Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur adlı derinlikli romanı 1949 yılında kitaplaştırıldı. Daha öncesinde, 22 Şubat 1948-2 Haziran 1948 tarihleri arasında Cumhuriyet Gazetesi’nde tefrika edilen Huzur, aslında bambaşka bir dünyanın kapılarını aralayan eşine az rastlanır bir romandır. Romancı kimliğiyle ön plana çıksa da Tanpınar, şair kimliğini birçok eserinde ön plana çıkarmıştır. Huzur da bunlardan bir tanesidir. Huzursuzluğun romanı “Huzur”da, zaman ve mekan kavramları oldukça farklı bir şekilde ele alınır.
Modernist bir çerçevede yazılan romanda, bildiğimiz zaman algısı değişikliğe uğrar. Düz bir ok gibi hep ileriye giden zamanın yerine geri dönüşlerin olduğunu söyleyebiliriz. Romanın baş karakteri Mümtaz, romana sevgilisi Nuran’dan ayrı olarak dahil olur. Geçmiş bir zamanda Nuran ve Mümtaz ayrılmıştır. Fakat biz, geriye dönüşlerle birlikte genellikle Nuran ve Mümtaz’ın derinlikli aşklarına tanık oluruz. Bu nedenle Türk edebiyatında okuduğumuz birçok romanda olmayan bir zaman algısı, kitabın ana kurgularından bir tanesidir. Oğuz Atay Tutunamayanlar adlı romanında adeta Tanpınar’ın izinden yürür. Selim’in ölümü ile tutunamadığının farkına varan Turgut, Selim’le olan anılarına dalarak adeta bize Selim’i yaşatır. Ahmet Hamdi Tanpınar da aynısını yapar.
Mümtaz’ın çocukluğundan itibaren Nuran’la bir araya gelişleri ve sonrasındaki sürecin nasıl işlediğini açık bir şekilde öğreniriz. Romanın her bir cümlesinde Tanpınar duyarlılığını hissetmemek mümkün değildir. Şairane bir edayla kelimeleri kendi hayatının da bir ifadesi için kullanan yazar, benzersiz bir yolculuk içerisine girmemizi ve birçok şeyi sorgulamamızı sağlar. Aşk, sorgulamamız gereken en temel konudur. Tanpınar, kitabın bir yerinde şöyle der: “Vücutlarımız, birbirimize en kolay verebileceğimiz şeydir; asıl mesele, hayatımızı verebilmektir. Baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynın içine iki kişi girip, oradan tek bir ruh olarak çıkmaktır!”
Mümtaz ve Nuran’ın aşkı, dünyevi aştan çok daha ötesidir. İlahi aşka giden yolda Mümtaz ve Nuran’ın çırpınışlarını kitabın tamamında hissederiz. Aşkı derinlikli bir şekilde yaşarlar. Çünkü onlar için aşk, Tanpınar’ın da dediği gibi bir aynın içine iki kişi girip tek bir ruh olarak çıkabilmektir.
Kitabın tamamında modernizmin sunmuş olduğu ögeler karışmıştır. Zaman algısı bunlardan ilkidir. Klasik romanlarda gördüğümüz tek yönlü zaman yerine geriye dönüşlerle beslenen bir zaman algısı vardır. Aslında roman 24 saati anlatır. Bunun yanı sıra bitmemişlik romanın tamamına yayılmıştır. Mümtaz, Şeyh Galip’in hayatını romanlaştıracağı bir çalışma içerisindedir. Kitabın tamamında romanın bitmemiş olduğunu görürüz. Bitmemişlik, Nuran ve Mümtaz’ın aşkında olduğu gibi Mümtaz’ın roman çalışmasında da kendisini belli eder. Bu durum, Oğuz Atay’da da kendisini belli eder.
Oğuz Atay’ın karakterleri de kendilerini tamamlanmamış hisseder. Kitapları hep yarım okur, hiçbir zaman okudukları kitabı tamamlayamaz. Hayatın kendisi gibidir yaşanılanlar, hep yarım kalmışlık hep hüzün….
İçindekiler
Varlığı Bir Tablo Gibi Seyrediş
Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur’da varlığı adeta bir tablo gibi seyreder. Karakterlerin hayatlarını, dışarıdan değil içeriden anlatır. Onlar gibi düşünür, onlar gibi hisseder; onların hayalleri kendisinin hayali olur. Hayatı her cephesiyle karşılayan Tanpınar, aslında bir karakterin tüm hayatına vakıf olur. Mümtaz, aslında Tanpınar’ın bir yansıması gibidir, kitapta otobiyografik izler bulunur.
Nuran ile Mümtaz’ın Aşkı
Nuran ve Mümtaz aşkı, çok derinlikli bir aşktır. Aşktan çok daha ötesi olduğunu da söyleyebiliriz. Mümtaz Nuran’la karşılaştıktan sonra hayata çok farklı bir pencereden bakmaya başlar. Karşılıklı bir aşk halinde devam eden Nuran ve Mümtaz birlikteliği, aslında bir yandan da çeşitli sorunları beraberinde getirir. Nuran’ın Fatma adında bir kızı vardır. Fatma, Nuran’ın eski kocası Fahir, babasına karşı büyük bir sevgi besler ve onu yanında görmek ister. Bu, Nuran ve Mümtaz aşkının ilk sorunudur.
Geleneksel bir ailede büyüyen Nuran, Mümtaz ile birlikte olmasının yanlış olduğunu düşünmeye başlar. Bir yanda baba hasreti ile büyüyen kızı Fatma, bir yanda eski kocası Fahir, bir yanda da ilerleyen süreçte karşımıza çıkacak olan Suad; bu ilişkinin karanlık taraflarıdır. Fahir, Nuran’ı aldatmıştır fakat geleneklerin içerisinde ezilen ve aslında varlığını unutmaya başlayan Nuran, Mümtaz ile birlikteliğinin yanlışlığına odaklanır.
Karanlık bir ruh taşıyan Suad, Ahmet Hamdi Tanpınar tarafından adeta Nuran ve Mümtaz aşkını bozmak için romana sokulmuştur. Çünkü Suad’ın gelişiyle birlikte her şey daha da karmaşık bir hal alır. Suad, Mümtaz’ın akrabasıdır. Verem hastalığıyla boğuşan Suad, hastalığından gelen isyankâr ruh ile hem kendisine hem de başka insanlara düşmanlık besler. Hayatta bir amacı yok gibidir. Hayatı canı istediği gibi yaşar. Verem olmasının, böyle bir hayat tarzının oluşmasında doğrudan bir etkisi vardır. Mümtaz ile Suad birbirine oldukça zıttır. Çünkü Suad, bütün ahlak kurallarını yerle bir ederek yaşantısını sürdürür. Romanın karanlık yüzüdür ki intiharı da bunu doğrular.
Karanlık Bir Ruh: Suad’ın İntiharı
Suad’ın intiharı, romanın en özel olaylarından biri olarak karşımıza çıkar. Nuran ve Mümtaz için hayat hep sıkıntılıdır. Bu sıkıntılı hayat içerisinde aşklarını yaşamaya çalışırlar. Her şeyin düzene girdiğini düşündükleri bir zamanda, Suad’ın intiharı patlar verir. Mümtaz’ın evinde kendini asan Suad’a, Mümtaz ve Nuran eve girdikleri anda rast gelir. Suad’ın yüzünde bir gülümseme vardır. Sanki Mümtaz ve Nuran’ın mutlu olmaması için intihar etmiştir, bu durumdan memnundur, öldükten sonra bile gülümser.
Suad bir nevi öylesine intihar etmiştir, canı öyle istemiştir. Nuran ve Mümtaz içinse bu durum, ayrılıklarının bir belgesidir. Bir ölümün ardından mutlu olamayacaklarını ikisi de bilir. Bu nedenle Suad’ın intiharı ile Nuran ve Mümtaz aşkı başka bir sürece gelir. Huzur romanıyla Ahmet Hamdi Tanpınar, aslında hayat içerisindeki huzursuzlukları yansıtmak istemiştir.