunca farklı güçlerin egemenliğine girmiş olup onların izlerini taşıyor. Kuruluşunun M.Ö. 2000 yılından önce olduğu çeşitli arkeolojik kazılarla tespit edilen bu bölgede ayrıca Romalıların eserleri önem teşkil ediyor ve Osmanlı’nın da yaptırdığı kale harabe şeklinde kendini muhafaza ediyor. Zaten Tlos, kurulduğu yer itibari ile çevreye çok hakim bir yükseklikte bulunuyor. Bu bölge, bundan dolayıdır ki farklı milletlerce gözde bir mekan olarak çeşitli eserlerin yapıldığı bir yer olmuştur. Tlos Antik Kentindeki güzelliklerinin yanında, etrafınıza baktığınızda nar ağaçları ve güzel yeşillikler de sizi etkilemiyor değil.
Şimdi gelelim Tlos Antik Kentindeki yapılara:
İçindekiler
Tlos Akropol Tepesi
(Tam çözünürlükte görmek için fotoğraflara tıklayın.)
Akropol; bir tepe üzerinde bulunan ve içerisinde değerli yapıların bulunduğu, rahatça savunulabilecek yukarı şehirler için kullanılan bir tabirdir. Tlos Antik Kenti’ndeki akropolde ilk olarak, Likyalıların dağı delerek yaptıkları mezarlar ve etraftaki lahitler göze çarpıyor. En tepede Türk Bayrağını görmenizin yanında, zamanında bölgeye gönderilen Başkadı Kanlı Ali Ağa’nın hisarını da görüyorsunuz.
Dağa yapılan bu mezarlar Likya kentlerinde sıkça bulunuyor. Bu güzel işçiliğin böyle eski zamanlarda yapıldığını düşündükçe hayret etmemek mümkün değil.
Stadyum
Roma hakimiyeti döneminde kurulmuş olan Stadyumun tek taraflı tribünü bulunuyor. Dokuz oturma sıralı tribün toplamda 2,500 kişilikmiş. Lakin fotoğrafta görülen, sadece günümüze ulaşabilen kısmını oluşturuyor. Normalde stadyumun ve tribünün uzunluğu bilinmiyor ve bugün sadece 148 metre uzunluğundaki bölümü kalabilmiş. Ayrıca ortada bulunan havuzun etrafında çeşitli taş tahliye kanalları bulunuyor. Bu gibi farklı yapıların olmasından dolayı bu bölgenin spor aktivitelerinin dışında dini ve sosyal amaçlarla da kullanıldığı söyleniyor.
Tlos Kent Bazilikası ve Kronos Tapınağı
(Tam çözünürlükte görmek için lütfen fotoğraflara tıklayın.)
Kent bazilikasının içerisinde çok güzel tasarımlarla işlenmiş çeşitli mozaikler var. Gerçekten büyüleyiciler. Ayrıca Kronos Tapınağı da bir o kadar büyüleyici. Tabii ki bu eserlerin büyük bir kısmı ne yazık ki günümüze ulaşamamış.
Kronos Tapınağı’nın Tanrı Kronos’a adanmış olduğu düşünülüyor ve M.S 2. yüzyıla dayandırılıyor. Bu arada söylemeliyim, bu eserlerin etrafı tellerle çevrilmiş. Yani girip yakından inceleyemiyorsunuz ancak belli bir mesafeden bakabiliyorsunuz. Gerçi kaç bin yıllık tarihi taşlara neler neler yapıldığını gördü bu gözler. O yüzden bu eserleri korumak için tel kullanmak mantıklı. Lakin bu kadar estetik yapıların ve tarihi eserlerin önünde 21. yüzyıla ait iğrenç görünümlü paslı teller ne yazık ki insanın sanat zevkini bozuyor. En azından bu tarihi eserlere yakışır bir şekilde koruma-güvenlik sağlanmalı.
Küçük ve Büyük Hamam
Tlos Antik Kentinde biri büyük biri küçük olmak üzere toplamda iki tane hamam bulunuyor. Küçük Hamam gerçekten güzel işlemelere sahip olsa da Büyük Hamam’ın günümüze ulaşan kısmı bence daha güzel görünüyor. Büyük olan hamama aynı zamanda Yedi Kapı(Seven Gates) da deniliyor. Gerçekten de 7 tane ark(yay-kavis) yapısı, kendisini günümzüze kadar muhafaza edebilmiş. Ne yazık ki bu yapıların devamı, yani büyük bir kısmı bugün mevcut değil. Ayrıca Erken Roma Dönemi’nde inşa edilen bu hamam, M.S 11. yüzyılda kiliseye çevrilmiş. Bu yüzden bu bölge aynı zamanda hristiyanlık için de büyük bir öneme sahip.
Market Bölgesi
Bu kısımda yine çok güzel olan taş yapılar var. Özellikle iki adet arklı(yay-kavis) kapı hala mevcut bir şekilde duruyor. Zannediyorum ki restorasyon işlemine tabi olmuştur(?) fakat yine de bu yapıların yüzyıllar sonra bile günümze ulaşıyor olabilmesi, yapılan eserlerin ciddiyetini gösteriyor. Günümüzde inşa ettiğimiz yapıların çoğu sizce yüzyıllar sonra bir değer taşıyabilecek mi? Daha doğrusu ayakta kalabilecek mi ki?
Tlos Amfitiyatro
Yine Romalıların eseri olan bu amfitiyatro, 34 adet oturma sırasına sahip. Gördüğünüz gibi oturma sıralarının arkasındaki duvar yıkılmış ve restorasyona ihtiyaç duyuyor. Aslına bakarsanız bütün Tlos Antik Kenti restorasyona ihtiyaç duyuyor. Ayrıca sahne binasında çok güzel kabartmalar var. Bu güzel işlemeler, yine kendi zamanınızı size sorgulatıyor. Tekrardan söylemeliyim ki burası da tellerle çevrilmiş. Yine aynı şekilde hiçbir estetik kaygı gösterilmemiş bu konuda. Gerçi, aman korunsun, nasıl korunursa korunsun demek düşüyor bize. Lakin yine de daha güzel ve bu amfitiyatroya yakışır bir şekilde korunabilirdi.
Burayı gezmeyi düşünenlere verebileceğim en büyük tavsiye, buraları lütfen boş kafayla gezmeyin. Yani ufak bir tarih araştırması yapın. Likyalıları araştırın, mezar mimarilerine bakın, roma mimarilerine dikkat edin. Bu şekilde gezdiğinizden bir şeyler anlayabiliyorsunuz. Ayrıca bu antik kent, bir Avrupa ülkesinde olmuş olsaydı zannediyorum bu harap halde olmazdı. Çok titiz bir çalışma ile kaliteli bir restorasyona ihtiyacı var. Bin yıllar öncesinden kalan, bu gibi ince işlemeli eserleri gördükçe günümüzde yapılan zevksiz ve renksiz yapılardan bir kez daha tiksiniyorum ve hayret ediyorum… Girişlerde Müze Kart geçerli, öğrenci fiyatı da daha uygun (5 türk lirası). Yazın gidiyorsanız kesinlikle güneş gözlüğünüzü, şapkanızı unutmayın zira arazi sizi baştan aşağı yakıyor, ben yandım, siz yanmayın 🙂