Aşk nedir, sorusu zaman zaman kafamızı kurcalasa da en az bir kez aşık olmuş birisi için sorunun cevabı nettir. Bununla birlikte gerçekten de aşık olduğumuzu hissettiğimizde yaşanan tam olarak hissettiğimiz gibi midir? Yani, aşk gerçekten bizim anladığımız gibi ötekine duyulan yoğun ilgi midir? TDK’ye göre aşk; “Bir kimseye, bir olguya, varlığa ya da bir şeye duyulan yoğun sevgi ve bağlılık duygusudur.” şeklinde tanımlanmıştır.
Buna karşın gündelik yaşamda sıklıkla kullandığımız aşk kavramı, tam olarak bu duygunun yansıması olan aşk kelimesini ifade etmeyebilir. Birçok açıdan öznel bir duygu olan aşk, herkese göre farklı tanımlanabildiği gibi aynı zamanda bilim ve edebiyat açısından da farklı anlamlar içerir. Divan Edebiyatında ya da tasavvufta bahsi geçen aşk; ilahi bir duyguya işaret ederken, biliminin aşkı; biyokimyasal bir sürece işaret eder. İşte her yönü ve tüm detaylarıyla en merak edilen insani duygu aşk!
İçindekiler
Aşk Nedir?
Aşk, temel olarak birine ya da bir şeye duyulan yoğun arzu, sevgi ve bağlılık duygusudur. Bununla birlikte aşkın tanımı, dünyanın her noktasında aynı değildir. Kültürel etkiler, toplum kimliği, din ve hatta dil bile aşkın tanımının yapılmasında rol oynayan en önemli etkenlerdir. Aşkın bugün anladığımız anlamıyla tanımlanmaya başlanması Antik Yunan dönemine kadar uzanır.
Her ne kadar Yunan kültürü üzerinden tanımlanmaya başlamış olsa da bu yoğun sevgi ve bağlılık duygusu, daha sonra farklı kültürlerde başkaca anlam kazanmıştır. Arap coğrafyasında ulaşılamaz olanı simgelerken Divan Edebiyatı aşkı, ilahi kudretin bir çeşit yansıması olarak kabul eder. Bu tasavvufi görüşe göre aşkın en yoğun hali Tanrıya duyulan yoğun ve karşılıksız sevgidir.
Tüm bunlara karşın aşk, sadece romantik bir sürece işaret etmez. Yani, temel olarak bir duygudan ibaret değildir. Son 40 yıl içerisinde aşk üzerine yapılan çalışmaların iki farklı bacağı vardır. Bunlardan ilki insan biyolojisi üzerinden gerçekleştirilen araştırmalardır. Aşkın tanımlanmasına ilişkin bilimsel çalışmalarından diğer bölümü ise psikoloji biliminin yaklaşımları ile ele alınmıştır.
Aşkın Etimolojisi
Aşk nedir, sorusuna bir cevap arıyorsak şüphesiz kavramın etimolojik izlencesine hakim olmadan sağlıklı sonuca ulaşamayız. Bu doğrultuda “aşk” kavramının köklerini soruşturmak ve kelimenin özsel anlamını kavramaya çalışmak son derece önemlidir. Aşk, Türkçeye Arapçadan geçmiş ve zamanla bugün kullanılan halini almıştır.
Sözcüğün kökeni “Aşaka” kelimesine dayanır. Arapça sarmaşık anlamına gelen bu kelime, bugün kullandığımız aşk sözcüğünün anlamını da derinden etkilemiştir. Aşaka nasıl ki sarmaşık gibi sımsıkı saran anlamına geliyorsa aşk da benzer bir şekilde bir şeye ya da kişiye duyulan yoğun sarma, yani sevgi duygusu olarak tanımlanabilir.
Aşkın Bilimselliği
Aşkın bilimselliği, aşk nedir sorusuna cevap ararken başvurulabilecek alternatif bir uğrak noktasıdır. Bir duygunun bilim nezdinde tanımlanmaya çalışılması ya da bilim tarafından açıklanması her ne kadar sağ duyusal olarak anlaşılamaz gibi görünse de gerçek hiç de bu şekilde değildir. Bilime göre aşk; diğer vücut aktiviteleri gibi tamamen biyokimyasal bir süreçtir.
Bilim, duygular da dahil olmak üzere her türden soyut ya da somut nesneyi kesin kanıtlarla açıklamayı hedefler. Yani, somut önermeler bilim nezdinde test edilebilirlik prensibinden geçerek deneyle test edilir. Aşkın tanımını da tam olarak bu metodu kullanarak, bilimsel yaklaşımları esas almak kaydıyla yapmak mümkündür.
Bu durumda aşkın biyokimyasal bir faaliyet olduğu, diğer duygular gibi nöronlar ve hormonlarla ilintili olduğu görüşü, bilimin aşka yaklaşımıdır. Bilimsel yaklaşımlara göre aşk; diğer tüm duygularda olduğu gibi nörolojik, hormonal ve biyokimyasal etkiler sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Yani, aşık olduğumuzda aslında hormonlarımız ve nöronlarımız en uygun pozisyonda tek bir noktaya odaklanır.
Biyolojinin bu duruma ilişkin açıklaması aşkın insanın türünü devam ettirmek amacıyla sahip olduğu içgüdüsel bir edim olduğuna yöneliktir. Bu yaklaşım insanlık tarihi açısından da oldukça önemli bilgilerin kazanım olarak elde edilmesini beraberinde getirmiştir. Yapılan çalışmalar günümüzden 40 bin yıl öncesinde bir neandertal mezarına kadar aşkın köklerini uzatır.
Arkeolojik kazılarda günümüzden 40 bin yıl önce bir neandertal mezarında polen ve çiçek bulunmuştur. Bu durum temel olarak aşkın neandertaller tarafından da yaşanan bir duygu olduğunu gösterir niteliktedir. Dolayısıyla bilimin bakış açısından aşk, gerçek anlamıyla insan türünün devamlılığını sağlamak amacıyla sahip olduğu biyokimyasal bir aktivitedir.
Tasavvufta Aşk
Aşk nedir, sorusuna tasavvufta verilmiş en güzel cevaplardan biri Şeyh Galib’e aittir. Şeyh Galib aşkı tanımlarken; “Aşk ateşten bir denizi mumdan kayıklarla geçmektir.” İfadelerini kullanır. Hüsn-ü Aşk isimli mesnevi de aşkın tanımı olarak yapılan bu tasvir gerçek anlamıyla tasavvufi aşkı tanımlar. Gerçekten de tasavvufun bakış açısından aşk bir yolculuktur.
Bu yolculuğu küle dönüşmeden geçmek mümkün değildir. Aşık bu yolculukta mumdan kayığın üzerinedir. İçerisinde hissettikleri ise alevlerin gökyüzüne ulaştığı devasa bir ateş denizinin ortasında olmaktır. Dolayısıyla aşık; yanıp kül olmadan, yüreğinde alevin yakıcı etkisini hissetmeden aşık olamaz. Bilimin aksine tasavvufun aşkın; çok daha yoğun ve derinden bir duyguya işaret eder.
İnsan Neden Aşık Olur?
Peki ama tüm bunlardan çıkarılacak sonuç nedir? İnsan neden aşık olur? Kabaca burada iki farklı yaklaşımın belki de insanlığın en spekülatif kavramı olan aşkı tanımladığını gözlemlemek mümkün. Bilim perspektifinden aşk; dopamin, östrojen, seratonin gibi hormonların etkisi ile gelişen biyokimyasal bir süreçtir.
Tasavvufa, edebiyata ve romantizme göre aşk ise insanın hissedebileceği en yoğun duygulardan biridir. Ve öylesine yoğun bir duygudur ki tasavvuf aşkı, hissedilen duygu ile yok olma şeklinde ifade eder. Aşk nedir sorusuna ne kadar cevap aramaya çalışsak da en nihayetinde bu sıra dışı duygunun tüm tanımlardan bağımsız olarak fazlasıyla subjektif olduğunu söylemek mümkün.