İçindekiler
Irak ve Suriye ile Başlayan Çatlak NATO’yu Tehdit Ediyor
Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile sıkıntılı ilişkileri yıllardır kötüleşme halindeydi. Sürekli uzayan sorunlar listesiyle Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD’nin Türk hükümetini devirmeye çalışmakla suçlanan kişiyi iade etmeyi reddetmesiyle birlikte ortaya koyduğu otoriter hareketleri sonucunda, varsayılan müttefikleri ile giderek anlaşmazlıklar yaşıyor. Yine de ABD’li politikacılar ve ulusal güvenlik danışmanları Türk ulusal güvenliğinden sorumlu yetkililerin -yüzeysel düşmanlıklar olmasına rağmen- ABD’yi vazgeçilemez bir müttefik olarak gördüğünü düşünüyorlar. Türk hükümeti ABD ile birlikte çalışmadan kendi ulusal çıkarlarını koruyamaz ya da bu yalnızca genel bir kanıdan ibaret.
Lakin ABD’nin Irak’ı işgaliyle daha ciddi bir Kürt bölgesel yönetiminin yolu açılınca, Türkiye ABD’yi Orta Doğu’yu istikrarsızlaştıran bir devlet olarak gördü. Suriye’deki Kürt milislere olan ABD desteği, Türk hükümetinin bu düşüncesini daha da pekiştirdi. Böylece Türkiye Rusya’nın kollarına sürüklendi ve onun NATO’ya bağlılığını sarstı. Türkiye’nin ABD’ye olan inancının ne kadar ufaldığını görmek için çok uzağa bakmaya gerek yok; Rusya’dan gelişmiş S-400 füze savunma sistemleri alınması planı bunun için yeterlidir.
Geçen ay, Pentagon Rus sistemlerinin satın alınması Türkiye’nin ABD kökenli F-35 savaş uçağı programından çıkarılmasıyla sonuçlanabileceği konusunda uyarıda bulunmuştu. F-35 savaş uçağının üretimi için desteklenen uluslararası konsorsiyumun bir üyesi olan Türkiye’ye 100 adet F-35 ve bunun çevresinde çeşitli hava güçleri gönderilmesi kararlaştırılmıştı. Fakat S-400 füze sistemlerinin ABD’nin radara görünmeme (stealth) teknolojisini alt etmek amacıyla tasarlanması ve beşinci jenerasyon savaş uçaklarıyla ilgili değerli istihbarat bilgilerinin Moskova’nın ellerine gitmesi ihtimali ABD’yi endişelendiriyor. ABD hükümeti, Türk pilotların ABD üslerinde aldığı eğitimi durdurdu. S-400’ler ülkeye ulaştığı zaman Türkiye F-35 konsorsiyumundan çıkarılacak ve kendisinin de finanse ettiği F-35 uçaklarını almaktan men edilecek.
Ancak Erdoğan ABD’nin taleplerini uygulamayı reddetti ve bu şekilde, Rusya ile yapılmış anlaşmanın yerine getirileceğini açıkça belirtmiş oldu. Böylece politik bir seçim yaptı. Türkiye’nin Rusya ile olan fonksiyonel ilişkilerini ABD ile sahip olduğu yakın ilişkiye tercih ettiğinin mesajını verdi. Bu yaklaşımın açık bir mantığı var. Erdoğan ve iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) daha tarafsız bir dış politika benimseyerek Türkiye’nin ulusal çıkarlarına ilişkin daha dar bir anlayış geliştirmeye çalışıyor. Bu sayede Rusya ile ekonomik ve güvenlik konularında daha yakın işbirliği sağlandığını düşünüyorlar. Fakat bu Vaşington pahasına tamamıyla Rusya ile kucaklaşma manasına gelmiyor. Bu, Türkiye’nin ABD’yi artık vazgeçilmez bir müttefik olarak görmediğini gösteriyor.
Ayrı Düşüş
Türk-ABD ittifakı başlangıçta II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle ortaya çıkan Sovyet yayılmacılığı konusundaki ortak kaygılardan doğdu. Türkiye’nin Sovyetler Birliği’ne olan coğrafi yakınlığı onu Soğuk Savaş’taki düşmanlarını izleyebilmek ve olası bir savaş durumunda Bulgaristan ve Ermenistan ile başa çıkabilmek için ideal bir müttefik haline getirdi. Bunlara karşılık, Türkiye ABD’den güvenlik konusunda teminat aldı ve Sovyet saldırılarını defedebilmek amacıyla ülkeye nükleer silahlar konuşlandırdı. Lakin Soğuk savaşın bitişinden sonraki otuz yıl içerisinde ABD ve Türkiye’nin ortak çıkarları üzerinde anlaşmakta zorlandılar. ABD’nin 2003’te Irak’ı işgali ve Saddam Hüseyin’in devirmesiyle ortaya çıkan güç boşluğunun Irak bölgesel Kürt yönetimiyle dolması sonucu iki ülke arasındaki fikir ayrılıkları iyice arttı. ABD desteğiyle birlikte Kürt yetkililer kendi yönetim kurumlarını bağımsızlaştırdılar. Bu ise Kürt milliyetçiliğini bir varoluşsal tehdit olarak gören Türk yetkililerin güvenini sarstı. Türkiye on yıllardır Kürt ayrılıkçılarla mücadele ediyor ve eğer Kürt azınlık teşvik edilirse Türkiye etnik olarak parçalanmaktan endişe duyuyor.
Suriye’deki savaşın patlak vermesiyle olaylar çok daha kötüye gitti. Türk hükümeti, 2012’de sınır bölgelerde çoğunluğu oluşturan ve bölgeyi kontrol eden Suriyeli Kürtleri marjinalize etmeye çalıştı. Başlangıçta Türkiye baskın olan Kürt isyancı grubu –Demokratik Birlik Partisi (PYD)- destekleyerek onları Cumhurbaşkanı Beşşar Esad’a karşı Türk destekli isyana dahil etti. PYD ve onunla ilişkili milisler Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) Suriye ayağını oluşturuyor. PKK Türkiye’nin güneydoğusundaki ayrılıkçı isyancılardan oluşuyor ve hem Türkiye hem de ABD tarafından terör örgütü olarak kabul ediliyor. Türkiye, Suriyeli Kürt savaşçıları Esad karşıtı isyana dahil ederek PKK egemenliği altında bir Kürt devletçik oluşumunu engellemeyi ve Suriye’de güçlü merkezi hükümetin muhafazasını sağlamayı umuyordu.
Bu uğraşlar bir süre Türkiye ile ABD’yi direkt olarak karşı karşıya getirmedi. Gerçekte, Türkiye Esad’ın devrilmesi amacıyla ABD’yi askeri gücünü kullanması konusunda ikna etmeye çalıştı. Hiç olmazsa ABD, Esad rejiminin ülkenin Kuzey kesimindeki egemenliğini reddetmeliydi. Türkiye umduğu Suriye hükümeti için agresifçe uğraştı ve ABD’yi bu hükümeti başa geçirmek için davet ettiği için mutluydu. Lakin sonunda, Türkiye ABD’nin savaş gücünü kendi çıkarları uğrunda manipüle etmeyi başaramadı. Ayrıca Suriye’nin kuzeyindeki cihatçı isyancı gruplara göz yumması da Türkiye’yi ABD ile çarpışma yoluna getirdi.
11 Eylül 2001 olaylarından beri ABD cihatçı gruplara varlık hakkı tanımamaya çalıştı. Fakat ABD halkı Irak ve Afganistan savaşlarında olduğu gibi uzaklarda gerçekleşen ve kaynakları tüketen büyük operasyonlardan yorgun düştü. Bundan dolayı ABD hükümeti bu tip savaşlarda kendi kuvvetlerini kullanmak yerine bölgesel grupları kullanarak iş yapmak konusunda ciddi iç siyasi baskıya maruz kalıyor. Sınırlarının ötesinde cihatçı ve dost isyancı grupların ortaya çıkmasıyla Amerika Birleşik Devletleri oldukça zorlu olan terörle mücadele hedeflerini farklı bir ortakla ilerletmeyi seçti: Suriyeli Kürt milisler. ABD’nin yaptığı bu seçim, kendi ulusal güvenlik çıkarlarının Türkiye’nin ötesinde olduğu konusunda Türk hükümetine açık bir mesajdı. Türkiye bunun üzerine, ABD’nin Suriyeli Kürtlerle olan ilişkisini durdurabilmek ve sınır boyunca oluşabilecek özerk Kürt varlığını engelleyebilmek için, 2016 ve 2018 yıllarında iki kez Suriye’nin kuzeyine saldırdı.
Türkiye ve ABD’nin Suriye’deki çıkarları ayrı düştükçe, Türk hükümeti ABD ile olan tarihsel ilişkilerini diğer ulusal güvenlik sorunları yönüyle tekrar gözden geçirmeye başladı. On yıldan fazla bir süredir, iktidardaki AKP, Türkiye’nin ABD’ye olan bağımlılığını azaltmayı amaçlamış ve ülkeyi bağımsız, küresel bir güç yapmak istemişti. Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun yönetiminde Türk politikacıları ABD’nin bölgeden çekilmesinden sonra Orta Doğu’nun liderlik için Türkiye’yi tercih edeceği fikrini teşvik etti. Esasında Türk hükümeti, ABD ile ayrışmanın ülkenin en uygun çıkarı olacağına Türk kamuoyunu inandırmaya çalışıyordu. En başta, bu fikir Türk bürokrasisi tarafından ciddi bir şekilde reddedildi. Fakat yaklaşık 17 yıllık AKP iktidarı sonrası ABD’nin Türkiye’yi Suriyeli Kürtler ile antagonize etmesiyle birlikte Türk bürokrasisinin çoğunluğu ABD’nin aleyhine döndü. Bu sayede Türk hükümeti, diğer bölgesel ve global aktörlerle ortaklıklar arayabildi.
Mümkün Olmayan Bir İttifak
Türk hükümetinin yüzünü Moskova’ya çevirmesi nihai bir sonuç değildir. Rusya’nın Türkiye’nin iç işlerine karışması, çeşitli propagandalar kullanarak ülkenin seçimlerine etki etmesi, altyapısına gerçekleştirdiği siber saldırılar ve Türkiye merkezli Rus muhaliflere suikast düzenlenmesi gibi konularda uzun bir geçmişe sahiptir. Suriye’deki savaşta Rusya ve Türkiye çoğu zaman birbirinin karşı tarafındaydı. Yine de, Türk hükümeti ABD hükümetinden uzaklaşınca Rusya ile daha yakın bir ortaklık mümkün olabildi. Türk-Rus ilişkileri henüz resmi bir ittifaka dayanmıyor ve şuanda bu ilişkiler hala Ankara ile Vaşington’un ilişkilerinden daha zayıf. Yine de Suriye’deki dinamikler, ABD ile ilişkiler çok daha hassas bir durumda iken Türkiye’nin neden Rusya ile arasındaki farklılıkları gizlediğini açıklıyor.
İronik olarak, Türkiye’nin Rusya ile olan iş birliği yalnızca Rusya’nın Suriye’deki Türkiye destekli grupları başarıyla yönlendirmesi sonucu ortaya çıktı. Türkiye’nin Kasım 2015 yılında Rus Su-24 bombardıman uçağını düşürmesinden sonra Rusya önceliğini Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde desteklediği gruplara yöneltti. Daha sonra, 2015’in sonu ve 2016’nın başında Halep’teki Türk destek hatlarını ciddi şekilde bombaladı. Bu şekilde, savaşın başından beri Türkiye’nin esas amacı olarak Esad’a baskı oluşturduğu Halep’e Türkiye’nin erişimini kesti. Bunun sonucunda, Türkiye bu çatışmadan dışarı atıldı ve Suriye’deki Türk etkisinin azalmasıyla mülteciler ve Kürtler üzerinde daha az söz sahibi olabildi. Türkiye, mültecilerin çatışmadan etkilenen bölgelerden akışını yönetebilmek için Rusya ile çalışması gerektiğini anladı. Bunu Suriye sınırını kapalı tutarak ve yerinden edilmiş insanları Suriye’de kurduğu kamplarda barındırarak yaptı. Fakat sınır bölgelerinde savaşlar, olayları yönetmeyi daha da zorlaştırıyor. Bu yüzden Türkiye Rusya ile olan ilişkilerini arttırarak Esad’a bu bölgelerdeki çarpışmaların kapsamını daraltması için baskı kurdu.
Aynı zamanda, Rusya Suriye’de Türkiye’nin en güvenilir askeri ortağı olmuştur. Rusya, Türkiye’nin sınır bölgelerinde sınırlı operasyonlar yaparak, Esad rejimini tehdit etmemek kaydıyla Kürtleri baskılamasına izin veriyor. Rusya ise bu operasyonların, her ikisi de NATO üyesi olan Türkiye-ABD ilişkilerindeki gerginliği arttırmasından ve bunun global gerginliği de arttırmasından çıkar sağlıyor. Aynı zamanda, Türkiye Suriye’nin kuzeydoğusunda Kürtlerin kurabileceği özerk bir bölge emellerini boşa çıkarmak amacıyla potansiyel olarak kurulabilecek yeni bir Suriye’ye ve nihai bir barışa etki etmek istiyor. Türkiye’nin bunu yapabilmesi için en iyi güzergâh Rusya gibi görünüyor. Bu arada Türkiye, barış anlaşmasının bir sonucu olarak desteklediği muhaliflerin teslimini muhtemelen sağlamak zorunda kalacak. Bu gerçeklikler her iki tarafın da anlaşmazlığı çözmesi için birbirine ihtiyaç duyduğu karşılıklı çıkar ilişkisine dayanan Rus-Türk ilişkilerini geliştirdi.
Tüm bunlar Türkiye’nin S-400’lere olan ciddi ilgisini açıklamaya yardımcı oluyor. Füze sistemi anlaşmasının şartları, bir anlaşmanın politik doğasına ihanet ediyor. Tarihsel olarak Türk savunma sanayisinin tedarikleri, Türk taşeronları aracılığıyla teknoloji transferine ve yerel üretime öncelik vermiştir. Türkiye, NATO üyesi olduğu sürece Rusya herhangi değerli bir teknoloji transferini yapmayı reddediyor. Çünkü Türkiye’nin Rusya ile arası bozulursa değerli teknoloji verilerini NATO ile paylaşabilir. Bu durumda Türkiye, geleneksel satın alma önceliklerini bırakmayı ve Rusya ile ilişkilerini ilerletebilmek için kendi hava kuvvetlerinin geleceğini de riske atmayı tercih etti.
Türkiye’nin yeni ve daha bağımsız bir dış politikasının tek sonucu F-35’lerin kaybı olmayacak. ABD hükümeti aynı zamanda S-400 sistemi üzerinden Türkiye’yi ekonomik yaptırımlar uygulamakla tehdit etti. Ayrıca Suriye’de varlığını devam ettireceğini ve Suriyeli Kürtlerle yakından çalışacağını belli etti. Ancak uzun vadede Erdoğan ve AKP iktidarı, tarafsız bir dış politikanın hem ülkedeki Kürt isyanlarıyla mücadelede hem de Suriye’deki çıkarlarına daha uygun olduğunu düşünüyor. Kısaca söylemek gerekirse, Türkiye ABD ile olan ilişkilerini ABD’nin Türkiye ile olan ilişkileri kadar değerli görmüyor.
Çeviri
Yazar: Aaron Stein
Çeviren: Nihat
Orijinal Metin: Foreign Affairs Dergisi (09/07/2019)
Yazı ile ilgili pek bir yorumum yok. Güzel noktalara değinmişsiniz. Ellerinize sağlık fakat konunun ana resmi ile ilgili bir eleştirim olacaktı. Ne olursa olsun bir devletin bir milletin bayrağını ayaklar altına almak yanlış. Bu resmi bu noktada kullanmanızda bana göre hatalı.
Yorumunuz için teşekkür ederim. Dünyadaki bütün bayraklar benim için kutsaldır çünkü her biri bir milletin ruhunu taşır. Bu yüzden her bayrak saygıyı hakeder. Bu bağlamda herhangi bir bayrağa saldırmanın hiçbir tepkisel anlamı olmadığı ve ahlaksızca olduğunu düşünüyorum. Tepki göstermenin ve karşı çıkmanın farklı yolları ve yöntemleri vardır.
Eleştirdiğiniz noktaya katılmakla birlikte eleştirinizi şahsen kabul etmiyorum. Çünkü ilk olarak, o görseli koyuyor olmam olayı tasvip ettiğim anlamına gelmiyor. Görseller sayfalarca anlatılacak şeyleri bir anda gösterebilmek için vardır. İkincisi ise bu bir çeviri yazısı idi. Yani bazı zamanlar yabancı dergilerden çeviriler yaparak başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüğünü göstermeye çalışıyorum. Bu görsel de direkt çeviri yazısının kapağından alınmadır.
Sonuç olarak size katılıyorum fakat yanlış anladığınız noktaya da dikkat çekmek istedim. Teşekkür ederim.