Şimdilerde en uzakta kaldığımız kavram sadelik belki de. Ne kadar gösterişli o kadar iyi sanılan devirlerdeyiz.
Kenar mahallelerden korka korka geçip, dalından koparılan meyveyi ancak rüyamızda yediğimiz plastik devirlerdeyiz.
Herkes birbirine benzeme çabası içinde, en çok kendine yabancı hallere sürükleniyor, kalabalık yalnızlıkların her geçen gün arttığı devirdeyiz.
Ancak öyle ki güneş ayrı güneş devir ayrı devirmiş Akdeniz’in göbeğinde. Bir sokak boyu derme çatma bir mahalle, komşuluk kardeşlikten öte olmuş burada. Yolda selam vermek bir yana evine biraz geç gelen komşusunu merak eden derdini soran insanlar varmış burada.
Okudukça şaşırıyorsunuz belki ama evet doğru bu sözünü ettiğim üçüncü sayfa haberleri ile güneşe ateş etmesi ile meşhur, Seyhan’nın bağrında taş köprüsü ile Adana.
Sıradan bir gezi yazısı gibi tarihçe, ve coğrafik bilgiler vermek değil niyetim. Başka bir bakış sadece bu şehre.
Aslında çatısız evler ve palmiyelerin tezatlığı karşılıyor bu şehirde sizi. Lüksten arınmış görüntüsü ile gökten yere indiriyor nefsinizi. İkliminde salınan sarı portakallar, limonlar, incirler, zeytinler ve daha nicesi.
Sıcaklığı güneşten değil insanlarından bu memleketin. Çünkü bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılık hiç uğramamış bu melekete. Ama bu hiç düşmemiş kebabı kadar dillere.
Mezapotamya’ya olan komşuluğu ile bir mozaik halini alan bu yeşil Çukurova diyarı, en az bereketiyle yetişen çeşit çeşit meyve sebzenin yanında bir o kadar her millet ve mezhepten insanı barındırıyor bağrında. Türk, Kürt, Arap, Alevi, Sünni ve daha nicesi.
Sabah kahvaltısında et soran, yazın yaylara çıkıp serinleyen güzel çocukların, gözündeki ışığı ve yüzündeki gülümsemesiyle gönül zenginliği ile yıkanan, pamuğun bolluğundan belki de bilinmez pamuk gibi nineler ile nefes alan diyar,
Akdeniz ilinden,
Okuyanların da nasibine düşen,
İşte bu,
Bizim dilimizden.
Çok hoş bir yazı olmuş. Hayatın telaşesinden arındırılmış topraklar, en azından dışarıdan baktığımda…